-
چون وفاات نیست باری دم مزن ** که سخن دعویست اغلب ما و من
- Madem ki vefan yok, bari söylenme. Çünkü sözün çoğu, bizlik benlik davasıdır.
-
این سخن در سینه دخل مغزهاست ** در خموشی مغز جان را صد نماست 1175
- Bu söz, gönlü geliştiren bir sözdür. Susmakla insan yüzlerce gelişmeye nail olur.
-
چون بیامد در زبان شد خرج مغز ** خرج کم کن تا بماند مغز نغز
- İçteki şey, dile geldi mi iç, harç olur gider. Çok harç etme de o güzelim iç kalsın.
-
مرد کم گوینده را فکرست زفت ** قشر گفتن چون فزون شد مغز رفت
- Az söyleyen adam da derin bir düşünce vardır. Söyleme kabuğu arttı mı iç yok olur.
-
پوست افزون بود لاغر بود مغز ** پوست لاغر شد چو کامل گشت و نغز
- Kabuk kalın olursa iç küçülür, zayıflar. İç kemale geldi, güzelleşti, büyüyüp oldu mu kabuk incelir.
-
بنگر این هر سه ز خامی رسته را ** جوز را و لوز را و پسته را
- Hamlıktan kurtulup yetişen olan cevize, bademe ve fıstığa, şu üç meyveye bir bak.
-
هر که او عصیان کند شیطان شود ** که حسود دولت نیکان شود 1180
- Kim isyan ederse Şeytan olur, iyilerin devletine haset eder.
-
چونک در عهد خدا کردی وفا ** از کرم عهدت نگه دارد خدا
- Tanrı ahdine vefa edersen Tanrı da kereminden senin ahdini korur.
-
از وفای حق تو بسته دیدهای ** اذکروا اذکرکم نشنیدهای
- Sense Tanrı’ya vefa etmekten gözünü yummuşsun. “Beni anın da sizi anayım” ayetini duymadın mı ki?
-
گوش نه اوفوا به عهدی گوشدار ** تا که اوفی عهدکم آید ز یار
- “Ahdıma vefa edin” ahdına kulak ver de sevgiliden “Ahdınıza vefa edeyim” vaidi gelsin.
-
عهد و قرض ما چه باشد ای حزین ** همچو دانهی خشک کشتن در زمین
- Ey hüzün sahibi, bizim ahdımız ve borç vermemiz nedir? yere kuru tohum ekmek gibi.
-
نه زمین را زان فروغ و لمتری ** نه خداوند زمین را توانگری 1185
- Ondan ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir.
-
جز اشارت که ازین میبایدم ** که تو دادی اصل این را از عدم
- Bu, ancak bunun aslını yokluk aleminden veren sensin, bundan bana lazım diye bir işarette bulunmaktan ibarettir.
-
خوردم و دانه بیاوردم نشان ** که ازین نعمت به سوی ما کشان
- Yedim tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan et demektir.
-
پس دعای خشک هل ای نیکبخت ** که فشاند دانه میخواهد درخت
- Şu halde ey bahtlı kişi, kuru duayı bırak. Ağaç isteyen tohum eker.
-
گر نداری دانه ایزد زان دعا ** بخشدت نخلی که نعم ما سعی
- Tohumun yoksa Tanrı, yine o dua yüzünden sana bir fidan bağışlar ki görenler, ne hoş çalışmış da ne güzel fidana sahip olmuş derler.
-
همچو مریم درد بودش دانه نی ** سبز کرد آن نخل را صاحبفنی 1190
- Meryem gibi hani. Derdi vardı da tohumu yoktu. Bu dert yüzünden sanat sahibi Tanrı, o kuru hurma ağacını yeşertti.
-
زانک وافی بود آن خاتون راد ** بیمرادش داد یزدان صد مراد
- Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakardı. Tanrı bu yüzden o istemeden onun yüzlerce muradını vefa etti.
-
آن جماعت را که وافی بودهاند ** بر همه اصنافشان افزودهاند
- Vefakar olan topluluk, bu vefayı bütün aleme yaymışlardır.
-
گشت دریاها مسخرشان و کوه ** چار عنصر نیز بندهی آن گروه
- Denizler de onların buyruklarına uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile onlara kul, köle kesilmiştir.
-
این خود اکرامیست از بهر نشان ** تا ببینند اهل انکار آن عیان
- Bu, inkar edenler, apaçık görsünler de inansınlar diye onlara bir Tanrı ikramıdır.
-
آن کرامتهای پنهانشان که آن ** در نیاید در حواس و در بیان 1195
- Onlar, öyle gizli ikram ve ihsanlara nail olmuşlardır ki, ne akla, hayale gelir, ne de söze sığar.
-
کار آن دارد خود آن باشد ابد ** دایما نه منقطع نه مسترد
- Zaten iş, ebedi olan, kesilmeyen, tükenmesine imkan bulunmayan ikram ve ihsandır.
-
مناجات
- Münacat
-
ای دهندهی قوت و تمکین و ثبات ** خلق را زین بیثباتی ده نجات
- Ey gıda, temkin ve sebat ihsan eden Tanrı, halkı bu sebatsızlıktan kurtar.
-
اندر آن کاری که ثابت بودنیست ** قایمی ده نفس را که منثنیست
- Sabit olmak lazım olan iş de bu iki büklüm olmuş nefse yardım et, onu doğrult.
-
صبرشان بخش و کفهی میزان گران ** وا رهانشان از فن صورتگران
- Sen onlara sabır ver, sen onların terazilerinin iyilik kefelerini ağırlaştır, sen onları suret düzenlerinin hilesinden kurtar.
-
وز حسودی بازشان خر ای کریم ** تا نباشند از حسد دیو رجیم 1200
- Ey kerem sahibi, sen onları hasetten geri çek de haset yüzünden taşlanmış Şeytan olmasınlar.
-
در نعیم فانی مال و جسد ** چون همیسوزند عامه از حسد
- Halk geçici mal ve beden uğruna hasetten yanıp duruyor.
-
پادشاهان بین که لشکر میکشند ** از حسد خویشان خود را میکشند
- Padişahlara baksana. Haset yüzünden ordu çekip akrabalarını öldürüyorlar.
-
عاشقان لعبتان پر قذر ** کرده قصد خون و جان همدگر
- Pislikle dolu düzenbaz aşılar, birbirlerinin kanına, canına kastediyorlar.
-
ویس و رامین خسرو و شیرین بخوان ** که چه کردند از حسد آن ابلهان
- Vise’nin, Ramin’in, Husrev’in, Şirin’in hikayelerini oku, o ahmakların haset yüzünden neler yaptıklarını gör.
-
که فنا شد عاشق و معشوق نیز ** هم نه چیزند و هواشان هم نه چیز 1205
- Aşık da yok oldu, maşuk da. Zaten onlar da bir şey değillerdi, aşk ve hevesleri de.
-
پاک الهی که عدم بر هم زند ** مر عدم را بر عدم عاشق کند
- O temiz Tanrı’dır ki yoku yoka aşık eder, yoklukları birbirine vurur, işler çıkarır.
-
در دل نهدل حسدها سر کند ** نیست را هست این چنین مضطر کند
- Gönlü perişan aşığın gönlünde hasetler baş gösterir. Var olan, yoku bu çeşit güçlüklere sokar, böyle mecbur eder.
-
این زنانی کز همه مشفقتراند ** از حسد دو ضره خود را میخورند
- Herkesten ziyade merhametli, esirgeyici olan şu kadınlar yok mu? Öyle olduğu halde iki ortak hasetten birbirini yer.
-
تا که مردانی که خود سنگیندلند ** از حسد تا در کدامین منزلند
- Taş yürekli erkekleri düşün, artık haset yüzünden onlar da ne hale düşerler, bir kıyas et.
-
گر نکردی شرع افسونی لطیف ** بر دریدی هر کسی جسم حریف 1210
- Şeriat, latif afsun okumasaydı herkes, düşmanının bedenini yırtar, paramparça ederdi.
-
شرع بهر دفع شر رایی زند ** دیو را در شیشهی حجت کند
- Şeriat şerri def etmek için bir rey kullanır, Şeytanı delil şişesi içine hapseder.
-
از گواه و از یمین و از نکول ** تا به شیشه در رود دیو فضول
- Boşboğaz Şeytanı, tanıkla, yeminle, aht’e yemininden dönmesinden ilzam ederde Şeytan bu suretle şişeye girer.
-
مثل میزانی که خشنودی دو ضد ** جمع میآید یقین در هزل و جد
- Şeriat iki zıttı hoşnut eden bir teraziye benzer. Alayla doğruyu bir araya getirir.
-
شرع چون کیله و ترازو دان یقین ** که بدو خصمان رهند از جنگ و کین
- Şeriat, bil ki kileye teraziye benzer. Onun sebebi ile iki düşman da savaştan kinden kurtulur.
-
گر ترازو نبود آن خصم از جدال ** کی رهد از وهم حیف و احتیال 1215
- Terazi olmasa o düşman, ziyan ettiğini, hileye uğradığını vehim etmeden nasıl kurtulurdu?
-
پس درین مردار زشت بیوفا ** این همه رشکست و خصمست و جفا
- Şu halde şu vefasız pis dünyada ne varsa hep hasettir, hep düşmandır, hep cefadır.
-
پس در اقبال و دولت چون بود ** چون شود جنی و انسی در حسد
- Dünya böyle olunca artık devlet ve ikbale erişme hususunda cinler ve insanlar, nasıl hasede düşerler, düşün!
-
آن شیاطین خود حسود کهنهاند ** یک زمان از رهزنی خالی نهاند
- Zaten o şeytanlar, eski hasetçilerdir. Bir an bile yol kesmeden vazgeçmezler.
-
وآن بنی آدم که عصیان کشتهاند ** از حسودی نیز شیطان گشتهاند
- İsyan tohumunu eken Ademoğulluları da haset yüzünden şeytan olmuşlardır.
-
از نبی برخوان که شیطانان انس ** گشتهاند از مسخ حق با دیو جنس 1220
- Kuran’ı oku da bak. İnsan şeytanları da, Tanrı’nın çarpmasıyla Şeytan cinsinden olmuşlardır.
-
دیو چون عاجز شود در افتتان ** استعانت جوید او زین انسیان
- Şeytan birisini kandırma da aciz oldu mu bu çeşit insanlardan yardım ister.
-
که شما یارید با ما یاریی ** جانب مایید جانب داریی
- Siz dostsunuz, bize dostlukta bulunan, bizdensiniz, bizim tarafımızı tutun derler.
-
گر کسی را ره زنند اندر جهان ** هر دو گون شیطان بر آید شادمان
- Alemde birisinin yolunu kestiler, birini azdırıp yoldan çıkardılar mı iki cinsten olan şeytanlar da sevinirler.