-
آرد گشتی عشر دادی هم از آن ** نان شدی عشر دگر دادی ز نان
- Öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.
-
عشر هر دخلی فرو نگذاشتی ** چارباره دادی زانچ کاشتی
- Her elde ettiğinin onda birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı.
-
بس وصیتها بگفتی هر زمان ** جمع فرزندان خود را آن جوان
- O, yiğit her zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur;
-
الله الله قسم مسکین بعد من ** وا مگیریدش ز حرص خویشتن 1480
- Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermemezlikte bulunmayın.
-
تا بماند بر شما کشت و ثمار ** در پناه طاعت حق پایدار
- Bu onda birleri verin de Tanrı koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.
-
دخلها و میوهها جمله ز غیب ** حق فرستادست بیتخمین و ریب
- Tahmine şüpheye hacet yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Tanrıdır, meyveleri veren de.
-
در محل دخل اگر خرجی کنی ** درگه سودست سودی بر زنی
- Gelir zamanında harcedersen bu harcetmen, kar kazancıdır, kar edersin.
-
ترک اغلب دخل را در کشتزار ** باز کارد که ویست اصل ثمار
- Köylünün çoğu tarlasından elde ettiği tohumu yine eker.
-
بیشتر کارد خورد زان اندکی ** که ندارد در بروییدن شکی 1485
- Yediğinden fazlasını yine tohumluk yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez.
-
زان بیفشاند به کشتن ترک دست ** که آن غلهش هم زان زمین حاصل شدست
- Tohumu, o yerden elde ettiği için yine o yere saçmaktan çekinmez.
-
کفشگر هم آنچ افزاید ز نان ** میخرد چرم و ادیم و سختیان
- Kunduracı da ekmeğinden arttırdığı parayla gön ve sahtiyan satın alır.
-
که اصول دخلم اینها بودهاند ** هم ازینها میگشاید رزق بند
- Elime ne geçiyorsa bunlardan geçiyor. Kapalı rızkım bunlarla açılıyor der.
-
دخل از آنجا آمدستش لاجرم ** هم در آنجا میکند داد و کرم
- Eline geçen para o yüzden geçtiğinden parasını ona sarf eder.
-
این زمین و سختیان پردهست و بس ** اصل روزی از خدا دان هر نفس 1490
- Fakat bu yer ve deri, ancak perdedir. Asıl rızkı, her an Tanrıdan bil.
-
چون بکاری در زمین اصل کار ** تا بروید هر یکی را صد هزار
- Elde ettiğin karı, elde ettiğin yere ekersen birine karşılık yüz bin elde edersin.
-
گیرم اکنون تخم را گر کاشتی ** در زمینی که سبب پنداشتی
- Tutalım şimdi sebep sandığın yere tohumu ektin.
-
چون دو سه سال آن نروید چون کنی ** جز که در لابه و دعا کف در زنی
- İki üç yıl o tohum bitmez, mahsul vermezse ne yaparsın? Tanrıya yalvarmadan el açıp dua etmeden başka elinden ne gelir?
-
دست بر سر میزنی پیش اله ** دست و سر بر دادن رزقش گواه
- Tanrı huzurunda elini başına vurursun. Bu el ve baş, bu çırpınış, rızkı onun verdiğine tanıktır.
-
تا بدانی اصل اصل رزق اوست ** تا همو را جوید آنک رزقجوست 1495
- Bu suretle anlar bilirsin ki rızkın aslının aslı, odur. Rızık arayan da onu arar.
-
رزق از وی جو مجو از زید و عمرو ** مستی از وی جو مجو از بنگ و خمر
- Rızkı ondan ara, Zeyd’den, Amr’dan değil. Sarhoşluğu ondan iste esrardan, şaraptan değil.
-
توانگری زو خو نه از گنج و مال ** نصرت از وی خواه نه از عم و خال
- Zenginliği defineden, hazineden, maldan mülkten değil, ondan dile. Yardımı amcadan, dayıdan değil ondan iste.
-
عاقبت زینها بخواهی ماندن ** هین کرا خواهی در آن دم خواندن
- Çünkü sonunda bütün bunları bırakıp gideceksin. Kendine gel de o zaman kimi çağırıyor, kimden imdat istiyordun, bir düşün!
-
این دم او را خوان و باقی را بمان ** تا تو باشی وارث ملک جهان
- Şimdi de onu çağır, ondan başkalarını bırak. bırak da cihan mülküne varis ol.
-
چون یفر المرء آید من اخیه ** یهرب المولود یوما من ابیه 1500
- Bir zaman gelecek ki “adam, kardeşinden kaçacak”, oğul babasından ürkecek.
-
زان شود هر دوست آن ساعت عدو ** که بت تو بود و از ره مانع او
- O anda her dost, düşman kesilecek. Çünkü onlar, senin putundu, yoluna mani oluyordu.
-
روی از نقاش رو میتافتی ** چون ز نقشی انس دل مییافتی
- Yüzünü nakkaştan çevirmiştin ve nakşa tutmuştun. Çünkü gönlün, o suretle hoşlanıyor, o nakışla avunuyordu.
-
این دم ار یارانت با تو ضد شوند ** وز تو برگردند و در خصمی روند
- Şimdi de dostların seninle zıt olurlar, senden yüz çevirip sana düşmanlığa kalkışırlarsa,
-
هین بگو نک روز من پیروز شد ** آنچ فردا خواست شد امروز شد
- Hemencecik de ki: İşte, günün aydın oldu. Yarın olacak şey bu günden oluverdi.
-
ضد من گشتند اهل این سرا ** تا قیامت عین شد پیشین مرا 1505
- Buradakiler hep bana zıt oldular. Kıyamette böyle olacaktı ya, bu hal, bana daha önce gelip çattı.
-
پیش از آنک روزگار خود برم ** عمر با ایشان به پایان آورم
- Günümü onlarla geçirmeden, ömrümü onlarla bitirmeden ne olduklarını anladım.
-
کالهی معیوب بخریده بدم ** شکر کز عیبش بگه واقف شدم
- Eğer bu hal olmasaydı ayıplı bir kumaş satın almış olacaktın. Şükürler olsun ki o kumasın ayıplı olduğunu daha önceden öğrendin.
-
پیش از آن کز دست سرمایه شدی ** عاقبت معیوب بیرون آمدی
- Elimdeki sermaye, elimden çıkmadan işi anladım, yoksa yine sonunda o kumasın ayıbı meydana çıkacaktı.
-
مال رفته عمر رفته ای نسیب ** ماه و جان داده پی کالهی معیب
- Mal da gidecekti ömür de. Bir yırtık kumaş için malımı da verecektin canımı da.
-
رخت دادم زر قلبی بستدم ** شاد شادان سوی خانه میشدم 1510
- Malımı mülkümü verip kalp para alacaktım, sonra da sevine, sevine evimin yolunu tutacaktım.
-
شکر کین زر قلب پیدا شد کنون ** پیش از آنک عمر بگذشتی فزون
- Şükürler olsun ki altının kalp olduğunu, ömrümü o yüzden harcamadan meydana çıktı.
-
قلب ماندی تا ابد در گردنم ** حیف بودی عمر ضایع کردنم
- Yoksa kalp, ta sona kadar boynumda kalacaktı. Bos yere de ömrümü zayi edecektim.
-
چون بگهتر قلبی او رو نمود ** پای خود زو وا کشم من زود زود
- Mademki paranın kalp olduğu şimdiden anlaşıldı, ben de ondan ayağımı hemen çekeyim.
-
یار تو چون دشمنی پیدا کند ** گر حقد و رشک او بیرون زند
- Dostun, sana düşmanlık eder, hasedini, kinini dışarıya vursa,
-
تو از آن اعراض او افغان مکن ** خویشتن را ابله و نادان مکن 1515
- Senden yüz çevirdiği için feryat etme. Kendini ahmak ve bilgisiz bir hale düşürme.
-
بلک شکر حق کن و نان بخش کن ** که نگشتی در جوال او کهن
- Tanrıya şükret yoksullara ekmek ver ki onun çuvalında eskimedin, yıpranmadın.
-
از جوالش زود بیرون آمدی ** تا بجویی یار صدق سرمدی
- Ebedi ve doğru bir dost aramak üzere çuvalından tez çıktın.
-
نازنین یاری که بعد از مرگ تو ** رشتهی یاری او گردد سه تو
- Ne nazlı, ne vefalı sevgidir o ki ölümünden sonra bile dostluğu bir katken üç kat olur, bağlılığındaki kuvvet üç kat artar.
-
آن مگر سلطان بود شاه رفیع ** یا بود مقبول سلطان و شفیع
- O dost, ya padişahtır, yüce bir sultandır, yahut da padişahın makbulü olan yanında şefaati kabul edilen bir kuldur.
-
رستی از قلاب و سالوس و دغل ** غر او دیدی عیان پیش از اجل 1520
- Düzenbaz, hileci, riyakar dosttan kurtuldun, ölmeden önce onun düzenini riyasını gördün.
-
این جفای خلق با تو در جهان ** گر بدانی گنج زر آمد نهان
- Eğer alemde halkın sana su cefasını bilsen bu, sence gizli bir altın hazinesi sayılır.
-
خلق را با تو چنین بدخو کنند ** تا ترا ناچار رو آن سو کنند
- Halkı, sana karsı kötü huylu eder de sonunda çaresiz kalırsın, hepsinden yüz çevirirsin.
-
این یقین دان که در آخر جملهشان ** خصم گردند و عدو و سرکشان
- Şunu iyice bil ki nihayet hepsi de düşman olacak, baş kesici hasım kesilecektir.
-
تو بمانی با فغان اندر لحد ** لا تذرنی فرد خواهان از احد
- Sen de mezarda tek Tanrı’dan “Yarabbi, beni tek bırakma” diye feryat edeceksin.
-
ای جفاات به ز عهد وافیان ** هم ز داد تست شهد وافیان 1525
- Ey cefası vefalıların ahdından güzel olan dost, vefalıların bal gibi vefaları da sendendir.
-
بشنو از عقل خود ای انباردار ** گندم خود را به ارض الله سپار
- Ey ambar sahibi, sözü aklından duy da buğdayını Tanrı yerine saç!