جان چو باز و تن مرورا کندهای ** پای بسته پر شکسته بندهای 2280
Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır.
چونک هوشش رفت و پایش بر گشاد ** میپرد آن باز سوی کیقباد
Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad'a uçar gider.
چونک دریاهای رحمت جوش کرد ** سنگها هم آب حیوان نوش کرد
Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer.
ذرهی لاغر شگرف و زفت شد ** فرش خاکی اطلس و زربفت شد
Zayıf zerre değerlenir, büyür. Topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.
مردهی صدساله بیرون شد ز گور ** دیو ملعون شد به خوبی رشک حور
Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel'un Şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler.
این همه روی زمین سرسبز شد ** چوب خشک اشکوفه کرد و نغز شد 2285
Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyva verir, tazeleşir.
گرگ با بره حریف می شده ** ناامیدان خوشرگ و خوش پی شده
Kurt, kuzuyla eş olur. Ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.
یافته شدن گوهر و حلالی خواستن حاجبکان و کنیزکان شاهزاده از نصوح
İncinin bulunması ve sultanın hizmetçi ve halayıklarının Nasuh'tan helâllık dilemeleri
بعد از آن خوفی هلاک جان بده ** مژدهها آمد که اینک گم شده
Canı helak eden o korkudan sonra "Kaybolan inci, işte buracıkta" diye müjdeler geldi.
بانگ آمد ناگهان که رفت بیم ** یافت شد گم گشته آن در یتیم
Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değen bulunmaz eşsiz inci bulundu.
یافت شد واندر فرح در بافتیم ** مژدگانی ده که گوهر یافتیم
İnci bulundu, biz de neşelere daldık. Müjde verin, inci bulundu.
از غریو و نعره و دستک زدن ** پر شده حمام قد زال الحزن 2290
Hamam, halkın bağrışmasiyle, hüzün gitti feryadiyle, el çırpmasiyle doldu.
آن نصوح رفته باز آمد به خویش ** دید چشمش تابش صد روز بیش
Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü. yüzlerce aydın gün gördü.
می حلالی خواست از وی هر کسی ** بوسه میدادند بر دستش بسی
Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
بد گمان بردیم و کن ما را حلال ** گوشت تو خوردیم اندر قیل و قال
Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
زانک ظن جمله بر وی بیش بود ** زانک در قربت ز جمله پیش بود
Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.
خاص دلاکش بد و محرم نصوح ** بلک همچون دو تنی یک گشته روح 2295
Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı.
گوهر ار بردست او بردست و بس ** زو ملازمتر به خاتون نیست کس
Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
اول او را خواست جستن در نبرد ** بهر حرمت داشتش تاخیر کرد
Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
تا بود کان را بیندازد به جا ** اندرین مهلت رهاند خویش را
Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
این حلالیها ازو میخواستند ** وز برای عذر برمیخاستند
Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.
گفت بد فضل خدای دادگر ** ورنه زآنچم گفته شد هستم بتر 2300
Nasuh, "Bu bana Tanrı'nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben.
چه حلالی خواست میباید ز من ** که منم مجرمتر اهل زمن
Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.
آنچ گفتندم ز بد از صد یکیست ** بر من این کشفست ار کس را شکیست
Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçıktır bu.
کس چه میداند ز من جز اندکی ** از هزاران جرم و بد فعلم یکی
Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir.
من همی دانم و آن ستار من ** جرمها و زشتی کردار من
Suçlarımı ve kütü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Tanrım.
اول ابلیسی مرا استاد بود ** بعد از آن ابلیس پیشم باد بود 2305
Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu.
حق بدید آن جمله را نادیده کرد ** تا نگردم در فضیحت رویزرد
Yaptıklarımın hepsini Tanrı gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı.
باز رحمت پوستین دوزیم کرد ** توبهی شیرین چو جان روزیم کرد
Sonra da yine Tanrı rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti.
هر چه کردم جمله ناکرده گرفت ** طاعت ناکرده آورده گرفت
Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti.
همچو سرو و سوسنم آزاد کرد ** همچو بخت و دولتم دلشاد کرد
Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.
نام من در نامهی پاکان نوشت ** دوزخی بودم ببخشیدم بهشت 2310
Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı.
آه کردم چون رسن شد آه من ** گشت آویزان رسن در چاه من
Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı.
آن رسن بگرفتم و بیرون شدم ** شاد و زفت و فربه و گلگون شدم
O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılaştı.
در بن چاهی همیبودم زبون ** در همه عالم نمیگنجم کنون
Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum.
آفرینها بر تو بادا ای خدا ** ناگهان کردی مرا از غم جدا
Şükürler olsun sana yarabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın.
گر سر هر موی من یابد زبان ** شکرهای تو نیاید در بیان 2315
Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim.
میزنم نعره درین روضه و عیون ** خلق را یا لیت قومی یعلمون
Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka "Keşke kavmim bilseydi, Tanrı beni ne yüzden yarlığadı" diye nara atmaktayım dedi.
باز خواندن شهزاده نصوح را از بهر دلاکی بعد از استحکام توبه و قبول توبه و بهانه کردن او و دفع گفتن
Sultanın, Nasuh'u tövbesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra tekrar tellâklığa çağırması, ve onun bahaneler bularak gitmemesi
بعد از آن آمد کسی کز مرحمت ** دختر سلطان ما میخواندت
Ondan sonra birisi gelip Nasuh'a iltifat ederek dedi ki: Padişahımızın kızı, seni çağırıyor.
دختر شاهت همیخواند بیا ** تا سرش شویی کنون ای پارسا
Ey temiz kişi, padişahın kızı seni istemede, gel de başını yıka.
جز تو دلاکی نمیخواهد دلش ** که بمالد یا بشوید با گلش
Gönlü, senden başka bir tellâk istemiyor. Onu ovmak, kille yıkamak, senin işin.
گفت رو رو دست من بیکار شد ** وین نصوح تو کنون بیمار شد 2320
Nasuh, yürü yürü dedi, elim işten kurtuldu benim. Senin Nasuh'un hastalandı şimdi.
رو کسی دیگر بجو اشتاب و تفت ** که مرا والله دست از کار رفت
Yürü, koş, acele bir başkasını bul. Tanrı hakkıyçin benim elim, işe varmıyor artık.
با دل خود گفت کز حد رفت جرم ** از دل من کی رود آن ترس و گرم
Kendi kendisine de suç, hadden aştı. Gönlümden o korku, o elem nasıl gider?
من بمردم یک ره و باز آمدم ** من چشیدم تلخی مرگ و عدم
Ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. Ben ölüm ve yokluk acısını tattım.
توبهای کردم حقیقت با خدا ** نشکنم تا جان شدن از تن جدا
Tanrı'ya sağlam tövbe ettim. Canım, bedenimden ayrılmadıkça bu tövbeyi bozmam.
بعد آن محنت کرا بار دگر ** پا رود سوی خطر الا که خر 2325
O mihneti gördükten sonra ancak eşek olanın ayağı, tehlikenin bulunduğu tarafa gider diyordu.
حکایت در بیان آنک کسی توبه کند و پشیمان شود و باز آن پشیمانیها را فراموش کند و آزموده را باز آزماید در خسارت ابد افتد چون توبهی او را ثباتی و قوتی و حلاوتی و قبولی مدد نرسد چون درخت بیبیخ هر روز زردتر و خشکتر نعوذ بالله
Birisi tövbe eder, pişman olur, sonra o nedameti unutur da deneneni yine denemeye kalkarsa ebedî olarak ziyana düşer. Tövbesinde sebatı, kuvveti olmaz, o tövbeden bir halâvet duymaz ve tövbesi kabul edilmezse, Tanrı'ya sığınırız, Köksüz ağaca benzer. Her gün biraz daha sararır, biraz daha kurur.
گازری بود و مر او را یک خری ** پشت ریش اشکم تهی و لاغری
Bir çiftçinin bir eşeği vardı. Beli yaralı, karnı bomboş, tamamiyle arık bir haldeydi.
در میان سنگ لاخ بیگیاه ** روز تا شب بینوا و بیپناه
Gündüzün, ta gecelere kadar otsuz kayalıklarda gıdasız, koruyucusuz aç biilâç dolaşır dururdu.
بهر خوردن جز که آب آنجا نبود ** روز و شب بد خر در آن کور و کبود
Oralarda içecek sudan başka bir şey yoktu. Eşek gece gündüz yas, matem içindeydi.
آن حوالی نیستان و بیشه بود ** شیر بود آنجا که صیدش پیشه بود
Oralarda bir kamışlık, bir orman vardı. Orada da işi gücü avlanmak olan bir aslan vardı.