-
لیک نور سالکی کز حد گذشت ** نور او پر شد بیابانها و دشت
- Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur.
-
شاهدیاش فارغ آمد از شهود ** وز تکلفها و جانبازی و جود
- Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
-
نور آن گوهر چو بیرون تافتست ** زین تسلسها فراغت یافتست
- O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.
-
پس مجو از وی گواه فعل و گفت ** که ازو هر دو جهان چون گل شکفت 245
- Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır.
-
این گواهی چیست اظهار نهان ** خواه قول و خواه فعل و غیر آن
- İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
-
که عرض اظهار سر جوهرست ** وصف باقی وین عرض بر معبرست
- Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
-
این نشان زر نماند بر محک ** زر بماند نیک نام و بی ز شک
- Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
-
این صلات و این جهاد و این صیام ** هم نماند جان بماند نیکنام
- Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.
-
جان چنین افعال و اقوالی نمود ** بر محک امر جوهر را بسود 250
- Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü;
-
که اعتقادم راستست اینک گواه ** لیک هست اندر گواهان اشتباه
- İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.
-
تزکیه باید گواهان را بدان ** تزکیش صدقی که موقوفی بدان
- Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
-
حفظ لفظ اندر گواه قولیست ** حفظ عهد اندر گواه فعلیست
- Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
-
گر گواه قول کژ گوید ردست ** ور گواه فعل کژ پوید ردست
- Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.
-
قول و فعل بیتناقض بایدت ** تا قبول اندر زمان بیش آیدت 255
- Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin.
-
سعیکم شتی تناقض اندرید ** روز میدوزید شب بر میدرید
- “Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
-
پس گواهی با تناقض کی شنود ** یا مگر حلمی کند از لطف خود
- Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
-
فعل و قول اظهار سرست و ضمیر ** هر دو پیدا میکند سر ستیر
- Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
-
چون گواهت تزکیه شد شد قبول ** ورنه محبوس است اندر مول مول
- Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
-
تا تو بستیزی ستیزند ای حرون ** فانتظرهم انهم منتظرون 260
- A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!..
-
عرضه کردن مصطفی علیهالسلام شهادت را بر مهمان خویش
- Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
-
این سخن پایان ندارد مصطفی ** عرضه کرد ایمان و پذرفت آن فتی
- Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
-
آن شهادت را که فرخ بوده است ** بندهای بسته را بگشوده است
- O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
-
گشت مؤمن گفت او را مصطفی ** که امشبان هم باش تو مهمان ما
- İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
-
گفت والله تا ابد ضیف توم ** هر کجا باشم بهر جا که روم
- Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
-
زنده کرده و معتق و دربان تو ** این جهان و آن جهان بر خوان تو 265
- Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de.
-
هر که بگزیند جزین بگزیده خوان ** عاقبت درد گلویش ز استخوان
- Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.
-
هر که سوی خوان غیر تو رود ** دیو با او دان که همکاسه بود
- Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.
-
هر که از همسایگی تو رود ** دیو بیشکی که همسایهش شود
- Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.
-
ور رود بیتو سفر او دوردست ** دیو بد همراه و همسفرهی ویست
- Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.
-
ور نشیند بر سر اسپ شریف ** حاسد ماهست دیو او را ردیف 270
- Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur.
-
ور بچه گیرد ازو شهناز او ** دیو در نسلش بود انباز او
- Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak kesilir.
-
در نبی شارکهم گفتست حق ** هم در اموال و در اولاد ای شفق
- Allah Kur’anda “Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmuştur.
-
گفت پیغامبر ز غیب این را جلی ** در مقالات نوادر با علی
- Peygamber bunu Ali’ye değer biçilmez sözleri arasında açıkça söylemiştir.
-
یا رسولالله رسالت را تمام ** تو نمودی همچو شمس بیغمام
- Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.
-
این که تو کردی دو صد مادر نکرد ** عیسی از افسونش با عازر نکرد 275
- Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı.
-
از تو جانم از اجل نک جان ببرد ** عازر ار شد زنده زان دم باز مرد
- Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu. Azer de dirildi ama o anda yine öldü.
-
گشت مهمان رسول آن شب عرب ** شیر یک بز نیمه خورد و بست لب
- Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi.
-
کرد الحاحش بخور شیر و رقاق ** گفت گشتم سیر والله بینفاق
- Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum.
-
این تکلف نیست نی ناموس و فن ** سیرتر گشتم از آنک دوش من
- Bu, ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.
-
در عجب ماندند جمله اهل بیت ** پر شد این قندیل زین یک قطره زیت 280
- Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytin yağı ile nasıl doldu diye hayretlere düştüler.
-
آنچ قوت مرغ بابیلی بود ** سیری معدهی چنین پیلی شود
- Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.
-
فجفجه افتاد اندر مرد و زن ** قدر پشه میخورد آن پیلتن
- Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye fısıldaşmaya başladılar.
-
حرص و وهم کافری سرزیر شد ** اژدها از قوت موری سیر شد
- Kafirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu.
-
آن گدا چشمی کفر از وی برفت ** لوت ایمانیش لمتر کرد و زفت
- Kafirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi.
-
آنک از جوع البقر او میطپید ** همچو مریم میوهی جنت بدید 285
- Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü.
-
میوهی جنت سوی چشمش شتافت ** معدهی چون دوزخش آرام یافت
- Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı.
-
ذات ایمان نعمت و لوتیست هول ** ای قناعت کرده از ایمان به قول
- Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
-
بیان آنک نور که غذای جانست غذای جسم اولیا میشود تا او هم یار میشود روح را کی اسلم شیطانی علی یدی
- ”Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha eş ve dost olmak için velilerin cisimlerine gıda olur.
-
گرچه آن مطعوم جانست و نظر ** جسم را هم زان نصیبست ای پسر
- Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır.
-
گر نگشتی دیو جسم آن را اکول ** اسلم الشیطان نفرمودی رسول
- Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı.
-
دیو زان لوتی که مرده حی شود ** تا نیاشامد مسلمان کی شود 290
- Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur?
-
دیو بر دنیاست عاشق کور و کر ** عشق را عشقی دگر برد مگر
- Şeytan dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir.