English    Türkçe    فارسی   

5
3197-3246

  • متصل چون شد دلت با آن عدن  ** هین بگو مهراس از خالی شدن 
  • Gönlün,o cennete dolaştı mi,o kaynakla birleşti mi artık kendine gel, boşalmadan korkma.
  • امر قل زین آمدش کای راستین  ** کم نخواهد شد بگو دریاست این 
  • Tanrı, ey doğru özlü Peygamber, söyle dedi. Çünkü bu,denizdir,söyle,azalmaz.
  • انصتوا یعنی که آبت را بلاغ  ** هین تلف کم کن که لب‌خشکست باغ 
  • Yine "Susun ve dinleyin" dendi. Yani kendinize gelin, suyunuzu telef etmeyin, bağ susuzdur.
  • این سخن پایان ندارد ای پدر  ** این سخن را ترک کن پایان نگر  3200
  • Babacığım, bu sözün sonu gelmez. Bu sözü bırak da sonuna bak.
  • غیرتم آید که پیشت بیستند  ** بر تو می‌خندند عاشق نیستند 
  • Gayretim koymuyor, senin önünde dursunlar, âşık olmadıkları halde sana gülsünler!
  • عاشقانت در پس پرده‌ی کرم  ** بهر تو نعره‌زنان بین دم بدم 
  • Aşıkların, anbean kerem perdesi ardında senin için nara atmadalar.
  • عاشق آن عاشقان غیب باش  ** عاشقان پنج روزه کم تراش 
  • Sen de o gayp âşıklarına âşık ol,şu beş günlük âşıklara pek aldırış etme.
  • که بخوردندت ز خدعه و جذبه‌ای  ** سالها زیشان ندیدی حبه‌ای 
  • Bunlar, hileyle, düzenle seni yerler. Yıllardır bunlardan bir habbe bile görmedin.
  • چند هنگامه نهی بر راه عام  ** گام خستی بر نیامد هیچ کام  3205
  • Halkın yoluna niceye bir hengâme salıp duracaksın? Ayağın mecruh senin,hiçbir muradına ermedin gitti.
  • وقت صحت جمله یارند و حریف  ** وقت درد و غم به جز حق کو الیف 
  • İyilik, hoşluk zamanında hepsi dosttur,eştir. Fakat dert ve gam zamanı Tanrı'dan başka kim sana dost?
  • وقت درد چشم و دندان هیچ کس  ** دست تو گیرد به جز فریاد رس 
  • Gözün, dişin ağrıdığı zaman feryada erişen Tanrı'dan başka elinden tutan var mi?
  • پس همان درد و مرض را یاد دار  ** چون ایاز از پوستین کن اعتبار 
  • Sen de o hastalık, o dert zamanını hatırla da Eyaz gibi postuna bak, ibret al.
  • پوستین آن حالت درد توست  ** که گرفتست آن ایاز آن را به دست 
  • Pösteki, senin o derde düştüğün zamanki halindir.Eyaz, onun için onu saklamıştır.
  • باز جواب گفتن آن کافر جبری آن سنی را کی باسلامش دعوت می‌کرد و به ترک اعتقاد جبرش دعوت می‌کرد و دراز شدن مناظره از طرفین کی ماده‌ی اشکال و جواب را نبرد الا عشق حقیقی کی او را پروای آن نماند و ذلک فضل الله یتیه من یشاء 
  • Yine o kâfir cebrînin kendisini İslama davet eden, cebir inanışını bırakmaya teşvik edip duran sünniye cevap vermesi, sual ve cevabın iki taraflı olarak uzayıp gitmesi. Müşkül olan şeyi ve cevap verme kudretini ancak hakikî aşk halleder, kesip atar, aşkın sualden, cevaptan pervası yoktur. "Ve bu da Tanrı'nın ihsanıdır, dilediğine verir."
  • کافر جبری جواب آغاز کرد  ** که از آن حیران شد آن منطیق مرد  3210
  • Cebrî kâfir, öyle bir cevap vermeye girişti ki müslümanın mantığı, âdeta cevaptan âciz kaldı,şaşırdı.
  • لیک گر من آن جوابات و سال  ** جمله را گویم بمانم زین مقال 
  • Fakat ben o cevaplarla sualleri hep söylersem söyliyeceğim sözü bırakmalıyım.
  • زان مهم‌تر گفتنیها هستمان  ** که بدان فهم تو به یابد نشان 
  • Halbuki bizim ondan daha mühim söyliyeceğimiz şeyler var ki onlarla anlayışın daha ziyadeleşir.
  • اندکی گفتیم زان بحث ای عتل  ** ز اندکی پیدا بود قانون کل 
  • Onun için o sual cevabı azıcık ve kısaca anlattık. Bütün, azla meydana çıkar zaten.
  • هم‌چنین بحثست تا حشر بشر  ** در میان جبری و اهل قدر 
  • Esasen kadere inanmıyanla cebrî arasındaki bu bahis, mahşere kadar sürer gider.
  • گر فرو ماندی ز دفع خصم خویش  ** مذهب ایشان بر افتادی ز پیش  3215
  • Hasmını alt edemeseydin onun mezhebine uyar, onun yolunu tutardın.
  • چون برون‌شوشان نبودی در جواب  ** پس رمیدندی از آن راه تباب 
  • Onlar da cevapta âciz kalsalardı o bozuk yoldan dönerlerdi.
  • چونک مقضی بد دوام آن روش  ** می‌دهدشان از دلایل پرورش 
  • Fakat bu gidişin böyle olması lâzım ki onların hepsi,delillerle yollarının doğruluğuna kanmadalar.
  • تا نگردد ملزم از اشکال خصم  ** تا بود محجوب از اقبال خصم 
  • Kimsenin, hasmın müşkül suallerini cevapsız bırakmaması, düşmanın devlet ve ikbalinden mahcup olması, o devleti görmemesi lâzım ki,
  • تا که این هفتاد و دو ملت مدام  ** در جهان ماند الی یوم القیام 
  • Bu yetmiş iki fırka, kıyamete kadar âlemde kalsın.
  • چون جهان ظلمتست و غیب این  ** از برای سایه می‌باید زمین  3220
  • Çünkü bu âlem, karanlıklar ve gayb âlemidir. Gölge için bir yeryüzü lâzım.
  • تا قیامت ماند این هفتاد و دو  ** کم نیاید مبتدع را گفت و گو 
  • Kıyamete dek şu yetmiş iki fırka kalmadı ki bid'at yolunu tutanın dedikodusu eksilmesin .
  • عزت مخزن بود اندر بها  ** که برو بسیار باشد قفلها 
  • Değerli olan hazinenin birçok kilitleri olur. Hazinenin değeri bundan anlaşılır.
  • عزت مقصد بود ای ممتحن  ** پیچ پیچ راه و عقبه و راه‌زن 
  • Maksadın yüceliği de ey sınanan adam, yolun sıkıntısından, yolda aşılmaz geçitler ve yol kesiciler bulunmasından belli olur.
  • عزت کعبه بود و آن نادیه  ** ره‌زنی اعراب و طول بادیه 
  • Kâbenin şerefi, o sıkıntılarda, çöl Araplarının yol kesiciliğinde ve çölün uzunluğundadır.
  • هر روش هر ره که آن محمود نیست  ** عقبه‌ای و مانعی و ره‌زنیست  3225
  • İyi olan her gidişin, her yolun bir tehlikesi, bir manii, bir yol kesiciliği vardır.
  • این روش خصم و حقود آن شده  ** تا مقلد در دو ره حیران شده 
  • Bu gidiş, öbürüne hasededer, düşman kesilir. Mukallit de iki yolun arasında şaşırır kalır.
  • صدق هر دو ضد بیند در روش  ** هر فریقی در ره خود خوش منش 
  • Her iki yolun doğruluğu, yürüyüşte birbirine zıd görünür. Her fırka, kendi yolunda hoştur, o yoldan memnundur.
  • گر جوابش نیست می‌بندد ستیز  ** بر همان دم تا به روز رستخیز 
  • Bir yolun yolcusu, cevap vermezse kavgaya girişir. Bu, ezelden kıyamete kadar böyle gelmiş, böyle gider.
  • که مهان ما بدانند این جواب  ** گرچه از ما شد نهان وجه صواب 
  • Her fırka, biz bilmeyiz ama ulularımız, buna cevap verebilir der.
  • پوزبند وسوسه عشقست و بس  ** ورنه کی وسواس را بستست کس  3230
  • Vesvesenin ağzını bağlıyan, ancak aşktır.Yoksa vesveseyi kim bağlıyabilmistir ki?
  • عاشقی شو شاهدی خوبی بجو  ** صید مرغابی همی‌کن جو بجو 
  • Yüzü güzel dilber ara da âşık ol. Dere dere dolan, bir su kuşu tut.
  • کی بری زان آب کان آبت برد  ** کی کنی زان فهم فهمت را خورد 
  • Yüzünün suyunu döken sudan ne elde edebilirsin? Anlayışını mahveden şeyden ne anlarsın?
  • غیر این معقولها معقولها  ** یابی اندر عشق با فر و بها 
  • Şu akılla anlaşılacak şeylerden başka aşkta, akılla anlaşılacak daha nice parlak ve güzel şeyler vardır.
  • غیر این عقل تو حق را عقلهاست  ** که بدان تدبیر اسباب سماست 
  • Tanrı'da senin bu aklından başka akıllar var ki gökyüzünün sebepleri onlarla tedbire girer.
  • که بدین عقل آوری ارزاق را  ** زان دگر مفرش کنی اطباق را  3235
  • Rızıklarını bu akılla elde dersin. Öbür akla gelince: Onunla yedi kat gökleri, kendine bir döşeme yaparsın.
  • چون ببازی عقل در عشق صمد  ** عشر امثالت دهد یا هفت‌صد 
  • Tanrı sevgisine düşer, aklınla oynarsan Tanrı, sana o aklın onlarca fazlasını, hattâ yedi yüzünü ihsan eder.
  • آن زنان چون عقلها درباختند  ** بر رواق عشق یوسف تاختند 
  • O kadındır, akıllarıyle oynadılar da Yusuf'un aşk sayvanına sıçradılar.
  • عقلشان یک‌دم ستد ساقی عمر  ** سیر گشتند از خرد باقی مرد 
  • Ömür sakisi, bir an onların akıllarını aldı, ömürlerinin sonuna kadar akla doydular, adını bile anmadılar.
  • اصل صد یوسف جمال ذوالجلال  ** ای کم از زن شو فدای آن جمال 
  • Ululuk ıssı Tanrı'nın güzelliğiyse yüzlerce Yusuf güzelliğinin de aslıdır. Ey kadından aşağı adam, o güzelliğe feda ol.
  • عشق برد بحث را ای جان و بس  ** کو ز گفت و گو شود فریاد رس  3240
  • Ey can, bahsi ancak akıl keser. Nerde insanı dedikodudan kurtarıp feryada yetişen biri?
  • حیرتی آید ز عشق آن نطق را  ** زهره نبود که کند او ماجرا 
  • O söze aşk yüzünden bir hayrettir gelir, macerayı nakletmeye takati kalmaz.
  • که بترسد گر جوابی وا دهد  ** گوهری از لنج او بیرون فتد 
  • Çünkü bir cevap verirse içindeki incinin düşeceğinden korkar.
  • لب ببندد سخت او از خیر و شر  ** تا نباید کز دهان افتد گهر 
  • O, hayırdan da adamakıllı dudağını yummuştur,, serden de. Ağzından incinin düşeceğinden ürker.
  • هم‌چنانک گفت آن یار رسول  ** چون نبی بر خواندی بر ما فصول 
  • Nitekim Peygamber'in dostu da demiştir ki: Peygamber, bize bir şeyden haber verdi, bir şey söyledi mi..
  • آن رسول مجتبی وقت نثار  ** خواستی از ما حضور و صد وقار  3245
  • O seçilmiş Peygamber, bu incileri saçtığı sırada bizden yüzlerce huzur, yüzlerce vekar isterdi.
  • آنچنان که بر سرت مرغی بود  ** کز فواتش جان تو لرزان شود 
  • Hani başında bir kuş olur da uçmasın diye canin titrer.