English    Türkçe    فارسی   

5
3715-3764

  • روسپی باشد که از جولان کیر  ** عقل او موشی شود شهوت چو شیر  3715
  • Orospu olur ki aletin dönüp dolaşması yüzünden aklı fareye döner, şehveti aslana.
  • وصیت کردن پدر دختر را کی خود را نگهدار تا حامله نشوی از شوهرت 
  • Bir babanın, kızına "Kendini koru, kocandan gebe kalma" diye tembihte bulunması
  • خواجه‌ای بودست او را دختری  ** زهره‌خدی مه‌رخی سیمین‌بری 
  • Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı.
  • گشت بالغ داد دختر را به شو  ** شو نبود اندر کفائت کفو او 
  • Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi.
  • خربزه چون در رسد شد آبناک  ** گر بنشکافی تلف گردد هلاک 
  • Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
  • چون ضرورت بود دختر را بداد  ** او بناکفوی ز تخویف فساد 
  • Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.
  • گفت دختر را کزین داماد نو  ** خویشتن پرهیز کن حامل مشو  3720
  • Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma.
  • کز ضرورت بود عقد این گدا  ** این غریب‌اشمار را نبود وفا 
  • Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz.
  • ناگهان به جهد کند ترک همه  ** بر تو طفل او بماند مظلمه 
  • Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır.
  • گفت دختر کای پدر خدمت کنم  ** هست پندت دل‌پذیر و مغتنم 
  • Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm.
  • هر دو روزی هر سه روزی آن پدر  ** دختر خود را بفرمودی حذر 
  • Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu.
  • حامله شد ناگهان دختر ازو  ** چون بود هر دو جوان خاتون و شو  3725
  • Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti.
  • از پدر او را خفی می‌داشتش  ** پنج ماهه گشت کودک یا که شش 
  • Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu.
  • گشت پیدا گفت بابا چیست این  ** من نگفتم که ازو دوری گزین 
  • Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi?
  • این وصیتهای من خود باد بود  ** که نکردت پند و وعظم هیچ سود 
  • Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi?
  • گفت بابا چون کنم پرهیز من  ** آتش و پنبه‌ست بی‌شک مرد و زن 
  • Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.
  • پنبه را پرهیز از آتش کجاست  ** یا در آتش کی حفاظست و تقاست  3730
  • Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir?
  • گفت من گفتم که سوی او مرو  ** تو پذیرای منی او مشو 
  • Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim.
  • در زمان حال و انزال و خوشی  ** خویشتن باید که از وی در کشی 
  • Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin.
  • گفت کی دانم که انزالش کیست  ** این نهانست و بغایت دوردست 
  • Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi.
  • گفت چشمش چون کلاپیسه شود  ** فهم کن که آن وقت انزالش بود 
  • Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince,
  • گفت تا چشمش کلاپیسه شدن  ** کور گشتست این دو چشم کور من  3735
  • Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!
  • نیست هر عقلی حقیری پایدار  ** وقت حرص و وقت خشم و کارزار 
  • Her bayağı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki!
  • وصف ضعیف دلی و سستی صوفی سایه پرورد مجاهده ناکرده درد و داغ عشق ناچشیده به سجده و دست‌بوس عام و به حرمت نظر کردن و بانگشت نمودن ایشان کی امروز در زمانه صوفی اوست غره شده و بوهم بیمار شده هم‌چون آن معلم کی کودکان گفتند کی رنجوری و با این وهم کی من مجاهدم مرا درین ره پهلوان می‌دانند با غازیان به غزا رفته کی به ظاهر نیز هنر بنمایم در جهاد اکبر مستثناام جهاد اصغر خود پیش من چه محل دارد خیال شیر دیده و دلیریها کرده و مست این دلیری شده و روی به بیشه نهاده به قصد شیر و شیر به زبان حال گفته کی کلا سوف تعلمون ثم کلا سوف تعلمون 
  • Nefsiyle savaşmamış, aşk derdi çekmemiş, gölgede yetişmiş, yalnız halkın kendisine secde etmesini, elini öpmesini, hürmetle bakıp "işte zamanede sofi budur" diye parmakla göstermesini dilediğinden sofilik yoluna girmiş biri vardı. Çocukların, sen hastasın diyerek hasta ettikleri muallim gibi bu da kendine gururlanıp vehimle hasta olarak ben cihat eriyim, bu yolda bana pehlivan diyorlar. Büyük savaşta eşim yoktur, küçük savaş bence nedir ki! Gazilerle savaşa gidip zahiren de hünerler göstermeliyim dedi ve savaşa gitti, ve savaşta yüreksizlik ve gevşeklik gösterdi. Âdeta aslanın hayalini görmüş, erlikler göstermiş, bu erliklerle sarhoş olup ormana aslan avlamaya gitmişti. Halbuki aslan hal diliyle ona diyordu ki: "Öyle değil.. Yakında bilir anlar., sonra yine yakında bilir, anlarsınız."
  • رفت یک صوفی به لشکر در غزا  ** ناگهان آمد قطاریق و وغا 
  • Bir sofi, askerle savaşa gitti. Ansızın savaş başladı.
  • ماند صوفی با بنه و خیمه و ضعاف  ** فارسان راندند تا صف مصاف 
  • Sofi, ağırlıklarla çadırda kalan zayıflarla beraber kaldı. Erler, ta savaş yerine kadar at sürdüler.
  • مثقلان خاک بر جا ماندند  ** سابقون السابقون در راندند 
  • Ağır kişiler, toprak gibi yerlerinde kala kaldılar, îleri gidenlerin ileri gidenleriyse yürüyüp ilerlediler.
  • جنگها کرده مظفر آمدند  ** باز گشته با غنایم سودمند  3740
  • Savaşlar edip üstün gelerek birçok ganimetlerle geri döndüler.
  • ارمغان دادند کای صوفی تو نیز  ** او برون انداخت نستد هیچ چیز 
  • Sen de al diye sofiye de armağan sundular. O, o armağanı attı, hiçbir şey almadı.
  • پس بگفتندش که خشمینی چرا  ** گفت من محروم ماندم از غزا 
  • Neden kızgınsın? dediler. Savaştan mahrum kaldım dedi.
  • زان تلطف هیچ صوفی خوش نشد  ** که میان غزو خنجر کش نشد 
  • Sofi, savaş safında hançer çekip savaşmadığı için bu iltifattan memnun olmadı.
  • پس بگفتندش که آوردیم اسیر  ** آن یکی را بهر کشتن تو بگیر 
  • Bunun üzerine esir getirdik dediler, birini al, öldür.
  • سر ببرش تا تو هم غازی شوی  ** اندکی خوش گشت صوفی دل‌قوی  3745
  • Başını kes de gazi ol. Sofi, buna biraz sevindi, yüreklendi.
  • که آب را گر در وضو صد روشنیست  ** چونک آن نبود تیمم کردنیست 
  • Suyla alınan aptestin yüzlerce aydınlığı, nuru, feri vardır ama su olmazsa teyemmüm edilir.
  • برد صوفی آن اسیر بسته را  ** در پس خرگه که آرد او غزا 
  • Sofi, bağlı esiri alıp gaza etmek üzere çadırın arkasına götürdü.
  • دیر ماند آن صوفی آنجا با اسیر  ** قوم گفتا دیر ماند آنجا فقیر 
  • Oraya tutsakla gitti ama biraz gecikti. Neden o yoksul bu kadar gecikti diye meraka düştüler.
  • کافر بسته دو دست او کشتنیست  ** بسملش را موجب تاخیر چیست 
  • İki eli bağlı tutsak. Onu öldürüvermeliydi. Öldürmede neden bu kadar gecikti, sebebi ne? dediler.
  • آمد آن یک در تفحص در پیش  ** دید کافر را به بالای ویش  3750
  • 3750Birisi, işi anlamak üzere ardından gitti. Bir de ne görsün? Kâfir, sofinin üstüne çıkmamış mı?
  • هم‌چو نر بالای ماده وآن اسیر  ** هم‌چو شیری خفته بالای فقیر 
  • Erkek, dişinin üstüne biner gibi o tutsak da yoksulun üstüne aslan gibi binmiş.
  • دستها بسته همی‌خایید او  ** از سر استیز صوفی را گلو 
  • Elleri bağlı olduğu halde hiddetle sofinin boynunu ısırmada.
  • گبر می‌خایید با دندان گلوش  ** صوفی افتاده به زیر و رفته هوش 
  • Dişleriyle boğazını dişlemede. Sofi, kâfirin altına düşmüş, aklı başından gitmiş.
  • دست‌بسته گبر و هم‌چون گربه‌ای  ** خسته کرده حلق او بی‌حربه‌ای 
  • Eli bağlı kâfir, bir kedi gibi, elinde mızrak olmadığı halde onu berbadetmiş,
  • نیم کشتش کرده با دندان اسیر  ** ریش او پر خون ز حلق آن فقیر  3755
  • Dişleriyle onu yarı öldürmüş. Boynundan akan kanla sakalı kıpkırmızı kesilmiş.
  • هم‌چو تو کز دست نفس بسته دست  ** هم‌چو آن صوفی شدی بی‌خویش و پست 
  • Sen de eli bağlı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düşmüş, kendinden geçmişsin.
  • ای شده عاجز ز تلی کیش تو  ** صد هزاران کوهها در پیش تو 
  • Yoldaki bir tepecikten âciz kalmışsın. Halbuki önünde yüz binlerce dağ var.
  • زین قدر خرپشته مردی از شکوه  ** چون روی بر عقبه‌های هم‌چو کوه 
  • Bu kadarcık bir tepeden korkup ölüye döndün, önünde aşılacak dağ gibi beller var, nasıl gideceksin?
  • غازیان کشتند کافر را بتیغ  ** هم در آن ساعت ز حمیت بی‌دریغ 
  • Gaziler, hiddete gelip derhal acımadan o kâfiri kılıçlayıp öldürdüler.
  • بر رخ صوفی زدند آب و گلاب  ** تا به هوش آید ز بی‌خویشی و خواب  3760
  • Kendine gelsin diye de sofinin yüzüne sular saçtılar, gül sulan serptiler.
  • چون به خویش آمد بدید آن قوم را  ** پس بپرسیدند چون بد ماجرا 
  • Sofi, kendine gelip onları görünce ne oldu yahu? diye sordular.
  • الله الله این چه حالست ای عزیز  ** این چنین بی‌هوش گشتی از چه چیز 
  • Ey aziz, Tanrı hakkı için bu ne hal? Neden böyle bu derece kendinden geçtin?
  • از اسیر نیم‌کشت بسته‌دست  ** این چنین بی‌هوش افتادی و پست 
  • Yarı ölmüş, elleri bağlı bir tutsaktan neden böyle korktun, aklın başından gitti, bu hale düştün?
  • گفت چون قصد سرش کردم به خشم  ** طرفه در من بنگرید آن شوخ‌چشم 
  • Sofi dedi ki: Başını keseceğim sırada o açgözlü, bana öyle bir hışımla baktı ki..