English    Türkçe    فارسی   

5
3814-3863

  • حیفش آمد که به زخمی جان دهد  ** جان ز دست صدق او آسان رهد 
  • Bir yarayla can vermeye açıklanır; doğruluğu elinden canının kolayca kurtulacağından üzülür!
  • حکایت آن مجاهد کی از همیان سیم هر روز یک درم در خندق انداختی به تفاریق از بهر ستیزه‌ی حرص و آرزوی نفس و وسوسه‌ی نفس کی چون می‌اندازی به خندق باری به یک‌بار بینداز تا خلاص یابم کی الیاس احدی الراحتین او گفته کی این راحت نیز ندهم 
  • Bir savaş eri, her gün gümüş parayla dolu torbasından bir kuruş çıkarır, hendeğe atardı. Nefsinden bir vesvese, bir hırs ve istek koptu. Mademki bu paraları hendeğe atıyorsun, bari birden at da şu eziyetten kurtulayım. Tamamiyle ümit kesiş de iki rahatlıktan biridir dedi. O er, nefsine, sana bu rahatlığı da vermeyeceğim dedi.
  • آن یکی بودش به کف در چل درم  ** هر شب افکندی یکی در آب یم  3815
  • Birisinin elinde kırk kuruşu vardı. Her gece birini denize atardı.
  • تا که گردد سخت بر نفس مجاز  ** در تانی درد جان کندن دراز 
  • Bu suretle de nefsine iyice eziyet etmek, yavaşlıkla onun can çekişmesini uzatmak isterdi.
  • با مسلمانان بکر او پیش رفت  ** وقت فر او وا نگشت از خصم تفت 
  • Müslümanlarla savaşa gider, onlar düşmandan yüz döndürseler bile o geri dönmezdi.
  • زخم دیگر خورد آن را هم ببست  ** بیست کرت رمح و تیر از وی شکست 
  • Bir kere daha yaralanır, onu da bağlardı. Belki yirmi kere bedeninde mızrak ve ok kırılırdı.
  • بعد از آن قوت نماند افتاد پیش  ** مقعد صدق او ز صدق عشق خویش 
  • Bu suretle savaşa savaşa nihayet kuvveti bitti, yere düştü. Aşkının doğruluğuyla doğruluk makamına ulaştı.
  • صدق جان دادن بود هین سابقوا  ** از نبی برخوان رجال صدقوا  3820
  • Doğruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur'an'dan "Erler vardır ki Tanrıyla ettikleri ahdi bozmadılar, ahıtlarına doğrulukla sarıldılar" âyetini okuyun!
  • این همه مردن نه مرگ صورتست  ** این بدن مر روح را چون آلتست 
  • Mademki bu beden, ruha bir alettir, şu halde bu hakiki ölüm değildir.
  • ای بسا خامی که ظاهر خونش ریخت  ** لیک نفس زنده آن جانب گریخت 
  • Nice ham kişiler vardır ki görünüşte kanlarını döktüler. Fakat nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı.
  • آلتش بشکست و ره‌زن زنده ماند  ** نفس زنده‌ست ارچه مرکب خون فشاند 
  • Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı. Bindiği at kanlar saçtı ama nefis diri.
  • اسپ کشت و راه او رفته نشد  ** جز که خام و زشت و آشفته نشد 
  • At öldü, yolu aşılmadı. Ancak ham, kötü, perişan bir halde kala kaldı.
  • گر بهر خون ریزیی گشتی شهید  ** کافری کشته بدی هم بوسعید  3825
  • Her kan döken şehit olsaydı öldürülen kâfir de kutlu bir şehit sayılırdı.
  • ای بسا نفس شهید معتمد  ** مرده در دنیا چو زنده می‌رود 
  • Nice şehit olmuş güvenilir kişiler de vardır ki dünyada ölürler, şehit olmuşlardır, fakat diri gibi yürür gezerler.
  • روح ره‌زن مرد و تن که تیغ اوست  ** هست باقی در کف آن غزوجوست 
  • Yol kesen ruh olmuştur, onun kılıcı olan beden bakidir ve o savaş arayan erin elindedir.
  • تیغ آن تیغست مرد آن مرد نیست  ** لیک این صورت ترا حیران کنیست 
  • Kılıcı, o kılıçtır, fakat, o adam değil. Fakat bu görünüş, seni şaşırtır.
  • نفس چون مبدل شود این تیغ تن  ** باشد اندر دست صنع ذوالمنن 
  • Nefis, değişti mi bu beden kılıcı, ihsan ve lütuflar sahibi Tanrı'nın elindedir.
  • آن یکی مردیست قوتش جمله درد  ** این دگر مردی میان‌تی هم‌چو گرد  3830
  • O öyle bir erdir ki gıdasız, tamamiyle dert. öbür erlik ise toz gibi ortası delik bir şeydir!
  • صفت کردن مرد غماز و نمودن صورت کنیزک مصور در کاغذ و عاشق شدن خلیفه‌ی مصر بر آن صورت و فرستادن خلیفه امیری را با سپاه گران بدر موصل و قتل و ویرانی بسیار کردن بهر این غرض 
  • Bîr adamın, Mısır halifesine kâğıda yapılmış bir cariye resmîni göstermesi, halifenin o resme âşık olarak Musul emîrinin cariyesi olan o kızı alıp getirmek üzere bir beyi Musul'a göndermesi, savaşta bu yüzden birçok adamın ölmesi, birçok yerin yıkılıp gitmesi
  • مر خلیفه‌ی مصر را غماز گفت  ** که شه موصل به حوری گشت جفت 
  • Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padişahının: huri gibi bir cariyesi olduğunu söyleyip dedi ki:
  • یک کنیزک دارد او اندر کنار  ** که به عالم نیست مانندش نگار 
  • Onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok.
  • در بیان ناید که حسنش بی‌حدست  ** نقش او اینست که اندر کاغذست 
  • Güzelliğinin haddi yok, söze sığmaz, anlatılmaz ki. işte resmi, şu kâğıtta, bir bak!
  • نقش در کاغذ چو دید آن کیقباد  ** خیره گشت و جام از دستش فتاد 
  • O ulu halife, kâğıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düştü.
  • پهلوانی را فرستاد آن زمان  ** سوی موصل با سپاه بس گران  3835
  • Derhal Musul'a büyük bir orduyla bir er gönderdi.
  • که اگر ندهد به تو آن ماه را  ** برکن از بن آن در و درگاه را 
  • Eğer o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamiyle yak yık.
  • ور دهد ترکش کن و مه را بیار  ** تا کشم من بر زمین مه در کنار 
  • Verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.
  • پهلوان شد سوی موصل با حشم  ** با هزاران رستم و طبل و علم 
  • Er, binlerce Rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düştü, Musul'a yollandı.
  • چون ملخها بی‌عدد بر گرد کشت  ** قاصد اهلاک اهل شهر گشت 
  • Sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler.
  • هر نواحی منجنیقی از نبرد  ** هم‌چو کوه قاف او بر کار کرد  3840
  • Savaş için her yana Kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu.
  • زخم تیر و سنگهای منجنیق  ** تیغها در گرد چون برق از بریق 
  • Oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı.
  • هفته‌ای کرد این چنین خون‌ریز گرم  ** برج سنگین سست شد چون موم نرم 
  • Savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu.
  • شاه موصل دید پیگار مهول  ** پس فرستاد از درون پیشش رسول 
  • Musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek,
  • که چه می‌خواهی ز خون مؤمنان  ** کشته می‌گردند زین حرب گران 
  • Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?
  • گر مرادت ملک شهر موصلست  ** بی‌چنین خون‌ریز اینت حاصلست  3845
  • Maksadın, Musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş.
  • من روم بیرون شهر اینک در آ  ** تا نگیرد خون مظلومان ترا 
  • Ben şehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın.
  • ور مرادت مال و زر و گوهرست  ** این ز ملک شهر خود آسان‌ترست 
  • Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi.
  • ایثار کردن صاحب موصل آن کنیزک را بدین خلیفه تا خون‌ریز مسلمانان بیشتر نشود 
  • Müslümanların kanları daha fazla dökülmesin diye Musul padişahının, o cariyeyi halifeye bağışlaması
  • چون رسول آمد به پیش پهلوان  ** داد کاغذ اندرو نقش و نشان 
  • Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi.
  • بنگر اندر کاغذ این را طالبم  ** هین بده ورنه کنون من غالبم 
  • Bu kâğıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
  • چون رسول آمد بگفت آن شاه نر  ** صورتی کم گیر زود این را ببر  3850
  • Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür.
  • من نیم در عهد ایمان بت‌پرست  ** بت بر آن بت‌پرست اولیترست 
  • Ben, iman ahdında puta tapanlardan değilim. Putun, puta tapanda olması daha doğru.
  • چونک آوردش رسول آن پهلوان  ** گشت عاشق بر جمالش آن زمان 
  • Elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal âşık oldu.
  • عشق بحری آسمان بر وی کفی  ** چون زلیخا در هوای یوسفی 
  • Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf'un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder.
  • دور گردونها ز موج عشق دان  ** گر نبودی عشق بفسردی جهان 
  • Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.
  • کی جمادی محو گشتی در نبات  ** کی فدای روح گشتی نامیات  3855
  • Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetişen nebatlar, nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi?
  • روح کی گشتی فدای آن دمی  ** کز نسیمش حامله شد مریمی 
  • Ruh, nasıl olur da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?
  • هر یکی بر جا ترنجیدی چو یخ  ** کی بدی پران و جویان چون ملخ 
  • Her biri, yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nerden çekirge gibi uçar, gıda arardı ki?
  • ذره ذره عاشقان آن کمال  ** می‌شتابد در علو هم‌چون نهال 
  • O yüceliğe âşık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yüceliğe koşmadalar.
  • سبح لله هست اشتابشان  ** تنقیه‌ی تن می‌کنند از بهر جان 
  • Onların bu koşmaları, "Tanrı'yı teşbih" tir. Can için bedeni temizlemededirler.
  • پهلوان چه را چو ره پنداشته  ** شوره‌اش خوش آمده حب کاشته  3860
  • O yiğit er de kuyuyu yol sanmış, çorak yerden hoşlanmış, oraya tohum ekmeye kalkışmıştı.
  • چون خیالی دید آن خفته به خواب  ** جفت شد با آن و از وی رفت آب 
  • O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla buluşur, düşü azar.
  • چون برفت آن خواب و شد بیدار زود  ** دید که آن لعبت به بیداری نبود 
  • Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamış.
  • گفت بر هیچ آب خود بردم دریغ  ** عشوه‌ی آن عشوه‌ده خوردم دریغ 
  • Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım.