-
ایش ابالی بالخلیفه فیالهوی ** استوی عندی وجودی والتوی
- Aşk ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlığımla ölümüm birdir bence diyordu.
-
این چنین سوزان و گرم آخر مکار ** مشورت کن با یکی خاوندگار
- Fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. Bir iş eriyle danış.
-
مشورت کو عقل کو سیلاب آز ** در خرابی کرد ناخنها دراز
- Fakat meşveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.
-
بین ایدی سد و سوی خلف سد ** پیش و پس کم بیند آن مفتون خد
- Bir güzele âşık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
-
آمده در قصدجان سیل سیاه ** تا که روبه افکند شیری به چاه 3870
- Kara sel, cana Kasdetmeye geldi mi bir tilki, aslanı kuyuya düşürür.
-
از چهی بنموده معدومی خیال ** تا در اندازد اسودا کالجبال
- Dağ gibi aslanlar, kuyuda olmıyan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.
-
هیچکس را با زنان محرم مدار ** که مثال این دو پنبهست و شرار
- Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, ateşle pamuğa benzer.
-
آتشی باید بشسته ز آب حق ** همچو یوسف معتصم اندر زهق
- Tanrı suyu ile yunmuş bir ateş gerek ki bulûğa erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin.
-
کز زلیخای لطیف سروقد ** همچو شیران خویشتن را واکشد
- Selvi boylu lâtif Zeliha'dan aslanlar gibi kendisini çeksin.
-
بازگشت از موصل و میشد به راه ** تا فرود آمد به بیشه و مرجگاه 3875
- O yiğit er de Musul'dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi.
-
آتش عشقش فروزان آن چنان ** که نداند او زمین از آسمان
- Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
-
قصد آن مه کرد اندر خیمه او ** عقل کو و از خلیفه خوف کو
- Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
-
چون زند شهوت درین وادی دهل ** چیست عقل تو فجل ابن الفجل
- Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp:
-
صد خلیفه گشته کمتر از مگس ** پیش چشم آتشینش آن نفس
- Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.
-
چون برون انداخت شلوار و نشست ** در میان پای زن آن زنپرست 3880
- O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu.
-
چون ذکر سوی مقر میرفت راست ** رستخیز و غلغل از لشکر بخاست
- Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
-
برجهید و کونبرهنه سوی صف ** ذوالفقاری همچو آتش او به کف
- Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı.
-
دید شیر نر سیه از نیستان ** بر زده بر قلب لشکر ناگهان
- Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş.
-
تازیان چون دیو در جوش آمده ** هر طویله و خیمه اندر هم زده
- Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş.
-
شیر نر گنبذ همیکرد از لغز ** در هوا چون موج دریا بیست گز 3885
- Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı.
-
پهلوان مردانه بود و بیحذر ** پیش شیر آمد چو شیر مست نر
- Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
-
زد به شمشیر و سرش را بر شکافت ** زود سوی خیمهی مهرو شتافت
- Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu.
-
چونک خود را او بدان حوری نمود ** مردی او همچنین بر پای بود
- O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
-
با چنان شیری به چالش گشت جفت ** مردی او مانده بر پای و نخفت
- Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
-
آن بت شیرینلقای ماهرو ** در عجب در ماند از مردی او 3890
- O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı.
-
جفت شد با او به شهوت آن زمان ** متحد گشتند حالی آن دو جان
- İstekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler..
-
ز اتصال این دو جان با همدگر ** میرسد از غیبشان جانی دگر
- Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir.
-
رو نماید از طریق زادنی ** گر نباشد از علوقش رهزنی
- Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir.
-
هر کجا دو کس به مهری یا به کین ** جمع آید ثالثی زاید یقین
- Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
-
لیک اندر غیب زاید آن صور ** چون روی آن سو ببینی در نظر 3895
- Fakat o suretler, gayp âleminde doğarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün.
-
آن نتایج از قرانات تو زاد ** هین مگرد از هر قرینی زود شاد
- O sonuçlar, senin birleşmelerinden doğdu. Kendine gel de her eşe hemen sevinme.
-
منتظر میباش آن میقات را ** صدق دان الحاق ذریات را
- Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulaşacağından emin ol.
-
کز عمل زاییدهاند و از علل ** هر یکی را صورت و نطق و طلل
- Onlar, amelden ve sebeplerden doğmuşlardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
-
بانگشان درمیرسد زان خوش حجال ** کای ز ما غافل هلا زوتر تعال
- O güzelim perdelerden sesleri erişir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
-
منتظر در غیب جان مرد و زن ** مول مولت چیست زوتر گام زن 3900
- Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.
-
راه گم کرد او از آن صبح دروغ ** چون مگس افتاد اندر دیگ دوغ
- O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte.
-
پشیمان شدن آن سرلشکر از آن خیانت کی کرد و سوگند دادن او آن کنیزک را کی به خلیفه باز نگوید از آنچ رفت
- Başkomutanın, yaptığı cinayetten pişman olarak o halayıkcağıza, bu işi Halifeye söylememesi için ant vermesi
-
چند روزی هم بر آن بد بعد از آن ** شد پشیمان او از آن جرم گران
- Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
-
داد سوگندش کای خورشیدرو ** با خلیفه زینچ شد رمزی مگو
- Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
-
چون ندید او را خلیفه مست گشت ** پس ز بام افتاد او را نیز طشت
- Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
-
دید صد چندان که وصفش کرده بود ** کی بود خود دیده مانند شنود 3905
- Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi?
-
وصف تصویرست بهر چشم هوش ** صورت آن چشم دان نه زان گوش
- Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.
-
کرد مردی از سخندانی سال ** حق و باطل چیست ای نیکو مقال
- Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
-
گوش را بگرفت و گفت این باطلست ** چشم حقست و یقینش حاصلست
- O er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
-
آن به نسبت باطل آمد پیش این ** نسبتست اغلب سخنها ای امین
- O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.
-
ز آفتاب ار کرد خفاش احتجاب ** نیست محجوب از خیال آفتاب 3910
- Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir.
-
خوف او را خود خیالش میدهد ** آن خیالش سوی ظلمت میکشد
- Korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker.
-
آن خیال نور میترساندش ** بر شب ظلمات میچفساندش
- Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
-
از خیال دشمن و تصویر اوست ** که تو بر چفسیدهای بر یار و دوست
- Sen, düşmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmışsındır.
-
موسیا کشفت لمع بر که فراشت ** آن مخیل تاب تحقیقت نداشت
- Ey Musa sana keşfedilen tecelli nurları, dağa vurdu. Fakat o hayaller kuran dağ, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
-
هین مشو غره بدانک قابلی ** مر خیالش را و زین ره واصلی 3915
- Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulaşacağını umma.