مر عصا را چشم موسی چوب دید ** چشم غیبی افعی و آشوب دید
Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
چشم سر با چشم سر در جنگ بود ** غالب آمد چشم سر حجت نمود 3935
Baş göziyle can gözü savaştaydı, can gözü, üstün geldi, delil gösterdi
چشم موسی دست خود را دست دید ** پیش چشم غیب نوری بد پدید
Musa'nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karşı o elden bit nurdur parladı.
این سخن پایان ندارد در کمال ** پیش هر محروم باشد چون خیال
Bu söz, kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmıyan mahrumlara hayal görünür.
چون حقیقت پیش او فرج و گلوست ** کم بیان کن پیش او اسرار دوست
Çünkü onca hakikat, ferçten ve boğazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.
پیش ما فرج و گلو باشد خیال ** لاجرم هر دم نماید جان جمال
Bizce fere, ve boğaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.
هر که را فرج و گلو آیین و خوست ** آن لکم دین ولی دین بهر اوست 3940
Kim ferç ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine âdet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak "Sizin dininiz sizin, benimki benim" sözünden ibarettir.
با چنان انکار کوته کن سخن ** احمدا کم گوی با گبر کهن
Böyle bir inkâra karşı sözü kısa kes. Ey Ahmet, eski kâfirle az konuş!
آمدن خلیفه نزد آن خوبروی برای جماع
Halifenin, buluşmak üzere o güzelin yanına gelmesi
آن خلیفه کرد رای اجتماع ** سوی آن زن رفت از بهر جماع
Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti.
ذکر او کرد و ذکر بر پای کرد ** قصد خفت و خیز مهرافزای کرد
Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi.
چون میان پای آن خاتون نشست ** پس قضا آمد ره عیشش ببست
Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı.
خشت و خشت موش در گوشش رسید ** خفت کیرش شهوتش کلی رمید 3945
Farenin catırdısı kulağına değdi. Aleti indi, uyudu, şehveti tamamiyle kaçtı.
وهم آن کز مار باشد این صریر ** که همیجنبد بتندی از حصیر
Bu ıslık, yılan ıslığı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.
خنده گرفتن آن کنیزک را از ضعف شهوت خلیفه و قوت شهوت آن امیر و فهم کردن خلیفه از خندهی کنیزک
Cariyeciğin, Halifenin şehvetinin zayıflığını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye başlaması ve Halifenin bu gülüşten bir şey anlaması
زن بدید آن سستی او از شگفت ** آمد اندر قهقهه خندهش گرفت
Cariye, Halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmtğe başladı.
یادش آمد مردی آن پهلوان ** که بکشت او شیر و اندامش چنان
O erin, aslanı öldürüp geldiği halde hâlâ aletinin inmediğini hatırladı.
غالب آمد خندهی زن شد دراز ** جهد میکرد و نمیشد لب فراز
Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
سخت میخندید همچون بنگیان ** غالب آمد خنده بر سود و زیان 3950
Esrara alışık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmişti, ziyanına da.
هرچه اندیشید خنده میفزود ** همچو بند سیل ناگاهان گشود
Ne düşündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdiği şeyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden yıkılmıştı.
گریه و خنده غم و شادی دل ** هر یکی را معدنی دان مستقل
Ağlayış, gülüş gönlün gamı, neşesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır.
هر یکی را مخزنی مفتاح آن ** ای برادر در کف فتاح دان
Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı'nın elindedir.
هیچ ساکن مینشد آن خنده زو ** پس خلیفه طیره گشت و تندخو
Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.
زود شمشیر از غلافش بر کشید ** گفت سر خنده واگو ای پلید 3955
Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle.
در دلم زین خنده ظنی اوفتاد ** راستی گو عشوه نتوانیم داد
Bu gülüşten gönlüme bir şüphe düştü. Hileye kalkışma, doğru söyle.
ور خلاف راستی بفریبیم ** یا بهانهی چرب آری تو به دم
Yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir bahane icat edersen,
من بدانم در دل من روشنیست ** بایدت گفتن هر آنچ گفتنیست
Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Doğruyu söylemek gerek vesselam.'
در دل شاهان تو ماهی دان سطبر ** گرچه گه گه شد ز غفلت زیر ابر
Bil ki padişahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
یک چراغی هست در دل وقت گشت ** وقت خشم و حرص آید زیر طشت 3960
Gönülde gezip dolaşma zamanı bir ışık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde liğen altında gizlenir.
آن فراست این زمان یار منست ** گر نگویی آنچ حق گفتنست
O anlayış, şimdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen,
من بدین شمشیر برم گردنت ** سود نبود خود بهانه کردنت
Bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez.
ور بگویی راست آزادت کنم ** حق یزدان نشکنم شادت کنم
Doğru söylersen seni azad ederim. Tanrı hakkı için neşeni kırmam.
هفت مصحف آن زمان برهم نهاد ** خورد سوگند و چنین تقریر داد
Yedi mushafı birbiri üstüne koyup sözünü tutacağına yemin etti.
فاش کردن آن کنیزک آن راز را با خلیفه از زخم شمشیر و اکراه خلیفه کی راست گو سبب این خنده را و گر نه بکشمت
Cariyeceğizin kılıç korkusiyle o sırrı Halifeye açması, Halifenin doğru söyle, bu gülüşün sırrını bildir, yoksa seni öldürürüm demesi
زن چو عاجز شد بگفت احوال را ** مردی آن رستم صد زال را 3965
Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl'e bedel olan Rüstem'in erliğini söyledi.
شرح آن گردک که اندر راه بود ** یک به یک با آن خلیفه وا نمود
Yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti.
شیر کشتن سوی خیمه آمدن ** وان ذکر قایم چو شاخ کرگدن
Erin kılıcını çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi.
باز این سستی این ناموسکوش ** کو فرو مرد از یکی خش خشت موش
Ondan sonra namuslu Halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi.
رازها را میکند حق آشکار ** چون بخواهد رست تخم بد مکار
Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
آب و ابر و آتش و این آفتاب ** رازها را می برآرد از تراب 3970
Su, bulut, ateş ve bu güneş, sırlan toprağın altından çıkarır.
این بهار نو ز بعد برگریز ** هست برهان وجود رستخیز
Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlığına bir delildir.
در بهار آن سرها پیدا شود ** هر چه خوردست این زمین رسوا شود
Bahar, o sırları meydana kor, şu yeryüzü ne yediyse rüsvay olur;
بر دمد آن از دهان و از لبش ** تا پدید آید ضمیر و مذهبش
Yedikleri, ağzından, dudaklarından biter, çıkar. içindeki neyse meydana gelir.
سر بیخ هر درختی و خورش ** جملگی پیدا شود آن بر سرش
Her ağacın kökündeki sır ve o ağacın yemişi tamamiyle üstünde görünür.
هر غمی کز وی تو دل آزردهای ** از خمار می بود کان خوردهای 3975
Gönlünü inciten her gam, içtiğin şarabın tesiriyledir.
لیک کی دانی که آن رنج خمار ** از کدامین می بر آمد آشکار
Fakat nerden bileceksin o mahmurluk, o baş ağrısı, hangi şaraptan meydana geldi?
این خمار اشکوفهی آن دانه است ** آن شناسد کاگه و فرزانه است
Bu baş ağrısının, o tanenin meyvasından olduğunu aklı, fikri olan anlar.
شاخ و اشکوفه نماند دانه را ** نطفه کی ماند تن مردانه را
Dalla meyva, tohuma benzemez. Meni, hiç insanın bedenine benzer mi?
نیست مانندا هیولا با اثر ** دانه کی ماننده آمد با شجر
Heyula, esere benzemezken tohum, hiç ağaca benzer mi?
نطفه از نانست کی باشد چو نان ** مردم از نطفهست کی باشد چنان 3980
Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? insan, meniden olur, fakat hiç meni gibi midir?
جنی از نارست کی ماند به نار ** از بخارست ابر و نبود چون بخار
Cin, ateşten yaratılmıştır, fakat nerden ateşe benzer? Bulut buhardandır, fakat buhar gibi değildir ki.
از دم جبریل عیسی شد پدید ** کی به صورت همچو او بد یا ندید
İsa, Cebrail'in üfürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakımından onun gibi midir, yahut ona benzer mi?
آدم از خاکست کی ماند به خاک ** هیچ انگوری نمیماند به تاک
Âdem, topraktan yaratılmıstır, toprağa benzemez. Hiçbir üzüm, üzüm çotuğu gibi değildir.