-
سر فرود انداختند آن مهتران ** عذرجویان گشه زان نسیان به جان
- Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler.
-
از دل هر یک دو صد آه آن زمان ** همچو دودی میشدی تا آسمان
- O anda her birinin gönlünden belki iki yüz kere ah çıktı bir duman gibi ta göğe kadar ulaştı.
-
کرد اشارت شه به جلاد کهن ** که ز صدرم این خسان را دور کن 4085
- Padişah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklaştır!
-
این خسان چه لایق صدر مناند ** کز پی سنگ امر ما را بشکنند
- Bu aşağılık adamlar, bu yüce makama lâyık değiller. Bir taş için benim buyruğumu reddettiler.
-
امر ما پیش چنین اهل فساد ** بهر رنگین سنگ شد خوار و کساد
- Buyruğum, bu çeşit fesatçılarca bir boyalı taş için hor hakir oldu.
-
قصد شاه به کشتن امرا و شفاعت کردن ایاز پیش تخت سلطان کی ای شاه عالم العفو اولی
- Padişahın beylerin öldürülmesini emretmesi, Eyaz'ın "Af, daha doğrudur" diye şefaata bulunması
-
پس ایاز مهرافزا بر جهید ** پیش تخت آن الغ سلطان دوید
- Bunun üzerine merhametli Eyaz, sıçradı, o ulu Padişahın tahtına doğru koştu.
-
سجدهای کرد و گلوی خود گرفت ** کای قبادی کز تو چرخ آرد شگفت
- Secde edip boğazını tutarak, padişahım dedi, senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gökyüzü bile hayran olmuştur.
-
ای همایی که همایان فرخی ** از تو دارند و سخاوت هر سخی 4090
- Ey hüma kuşu, hümalar kutluluğu senden bulur, cömertler, cömertliğe senden ererler.
-
ای کریمی که کرمهای جهان ** محو گردد پیش ایثارت نهان
- Ey kerem sahibi, âlemdeki kerem ve ihsanlar, senin bağışlamana karşı mahvolur gider.
-
ای لطیفی که گل سرخت بدید ** از خجالت پیرهن را بر درید
- Ey lütuf sahibi, kırmızı gül seni görünce utancından gömleğini yırtar.
-
از غفوری تو غفران چشمسیر ** روبهان بر شیر از عفو تو چیر
- Yarlıgama, senin yarlıgamanla doymuş, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmuştur.
-
جز که عفو تو کرا دارد سند ** هر که با امر تو بیباکی کند
- Senin buyruğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, affından başka nereye dayansın?
-
غفلت و گستاخی این مجرمان ** از وفور عفو تست ای عفولان 4095
- Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, ey af madeni padişah, senin affının çokluğundan meydana geldi.
-
دایما غفلت ز گستاخی دمد ** که برد تعظیم از دیده رمد
- Gaflet, daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru ağrıyı giderir.
-
غفلت و نسیان بد آموخته ** ز آتش تعظیم گردد سوخته
- Gaflet ve kötü bir alışma olan unutkanlık, ululama ateşiyle yanıp gider.
-
هیبتش بیداری و فطنت دهد ** سهو نسیان از دلش بیرون جهد
- Onun heybeti adama uyanıklık ve anlayış verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz.
-
وقت غارت خواب ناید خلق را ** تا بنرباید کسی زو دلق را
- Yağma zamanı, halkın uykusu gelmez. Kimse, hırkamı çalmasınlar diye uyumaz.
-
خواب چون در میرمد از بیم دلق ** خواب نسیان کی بود با بیم حلق 4100
- Hırka korkusiyle bile uyku kaçarsa artık can ve ' boğaz korkusu ile kim uyur ki?
-
لاتاخذ ان نسینا شد گواه ** که بود نسیان بوجهی هم گناه
- Buna tanık, "Rabbimiz, unutup işlediğimiz suçlarla bizi suçlu sayma" âyetidir. Çünkü unutma da bir bakımdan suçtur.
-
زانک استکمال تعظیم او نکرد ** ورنه نسیان در نیاوردی نبرد
- Unutan, onu lâyık olduğu veçhile ululamıştır. Yoksa hiç savaşta adamı uyku tutar mı?
-
گرچه نسیان لابد و ناچار بود ** در سبب ورزیدن او مختار بود
- Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapışmak lâzım.
-
که تهاون کرد در تعظیمها ** تا که نسیان زاد یا سهو و خطا
- Çünkü onu ululamada gevşeklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlış.
-
همچو مستی کو جنایتها کند ** گوید او معذور بودم من ز خود 4105
- Sarhoş gibi hani. O ada cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der.
-
گویدش لیکن سبب ای زشتکار ** از تو بد در رفتن آن اختیار
- Ona derler ki: Doğru ama a kötü işli, o zıkkımı sen içtin, dileğinle, isteğinle zıkkımlandın.
-
بیخودی نامد بخود تش خواندی ** اختیارت خود نشد تش راندی
- Sarhoşluk, sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dileği de kendin meydana getirdin.
-
گر رسیدی مستی بیجهد تو ** حفظ کردی ساقی جان عهد تو
- Sarhoşluk, senin kastın, çalışıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdını korur, gözetirdi.
-
پشتدارت بودی او و عذرخواه ** من غلام زلت مست اله
- Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Tanrı sarhoşluğuna kul köle olayım.
-
عفوهای جمله عالم ذرهای ** عکس عفوت ای ز تو هر بهرهای 4110
- Ey her çeşit elde edilen şey, kendisinden olan Tanrı, bütün âlemin af ve ihsanı, senin ihsanından bir zerredir.
-
عفوها گفته ثنای عفو تو ** نیست کفوش ایها الناس اتقوا
- Aflar, senin affını överler, insanlar, sakının, ona benzer, ona eşit yoktur.
-
جانشان بخش و ز خودشان هم مران ** کام شیرین تو اند ای کامران
- Onların canlarını sen bağışla, huzurundan da kovma. Ey muradına erişen, senin damağının tadıdır onlar.
-
رحم کن بر وی که روی تو بدید ** فرقت تلخ تو چون خواهد کشید
- Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı ayrılığını çekebilir?
-
از فراق و هجر میگویی سخن ** هر چه خواهی کن ولیکن این مکن
- Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma.
-
صد هزاران مرگ تلخ شصت تو ** نیست مانند فراق روی تو 4115
- Senin tuzağına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile senden ayrılmaya bedel olamaz.
-
تلخی هجر از ذکور و از اناث ** دور دار ای مجرمان را مستغاث
- Ey suçluların feryadına yetişen, ayrılık acısını erlerden de uzaklaştır, kadınlardan da.
-
بر امید وصل تو مردن خوشست ** تلخی هجر تو فوق آتشست
- Senin vuslatını umarak ölmek hoştur. Fakat ayrılığının acısı, ateşin üstündedir.
-
گبر میگوید میان آن سقر ** چه غمم بودی گرم کردی نظر
- Kâfir bile cehennemde bana bir baksaydın cehennemde olduğuma gam mı çekerdim deyip durur.
-
کان نظر شیرین کنندهی رنجهاست ** ساحران را خونبهای دست و پاست
- Çünkü o bakış, bütün eziyetleri tatlılaştırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir o bakış.
-
تفسیر گفتن ساحران فرعون را در وقت سیاست با او کی لا ضیر انا الی ربنا منقلبون
- Firavun, büyücüleri öldüreceği zaman onlar, "Zararı yok.. Biz, Tanrımıza döneriz" dediler, bunun tefsiri
-
نعرهی لا ضیر بشنید آسمان ** چرخ گویی شد پی آن صولجان 4120
- Gökyüzü "Zararı yok" sesini duydu. Gökyüzü, sanki o savlıcana bir top kesildi.
-
ضربت فرعون ما را نیست ضیر ** لطف حق غالب بود بر قهر غیر
- Firavun'un vuruşu bize zarar vermez ki dediler, Tanrı'nın lütfu, başkalarının kahrından üstündür.
-
گر بدانی سر ما را ای مضل ** میرهانیمان ز رنج ای کوردل
- Ey insanları azgınlık, sapıklık yoluna süren, sırrımızı bilsen a can gözü kör herif, anlarsın ki biz kendimizi kurtarıyoruz.
-
هین بیا زین سو ببین کین ارغنون ** میزند یا لیت قومی یعلمون
- Kendine gel de bu yana yanaş, bu erganunun "Keşke kavmim, rabbim beni ne yüzden yarlıgadı, bilselerdi" sesini dinle.
-
داد ما را داد حق فرعونیی ** نه چو فرعونیت و ملکت فانیی
- Tanrı ihsanı, bize bir Firavunluk verdi ki senin Firavunluğun kaç para eder, senin saltanatın geçici.
-
سر بر آر و ملک بین زنده و جلیل ** ای شده غره به مصر و رود نیل 4125
- Ey Mısır'a ve Nil ırmağına kapılıp gururlanan! Başını kaldır da ebedî ve ulu saltanatı gör.
-
گر تو ترک این نجس خرقه کنی ** نیل را در نیل جان غرقه کنی
- Sen şu pis hırkayı terk edersen Nil ırmağını can nilinde gark edersin.
-
هین بدار از مصر ای فرعون دست ** در میان مصر جان صد مصر هست
- A Firavun, kendine gel de Mısır'dan el çek. Can Mısır'ının içinde yüzlerce Mısır var.
-
تو انا رب همیگویی به عام ** غافل از ماهیت این هر دو نام
- Sen, halka "Ben rabbinizim" deyip durursun ama bu iki sözden de gafilsin.
-
رب بر مربوب کی لرزان بود ** کی انادان بند جسم و جان بود
- Rab olan rablık ettiği kişiden nasıl titrer? Ben demeyi bilen, nasıl olur da cisim ve can bağına bağlı kalır?
-
نک انا ماییم رسته از انا ** از انای پر بلای پر عنا 4130
- İşte bak, buracıkta bizler ben diyoruz, çünkü benlikten kurtulduk; zahmetlerle, belâlarla dolu benlikten halâs olduk.
-
آن انایی بر تو ای سگ شوم بود ** در حق ما دولت محتوم بود
- A köpek, o benlik sana kutlu gelmedi. Fakat bizce mühürlenmiş bir devlet oldu.
-
گر نبودیت این انایی کینهکش ** کی زدی بر ما چنین اقبال خوش
- Bu benlik, sana kin gütmeseydi bize böyle güzel bir ikbal, bir devlet olur muydu?