English    Türkçe    فارسی   

5
558-607

  • فکرت بد ناخن پر زهر دان  ** می‌خراشد در تعمق روی جان 
  • Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.
  • تا گشاید عقده‌ی اشکال را  ** در حدث کردست زرین بیل را 
  • Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.
  • عقده را بگشاده گیر ای منتهی  ** عقده‌ی سختست بر کیسه‌ی تهی  560
  • Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür.
  • دز گشاد عقده‌ها گشتی تو پیر  ** عقده‌ی چندی دگر بگشاده گیر 
  • Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocaldın, başka birkaç düğümü de çözülmüş sayıver!
  • عقده‌ای که آن بر گلوی ماست سخت  ** که بدانی که خسی یا نیک‌بخت 
  • Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
  • حل این اشکال کن گر آدمی  ** خرج این کن دم اگر آدم‌دمی 
  • Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf et.
  • حد اعیان و عرض دانسته گیر  ** حد خود را دان که نبود زین گزیر 
  • Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.
  • چون بدانی حد خود زین حدگریز  ** تا به بی‌حد در رسی ای خاک‌بیز  565
  • Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş.
  • عمر در محمول و در موضوع رفت  ** بی‌بصیرت عمر در مسموع رفت 
  • Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın, duyduğun şeylerle geçip gitti.
  • هر دلیلی بی‌نتیجه و بی‌اثر  ** باطل آمد در نتیجه‌ی خود نگر 
  • Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak.
  • جز به مصنوعی ندیدی صانعی  ** بر قیاس اقترانی قانعی 
  • Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyas’la kanaat ettin.
  • می‌فزاید در وسایط فلسفی  ** از دلایل باز برعکسش صفی 
  • Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
  • این گریزد از دلیل و از حجاب  ** از پی مدلول سر برده به جیب  570
  • Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker.
  • گر دخان او را دلیل آتشست  ** بی‌دخان ما را در آن آتش خوشست 
  • Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe atılmak daha hoştur.
  • خاصه این آتش که از قرب ولا  ** از دخان نزدیک‌تر آمد به ما 
  • Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha yakındır.
  • پس سیه‌کاری بود رفتن ز جان  ** بهر تخییلات جان سوی دخان 
  • Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.
  • در بیان قول رسول علیه‌السلام لا رهبانیة فی‌الاسلام 
  • Peygamber Aleyhisselam’ın “Müslümanlıkta papazlık yoktur” hadisi
  • بر مکن پر را و دل بر کن ازو  ** زانک شرط این جهاد آمد عدو 
  • Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak için düşmanın bulunması şarttır.
  • چون عدو نبود جهاد آمد محال  ** شهوتت نبود نباشد امتثال  575
  • Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir.
  • صبر نبود چون نباشد میل تو  ** خصم چون نبود چه حاجت حیل تو 
  • Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
  • هین مکن خود را خصی رهبان مشو  ** زانک عفت هست شهوت را گرو 
  • Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır.
  • بی‌هوا نهی از هوا ممکن نبود  ** غازیی بر مردگان نتوان نمود 
  • Hava ve heves olmadıkça hava ve hevesten çekinin denmesi mümkün değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
  • انفقوا گفتست پس کسپی بکن  ** زانک نبود خرج بی‌دخل کهن 
  • “Yoksullara verin onları doyurun “ denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın ki.
  • گر چه آورد انفقوا را مطلق او  ** تو بخوان که اکسبوا ثم انفقوا  580
  • Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demiştir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku’
  • هم‌چنان چون شاه فرمود اصبروا  ** رغبتی باید کزان تابی تو رو 
  • Yine böyle o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.
  • پس کلوا از بهر دام شهوتست  ** بعد از آن لاتسرفوا آن عفتست 
  • “Yeyin” emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “İsraf etmeyin” emriyse temizliktir.
  • چونک محمول به نبود لدیه  ** نیست ممکن بود محمول علیه 
  • Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
  • چونک رنج صبر نبود مر ترا  ** شرط نبود پس فرو ناید جزا 
  • Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde edemezsin.
  • حبذا آن شرط و شادا آن جزا  ** آن جزای دل‌نواز جان‌فزا  585
  • Ne hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir o mükafat. O gönüller açan, canlara canlar katan mükafat!
  • در بیان آنک ثواب عمل عاشق از حق هم حق است 
  • Aşıkın Allah’dan kazandığı sevap da Allah’dır
  • عاشقان را شادمانی و غم اوست  ** دست‌مزد و اجرت خدمت هم اوست 
  • Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de.
  • غیر معشوق ار تماشایی بود  ** عشق نبود هرزه سودایی بود 
  • Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır.
  • عشق آن شعله‌ست کو چون بر فروخت  ** هرچه جز معشوق باقی جمله سوخت 
  • Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
  • تیغ لا در قتل غیر حق براند  ** در نگر زان پس که بعد لا چه ماند 
  • La kılıcı, Allah’dan başka ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir bak hele, La’dan sonra ne kalır?
  • ماند الا الله باقی جمله رفت  ** شاد باش ای عشق شرکت‌سوز زفت  590
  • İllallah kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk!
  • خود همو بود آخرین و اولین  ** شرک جز از دیده‌ی احول مبین 
  • Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir görüşüdür, bunu böyle gör.
  • ای عجب حسنی بود جز عکس آن  ** نیست تن را جنبشی از غیر جان 
  • Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir.
  • آن تنی را که بود در جان خلل  ** خوش نگردد گر بگیری در عسل 
  • Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.
  • این کسی داند که روزی زنده بود  ** از کف این جان جان جامی ربود 
  • Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o şarabı içen bilir.
  • وانک چشم او ندیدست آن رخان  ** پیش او جانست این تف دخان  595
  • Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür.
  • چون ندید او عمر عبدالعزیز  ** پیش او عادل بود حجاج نیز 
  • Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden Haccac onca adalet sahibidir.
  • چون ندید او مار موسی را ثبات  ** در حبال سحر پندارد حیات 
  • O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
  • مرغ کو ناخورده است آب زلال  ** اندر آب شور دارد پر و بال 
  • Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
  • جز به ضد ضد را همی نتوان شناخت  ** چون ببیند زخم بشناسد نواخت 
  • Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.
  • لاجرم دنیا مقدم آمدست  ** تا بدانی قدر اقلیم الست  600
  • Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir.
  • چون ازینجا وا رهی آنجا روی  ** در شکرخانه‌ی ابد شاکر شوی 
  • Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
  • گویی آنجا خاک را می‌بیختم  ** زین جهان پاک می‌بگریختم 
  • Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.
  • ای دریغا پیش ازین بودیم اجل  ** تا عذابم کم بدی اندر وجل 
  • Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
  • در تفسیر قول رسول علیه‌السلام ما مات من مات الا و تمنی ان یموت قبل ما مات ان کان برا لیکون الی وصول البر اعجل و ان کان فاجرا لیقل فجوره 
  • Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
  • زین بفرمودست آن آگه رسول  ** که هر آنک مرد و کرد از تن نزول 
  • İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
  • نبود او را حسرت نقلان و موت  ** لیک باشد حسرت تقصیر و فوت  605
  • Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer.
  • هر که میرد خود تمنی باشدش  ** که بدی زین پیش نقل مقصدش 
  • Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
  • گر بود بد تا بدی کمتر بدی  ** ور تقی تا خانه زوتر آمدی 
  • Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.