-
ای عجب حسنی بود جز عکس آن ** نیست تن را جنبشی از غیر جان
- Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir.
-
آن تنی را که بود در جان خلل ** خوش نگردد گر بگیری در عسل
- Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.
-
این کسی داند که روزی زنده بود ** از کف این جان جان جامی ربود
- Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o şarabı içen bilir.
-
وانک چشم او ندیدست آن رخان ** پیش او جانست این تف دخان 595
- Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür.
-
چون ندید او عمر عبدالعزیز ** پیش او عادل بود حجاج نیز
- Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden Haccac onca adalet sahibidir.
-
چون ندید او مار موسی را ثبات ** در حبال سحر پندارد حیات
- O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
-
مرغ کو ناخورده است آب زلال ** اندر آب شور دارد پر و بال
- Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
-
جز به ضد ضد را همی نتوان شناخت ** چون ببیند زخم بشناسد نواخت
- Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.
-
لاجرم دنیا مقدم آمدست ** تا بدانی قدر اقلیم الست 600
- Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir.
-
چون ازینجا وا رهی آنجا روی ** در شکرخانهی ابد شاکر شوی
- Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
-
گویی آنجا خاک را میبیختم ** زین جهان پاک میبگریختم
- Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.
-
ای دریغا پیش ازین بودیم اجل ** تا عذابم کم بدی اندر وجل
- Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
-
در تفسیر قول رسول علیهالسلام ما مات من مات الا و تمنی ان یموت قبل ما مات ان کان برا لیکون الی وصول البر اعجل و ان کان فاجرا لیقل فجوره
- Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
-
زین بفرمودست آن آگه رسول ** که هر آنک مرد و کرد از تن نزول
- İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
-
نبود او را حسرت نقلان و موت ** لیک باشد حسرت تقصیر و فوت 605
- Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer.
-
هر که میرد خود تمنی باشدش ** که بدی زین پیش نقل مقصدش
- Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
-
گر بود بد تا بدی کمتر بدی ** ور تقی تا خانه زوتر آمدی
- Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
-
گوید آن بد بیخبر میبودهام ** دم به دم من پرده میافزودهام
- Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
-
گر ازین زودتر مرا معبر بدی ** این حجاب و پردهام کمتر بدی
- Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.
-
از حریصی کم دران روی قنوع ** وز تکبر کم دران چهرهی خشوع 610
- Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit.
-
همچنین از بخل کم در روی جود ** وز بلیسی چهرهی خوب سجود
- Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
-
بر مکن آن پر خلد آرای را ** بر مکن آن پر رهپیمای را
- O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
-
چون شنید این پند در وی بنگریست ** بعد از آن در نوحه آمد میگریست
- Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
-
نوحه و گریهی دراز دردمند ** هر که آنجا بود بر گریهش فکند
- O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
-
وآنک میپرسید پر کندن ز چیست ** بیجوابی شد پشیمان میگریست 615
- Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu.
-
کز فضولی من چرا پرسیدمش ** او ز غم پر بود شورانیدمش
- Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
-
میچکید از چشم تر بر خاک آب ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب
- Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
-
گریهی با صدق بر جانها زند ** تا که چرخ و عرش را گریان کند
- Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
-
عقل و دلها بیگمان عرشیاند ** در حجاب از نور عرشی میزیند
- Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
-
در بیان آنک عقل و روح در آب و گل محبوساند همچون هاروت و ماروت در چاه بابل
- Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
-
همچو هاروت و چو ماروت آن دو پاک ** بستهاند اینجا به چاه سهمناک 620
- Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar.
-
عالم سفلی و شهوانی درند ** اندرین چه گشتهاند از جرمبند
- Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
-
سحر و ضد سحر را بیاختیار ** زین دو آموزند نیکان و شرار
- İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
-
لیک اول پند بدهندش که هین ** سحر را از ما میاموز و مچین
- Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
-
ما بیاموزیم این سحر ای فلان ** از برای ابتلا و امتحان
- Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.
-
که امتحان را شرط باشد اختیار ** اختیاری نبودت بیاقتدار 625
- Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz.
-
میلها همچون سگان خفتهاند ** اندریشان خیر و شر بنهفتهاند
- İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
-
چونک قدرت نیست خفتند این رده ** همچو هیزمپارهها و تنزده
- Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.
-
تا که مرداری در آید در میان ** نفخ صور حرص کوبد بر سگان
- Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
-
چون در آن کوچه خری مردار شد ** صد سگ خفته بدان بیدار شد
- O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
-
حرصهای رفته اندر کتم غیب ** تاختن آورد سر بر زد ز جیب 630
- Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar.
-
موبه موی هر سگی دندان شده ** وز برای حیله دم جنبان شده
- Her köpeğin kılları diş kesilir hile için kuyruk sallamaya başlarlar.
-
نیم زیرش حیله بالا آن غضب ** چون ضعیف آتش که یابد او حطب
- Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş zayıf ateşe döner.
-
شعله شعله میرسد از لامکان ** میرود دود لهب تا آسمان
- Mekansızlık elinden yalım, yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta göğe kadar, ağar.
-
صد چنین سگ اندرین تن خفتهاند ** چون شکاری نیستشان بنهفتهاند
- Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumuştur. Bir av olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir.
-
یا چو بازانند و دیده دوخته ** در حجاب از عشق صیدی سوخته 635
- Yahut da gözleri bağlı doğan kuşlarına benzerler. Perde ardında bir av sevdasıyla yanıp tutuşurlar.
-
تا کله بردارد و بیند شکار ** آنگهان سازد طواف کوهسار
- Fakat doğanın külahını kaldırdın da avını gördü mü derhal dağlarda dönüp dolaşmaya başlar.
-
شهوت رنجور ساکن میبود ** خاطر او سوی صحت میرود
- Hastanın isteği yatışmıştır. Hatırı, yalnız iyileşmektedir.
-
چون ببیند نان و سیب و خربزه ** در مصاف آید مزه و خوف بزه
- Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar korkusu, savaşa girişir.
-
گر بود صبار دیدن سود اوست ** آن تهیج طبع سستش را نکوست
- Sabrederse bunları görüşü, iyiliğine yarar. Çünkü o heyecana düşmek, onun gevşemiş tabiatına iyi gelir.
-
ور نباشد صبر پس نادیده به ** تیر دور اولی ز مرد بیزره 640
- Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan uzak olması yeğ!
-
جواب گفتن طاوس آن سایل را
- Tavus kuşunun cevap vermesi
-
چون ز گریه فارغ آمد گفت رو ** که تو رنگ و بوی را هستی گرو
- Tavus kuşu ağlaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya kapılmışsın.