-
زانک شیطانش بترساند ز فقر ** بارگیر صبر را بکشد به عقر 60
- Zira Şeytan onu yoksulluklarla korkutur, sabır beygirini sinirlenip öldürür.
-
از نبی بشنو که شیطان در وعید ** میکند تهدیدت از فقر شدید
- Kur’an dan duy, Şeytan, seni şiddetli yoksullukla tehdit eder ürkütür.
-
تا خوری زشت و بری زشت و شتاب ** نی مروت نیتانی نی ثواب
- Bu suretle sen de ona uyar, aceleyle pis şeyleri yer, pis yerleri elde edersin. Ne adamlığın kalır, ne sabrın, ne sevap düşüncen!
-
لاجرم کافر خورد در هفت بطن ** دین و دل باریک و لاغر زفت بطن
- Hasılı kafir yedi karınla yemek yer, dini ve gönlü arıktır ama karnı büyük!
-
در سبب ورود این حدیث مصطفی صلوات الله علیه که الکافر یاکل فی سبعة امعاء و المومن یاکل فی معا واحد
- İNANANIN KAFİRDEN FARKI
-
کافران مهمان پیغامبر شدند ** وقت شام ایشان به مسجد آمدند
- Allah Rahmet etsin, Mustafa’nın şu “Kafir yedi barsakla yemek yer, inanan bir barsakla” hadisini söylemesindeki sebep
-
که آمدیم ای شاه ما اینجا قنق ** ای تو مهماندار سکان افق 65
- Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler.
-
بینواییم و رسیده ما ز دور ** هین بیفشان بر سر ما فضل و نور
- Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik.
-
گفت ای یاران من قسمت کنید ** که شما پر از من و خوی منید
- Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler.
-
پر بود اجسام هر لشکر ز شاه ** زان زنندی تیغ بر اعدای جاه
- Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz.
-
تو بخشم شه زنی آن تیغ را ** ورنه بر اخوان چه خشم آید ترا
- Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar.
-
بر برادر بیگناهی میزنی ** عکس خشم شاه گرز دهمنی 70
- Sen padişahın kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki?
-
شه یکی جانست و لشکر پر ازو ** روح چون آبست واین اجسام جو
- Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun.
-
آب روح شاه اگر شیرین بود ** جمله جوها پر ز آب خوش شود
- Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmağa benzerler.
-
که رعیت دین شه دارند و بس ** این چنین فرمود سلطان عبس
- Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar.
-
هر یکی یاری یکی مهمان گزید ** در میان یک زفت بود و بیندید
- Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.
-
جشم ضخمی داشت کس او را نبرد ** ماند در مسجد چو اندر جام درد 75
- Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı.
-
مصطفی بردش چو وا ماند از همه ** هفت بز بد شیرده اندر رمه
- Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescitte kalakaldı.
-
که مقیم خانه بودندی بزان ** بهر دوشیدن برای وقت خوان
- O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.
-
نان و آش و شیر آن هر هفت بز ** خورد آن بوقحط عوج ابن غز
- Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de sildi süpürdü.
-
جمله اهل بیت خشمآلو شدند ** که همه در شیر بز طامع بدند
- Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.
-
معده طبلیخوار همچون طبل کرد ** قسم هژده آدمی تنها بخورد 80
- O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini yedi bitirdi.
-
وقت خفتن رفت و در حجره نشست ** پس کنیزک از غضب در را ببست
- Yatacağı zaman odaya girdi. Halayık da kızgınlıkla kapıyı kapadı.
-
از برون زنجیر در را در فکند ** که ازو بد خشمگین و دردمند
- Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti.
-
گبر را در نیمشب یا صبحدم ** چون تقاضا آمد و درد شکم
- Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı.
-
از فراش خویش سوی در شتافت ** دست بر در چون نهاد او بسته یافت
- Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu.
-
در گشادن حیله کرد آن حیلهساز ** نوع نوع و خود نشد آن بند باز 85
- O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı.
-
شد تقاضا بر تقاضا خانه تنگ ** ماند او حیران و بیدرمان و دنگ
- İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile.
-
حیله کرد او و به خواب اندر خزید ** خویشتن در خواب در ویرانه دید
- Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.
-
زانک ویرانه بد اندر خاطرش ** شد به خواب اندر همانجا منظرش
- Hatırında virane vardı ondan dolayı da rüyada onu gördü.
-
خویش در ویرانهی خالی چو دید ** او چنان محتاج اندر دم برید
- Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi.
-
گشت بیدار و بدید آن جامه خواب ** پر حدث دیوانه شد از اضطراب 90
- Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye döndü.
-
ز اندرون او برآمد صد خروش ** زین چنین رسواییی بی خاکپوش
- Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü.
-
گفت خوابم بتر از بیداریم ** گه خورم این سو و آن سو میریم
- Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi.
-
بانگ میزد وا ثبورا وا ثبور ** همچنانک کافر اندر قعر گور
- Kafir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu.
-
منتظر که کی شود این شب به سر ** یا برآید در گشادن بانگ در
- Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı.
-
تا گریزد او چو تیری از کمان ** تا نبیند هیچ کس او را چنان 95
- Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı.
-
قصه بسیارست کوته میکنم ** باز شد آن در رهید از درد و غم
- Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.
-
در حجره گشادن مصطفی علیهالسلام بر مهمان و خود را پنهان کردن تا او خیال گشاینده را نبیند و خجل شود و گستاخ بیرون رود
- Mustafa aleyhisselam’ın, oda kapısını açması ve konuğun, onu görüp utanmaması, dilediği gibi dışarı çıkması için kendisini gizlemesi
-
مصطفی صبح آمد و در را گشاد ** صبح آن گمراه را او راه داد
- Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi.
-
در گشاد و گشت پنهان مصطفی ** تا نگردد شرمسار آن مبتلا
- Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi.
-
تا برون آید رود گستاخ او ** تا نبیند درگشا را پشت و رو
- Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu.
-
یا نهان شد در پس چیزی و یا ** از ویش پوشید دامان خدا 100
- Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Allah eteği Mustafa’yı ondan gizledi.
-
صبغة الله گاه پوشیده کند ** پردهی بیچون بر آن ناظر تند
- Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini, bakanın önüne örüverir.
-
تا نبیند خصم را پهلوی خویش ** قدرت یزدان از آن بیشست بیش
- Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti, bundan da artık, bundan da üstün.
-
مصطفی میدید احوال شبش ** لیک مانع بود فرمان ربش
- Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı,
-
تا که پیش از خبط بگشاید رهی ** تا نیفتد زان فضیحت در چهی
- Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.
-
لیک حکمت بود و امر آسمان ** تا ببیند خویشتن را او چنان 105
- Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi.
-
بس عداوتها که آن یاری بود ** بس خرابیها که معماری بود
- Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
-
جامه خواب پر حدث را یک فضول ** قاصدا آورد در پیش رسول
- Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
-
که چنین کردست مهمانت ببین ** خندهای زد رحمةللعالمین
- Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
-
که بیار آن مطهره اینجا به پیش ** تا بشویم جمله را با دست خویش
- Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.