English    Türkçe    فارسی   

5
62-111

  • تا خوری زشت و بری زشت و شتاب  ** نی مروت نی‌تانی نی ثواب 
  • Bu suretle sen de ona uyar, aceleyle pis şeyleri yer, pis yerleri elde edersin. Ne adamlığın kalır, ne sabrın, ne sevap düşüncen!
  • لاجرم کافر خورد در هفت بطن  ** دین و دل باریک و لاغر زفت بطن 
  • Hasılı kafir yedi karınla yemek yer, dini ve gönlü arıktır ama karnı büyük!
  • در سبب ورود این حدیث مصطفی صلوات الله علیه که الکافر یاکل فی سبعة امعاء و المومن یاکل فی معا واحد 
  • İNANANIN KAFİRDEN FARKI
  • کافران مهمان پیغامبر شدند  ** وقت شام ایشان به مسجد آمدند 
  • Allah Rahmet etsin, Mustafa’nın şu “Kafir yedi barsakla yemek yer, inanan bir barsakla” hadisini söylemesindeki sebep
  • که آمدیم ای شاه ما اینجا قنق  ** ای تو مهمان‌دار سکان افق  65
  • Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler.
  • بی‌نواییم و رسیده ما ز دور  ** هین بیفشان بر سر ما فضل و نور 
  • Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik.
  • گفت ای یاران من قسمت کنید  ** که شما پر از من و خوی منید 
  • Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler.
  • پر بود اجسام هر لشکر ز شاه  ** زان زنندی تیغ بر اعدای جاه 
  • Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz.
  • تو بخشم شه زنی آن تیغ را  ** ورنه بر اخوان چه خشم آید ترا 
  • Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar.
  • بر برادر بی‌گناهی می‌زنی  ** عکس خشم شاه گرز ده‌منی  70
  • Sen padişahın kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki?
  • شه یکی جانست و لشکر پر ازو  ** روح چون آبست واین اجسام جو 
  • Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun.
  • آب روح شاه اگر شیرین بود  ** جمله جوها پر ز آب خوش شود 
  • Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmağa benzerler.
  • که رعیت دین شه دارند و بس  ** این چنین فرمود سلطان عبس 
  • Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar.
  • هر یکی یاری یکی مهمان گزید  ** در میان یک زفت بود و بی‌ندید 
  • Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.
  • جشم ضخمی داشت کس او را نبرد  ** ماند در مسجد چو اندر جام درد  75
  • Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı.
  • مصطفی بردش چو وا ماند از همه  ** هفت بز بد شیرده اندر رمه 
  • Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescitte kalakaldı.
  • که مقیم خانه بودندی بزان  ** بهر دوشیدن برای وقت خوان 
  • O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.
  • نان و آش و شیر آن هر هفت بز  ** خورد آن بوقحط عوج ابن غز 
  • Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de sildi süpürdü.
  • جمله اهل بیت خشم‌آلو شدند  ** که همه در شیر بز طامع بدند 
  • Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.
  • معده طبلی‌خوار هم‌چون طبل کرد  ** قسم هژده آدمی تنها بخورد  80
  • O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini yedi bitirdi.
  • وقت خفتن رفت و در حجره نشست  ** پس کنیزک از غضب در را ببست 
  • Yatacağı zaman odaya girdi. Halayık da kızgınlıkla kapıyı kapadı.
  • از برون زنجیر در را در فکند  ** که ازو بد خشمگین و دردمند 
  • Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti.
  • گبر را در نیم‌شب یا صبحدم  ** چون تقاضا آمد و درد شکم 
  • Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı.
  • از فراش خویش سوی در شتافت  ** دست بر در چون نهاد او بسته یافت 
  • Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu.
  • در گشادن حیله کرد آن حیله‌ساز  ** نوع نوع و خود نشد آن بند باز  85
  • O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı.
  • شد تقاضا بر تقاضا خانه تنگ  ** ماند او حیران و بی‌درمان و دنگ 
  • İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile.
  • حیله کرد او و به خواب اندر خزید  ** خویشتن در خواب در ویرانه دید 
  • Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.
  • زانک ویرانه بد اندر خاطرش  ** شد به خواب اندر همانجا منظرش 
  • Hatırında virane vardı ondan dolayı da rüyada onu gördü.
  • خویش در ویرانه‌ی خالی چو دید  ** او چنان محتاج اندر دم برید 
  • Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi.
  • گشت بیدار و بدید آن جامه خواب  ** پر حدث دیوانه شد از اضطراب  90
  • Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye döndü.
  • ز اندرون او برآمد صد خروش  ** زین چنین رسواییی بی خاک‌پوش 
  • Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü.
  • گفت خوابم بتر از بیداریم  ** گه خورم این سو و آن سو می‌ریم 
  • Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi.
  • بانگ می‌زد وا ثبورا وا ثبور  ** هم‌چنانک کافر اندر قعر گور 
  • Kafir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu.
  • منتظر که کی شود این شب به سر  ** یا برآید در گشادن بانگ در 
  • Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı.
  • تا گریزد او چو تیری از کمان  ** تا نبیند هیچ کس او را چنان  95
  • Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı.
  • قصه بسیارست کوته می‌کنم  ** باز شد آن در رهید از درد و غم 
  • Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.
  • در حجره گشادن مصطفی علیه‌السلام بر مهمان و خود را پنهان کردن تا او خیال گشاینده را نبیند و خجل شود و گستاخ بیرون رود 
  • Mustafa aleyhisselam’ın, oda kapısını açması ve konuğun, onu görüp utanmaması, dilediği gibi dışarı çıkması için kendisini gizlemesi
  • مصطفی صبح آمد و در را گشاد  ** صبح آن گمراه را او راه داد 
  • Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi.
  • در گشاد و گشت پنهان مصطفی  ** تا نگردد شرمسار آن مبتلا 
  • Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi.
  • تا برون آید رود گستاخ او  ** تا نبیند درگشا را پشت و رو 
  • Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu.
  • یا نهان شد در پس چیزی و یا  ** از ویش پوشید دامان خدا  100
  • Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Allah eteği Mustafa’yı ondan gizledi.
  • صبغة الله گاه پوشیده کند  ** پرده‌ی بی‌چون بر آن ناظر تند 
  • Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini, bakanın önüne örüverir.
  • تا نبیند خصم را پهلوی خویش  ** قدرت یزدان از آن بیشست بیش 
  • Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti, bundan da artık, bundan da üstün.
  • مصطفی می‌دید احوال شبش  ** لیک مانع بود فرمان ربش 
  • Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı,
  • تا که پیش از خبط بگشاید رهی  ** تا نیفتد زان فضیحت در چهی 
  • Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.
  • لیک حکمت بود و امر آسمان  ** تا ببیند خویشتن را او چنان  105
  • Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi.
  • بس عداوتها که آن یاری بود  ** بس خرابیها که معماری بود 
  • Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
  • جامه خواب پر حدث را یک فضول  ** قاصدا آورد در پیش رسول 
  • Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
  • که چنین کردست مهمانت ببین  ** خنده‌ای زد رحمةللعالمین 
  • Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
  • که بیار آن مطهره اینجا به پیش  ** تا بشویم جمله را با دست خویش 
  • Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
  • هر کسی می‌جست کز بهر خدا  ** جان ما و جسم ما قربان ترا  110
  • Herkes “Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de.
  • ما بشوییم این حدث را تو بهل  ** کار دستست این نمط نه کار دل 
  • Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.