گیر این دام دگر را ای لعین ** گفت زین افزون ده ای نعمالمعین
A melun dedi, şu tuzağı da al. Şeytan dedi ki: Ey güzel yardımcı daha artır.
چرب و شیرین و شرابات ثمین ** دادش و بس جامهی ابریشمین
Yağlı, ballı şeylerle ağır ve değerli şaraplar ve bir çok ipek elbiseler verdi.
گفت یا رب بیش ازین خواهم مدد ** تا ببندمشان به حبل من مسد
Şeytan dedi ki: Yarabbi, imdat et, bundan fazla isterim. Ver de onları iplerimle adamakıllı bağlıyayım.
تا که مستانت که نر و پر دلند ** مردوار آن بندها را بسکلند
Bu suretle erkek ve yürekli sarhoşların, erkekçesine o bağları koparsınlar.
تا بدین دام و رسنهای هوا ** مرد تو گردد ز نامردان جدا 950
Bu hava ve heves tuzaklarıyla ipler, senin erini adam olmayanlardan ayırt etsin.
دام دیگر خواهم ای سلطان تخت ** دام مردانداز و حیلتساز سخت
Ey ululuk tahtının sultanı, başka bir tuzak istiyorum, öyle bir tuzak ki insanı baş aşağı atacak kadar şiddetli ve aldatıcı olsun.
خمر و چنگ آورد پیش او نهاد ** نیمخنده زد بدان شد نیمشاد
Tanrı, şarap ve çalgıyı getirip önüne koydu. Şeytan bunları görünce hafifçe güldü neşelendi.
سوی اضلال ازل پیغام کرد ** که بر آر از قعر بحر فتنه گرد
Ezeli azgınlığa haber gönderip fitne denizinin dibinden toz kopar dedi.
نی یکی از بندگانت موسی است ** پردهها در بحر او از گرد بست
Musa’da senin kullarından bir kul değil miydi? Deniz dibinde tozdan perdeler salmadı mı?
آب از هر سو عنان را واکشید ** از تگ دریا غباری برجهید 955
Su her taraftan çekildi ve deniz dibinden bir toz koptu.
چونک خوبی زنان فا او نمود ** که ز عقل و صبر مردان میفزود
Tanrı erkeklerin aklını, sabrını alan kadın güzelliğini ona gösterince;
پس زد انگشتک به رقص اندر فتاد ** که بده زوتر رسیدم در مراد
Parmacıklarını şıkırdatarak oynamaya başladı. Ver, ver şimdicik muradıma kavuştum dedi.
چون بدید آن چشمهای پرخمار ** که کند عقل و خرد را بیقرار
Aklı fikri kararsız hale getiren o mahmur gözleri görünce,
وآن صفای عارض آن دلبران ** که بسوزد چون سپند این دل بر آن
Şu gönlü çöre otu gibi yakıp kavuran dilberlerin yüzlerini seyredince neşelendi.
رو و خال و ابرو و لب چون عقیق ** گوییا حق تافت از پردهی رقیق 960
Yüz. ben, kaş. Akik gibi dudaklar. Sanki ince bir perdeden Tanrı parlamış.
دید او آن غنج و برجست سبک ** چون تجلی حق از پردهی تنک
Şeytan, incecik perdeden Tanrı tecelli etmiş gibi o işveyi görünce derhal yerinden sıçrayıp oynamaya koyuldu.
تفسیر خلقنا الانسان فی احسن تقویم ثم رددناه اسفل سافلین و تفسیر و من نعمره ننکسه فی الخلق
“İnsanı en güzel bir sıfatla yarattık.Sonra onu aşağılıkların en aşağısına reddettik” ayetiyle “Kimi yaşatır, ömrünün uzun edersek onu kocaltır, güzelliğini ve kuvvetini azaltırız” ayetinin tefsiri
آدم حسن و ملک ساجد شده ** همچو آدم باز معزول آمده
Adem güzellik timsaliydi, melek ona secde etmişti. Fakat Adem, bu güzellikten düşünce, dedi ki:
گفت آوه بعد هستی نیستی ** گفت جرمت این که افزون زیستی
Eyvah, varlıktan sonra yokluğa düştüm. Tanrı dedi ki: Cürmün şu: Fazla yaşadın.
جبرئیلش میکشاند مو کشان ** که برو زین خلد و از جوق خوشان
Cebrail, onu perçeminden tutup güzeller bölüğünden ve şu cennetten çık dedi.
گفت بعد از عز این اذلال چیست ** گفت آن دادست و اینت داوریست 965
Adem yücelikten sonra bu aşağılık nedir? dedi. Cebrail dedi ki: O lütuftu bu da kahır.
جبرئیلا سجده میکردی به جان ** چون کنون میرانیم تو از جنان
Adem, ey Cebrail dedi, canla, gönülle secde etmiştin. Şimdi nasıl beni cennetlerden sürüyorsun?
حله میپرد ز من در امتحان ** همچو برگ از نخ در فصل خزان
Güz mevsiminde ağaçların yaprakları nasıl dökülürse benden de bir sınama yüzünden şu güzelim elbiseler uçmakta.
آن رخی که تاب او بد ماهوار ** شد به پیری همچو پشت سوسمار
Parıltısı aya benzeyen yüz, ihtiyarlıkta kertenkele sırtına döner.
وان سر و فرق گش شعشع شده ** وقت پیری ناخوش و اصلع شده
Parıl,parıl parlayan o saç, o baş, ihtiyarlık çağında berbat bir hale gelir, tepedeki saçlar dökülür, insan kele benzer.
وان قد صف در نازان چون سنان ** گشته در پیری دو تا همچون کمان 970
O naz ve edalarla salınan ve mızrak gibi dümdüz olan boy, kocalıkta bükülür, yay gibi iki kat olur.
رنگ لاله گشته رنگ زعفران ** زور شیرش گشته چون زهرهی زنان
Lale rengindeki yüz safrana benzer. Aslan gibi kuvvetliyken gücü, kuvveti kesilir, gibi takatsiz bir hale gelir.
آنک مردی در بغل کردی به فن ** میبگیرندش بغل وقت شدن
Güreşte hileyle bir pehlivanı koltuğuna alıp yere yıkarken şimdi yol yürümek üzere onu koltuklarlar, onun koltuğuna girerler.
این خود آثار غم و پژمردگیست ** هر یکی زینها رسول مردگیست
Bu ancak gam alametidir, pörsüme nişanesidir. Bunların her biri, ölüm elçisidir.
تفسیر اسفل سافلین الا الذین آمنوا و عملوا الصالحات فلهم اجر غیر مومنون
“Onu aşağılıkların en aşağısına reddettik. Ancak inanan ve iyilikte bulunanlar müstesna. Onlara sonu olmıyan ve kesilmeyen ecir vardır” ayetinin tefsiri
لیک گر باشد طبیبش نور حق ** نیست از پیری و تب نقصان و دق
Fakat bir adamın hekimi Tanrı nuru olursa ona kocalıktan, hararetten bir noksan gelmez.
سستی او هست چون سستی مست ** که اندر آن سستیش رشک رستمست 975
Onun gevşekliği, sarhoşun gevşekliği gibidir. O gevşeklikte bile güçlü kuvvetlidir, Rüstem bile ona haset eder.
گر بمیرد استخوانش غرق ذوق ** ذره ذرهش در شعاع نور شوق
Ölürse kemikleri zevke gark olur, zerre,zerre bütün varlığı, şevk ışığına dalar.
وآنک آنش نیست باغ بیثمر ** که خزانش میکند زیر و زبر
Fakat nuru olmayan kişi, meyvesiz bağdır. Güz onu alt üst eder.
گل نماند خارها ماند سیاه ** زرد و بیمغز آمده چون تل کاه
Gülü kalmaz, kara,kara dikenleri kalır. Saman yığını gibi sararır, mahsulsüz bir hale gelir.
تا چه زلت کرد آن باغ ای خدا ** که ازو این حلهها گردد جدا
Tanrım o bağ ne kusurda bulundu ki o güzelim elbiselerden ayrıldı?
خویشتن را دید و دید خویشتن ** زهر قتالست هین ای ممتحن 980
Kendisini gördü. Kendisini görmek, öldürücü bir zehirdir ey sınanan kişi kendine gel!
شاهدی کز عشق او عالم گریست ** عالمش میراند از خود جرم چیست
Aşkından alemin ağlayıp inlediği güzeli, ne suçu var ki herkes kendinden uzaklaştırır.
جرم آنک زیور عاریه بست ** کرد دعوی کین حلل ملک منست
Suçu şu: Süsü, püsü iğretidir. Öyle olduğu halde bu elbiseler benimdir diye davaya kalkışır.
واستانیم آن که تا داند یقین ** خرمن آن ماست خوبان دانهچین
Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini toplarlar.
تا بداند کان حلل عاریه بود ** پرتوی بود آن ز خورشید وجود
Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.
آن جمال و قدرت و فضل و هنر ** ز آفتاب حسن کرد این سو سفر 985
O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu tarafa gelmiş vurmuştur.
باز میگردند چون استارها ** نور آن خورشید ازین دیوارها
O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
پرتو خورشید شد وا جایگاه ** ماند هر دیوار تاریک و سیاه
Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
آنک کرد او در رخ خوبانت دنگ ** نور خورشیدست از شیشهی سه رنگ
Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
شیشههای رنگ رنگ آن نور را ** مینمایند این چنین رنگین بما
Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
چون نماند شیشههای رنگرنگ ** نور بیرنگت کند آنگاه دنگ 990
Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
خوی کن بیشیشه دیدن نور را ** تا چو شیشه بشکند نبود عمی
Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
قانعی با دانش آموخته ** در چراغ غیر چشم افروخته
Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.
او چراغ خویش برباید که تا ** تو بدانی مستعیری نیفتا
O da, o ışığı iğreti aldığını bilesin diye senden mumunu kapıverir.
گر تو کردی شکر و سعی مجتهد ** غم مخور که صد چنان بازت دهد
Fakat sen şükreder, çalışıp çabalarsan gam yeme. Sana bunun gibi yüzlercesini verir.
ور نکردی شکر اکنون خون گری ** که شدست آن حسن از کافر بری 995
Şükretmiyorsan artık kan ağla. Çünkü o güzellik kafirden ayrılmıştır.