-
در خلای گوش باد جاذبش ** مدرک صدق کلام و کاذبش
- Kulak boşluğunda da çekici bir yel vardır. Söyleyenin yalan olsun doğru olsun sözlerini duyar anlar.
-
آن چه بادست اندر آن خرد استخوان ** کو پذیرد حرف و صوت قصهخوان
- O küçücük kemikteki yel nasıl bir yeldir ki söz söyleyenin harfini, sesini alıyor?
-
استخوان و باد روپوشست و بس ** در دو عالم غیر یزدان نیست کس
- Kemikle yel ancak bir vesileden ibarettir. İki âlemde de Allah’dan başka kimse yoktur.
-
مستمع او قایل او بیاحتجاب ** زانک الاذنان من الراس ای مثاب
- Perdesiz olarak duyan da odur söyleyen de. Çünkü “Kulaklar baştan sayılır.”
-
گفت رحمت گر همیآید برو ** زر بده بستانش ای اکرامخو 1025
- Kâfir dedi ki: Ey ikramcı adam, eğer acıyorsan para ver, al onu. G
-
از منش وا خر چو میسوزد دلت ** بیمنت حل نگردد مشکلت
- önlün yanıyorsa onu benden satın al. Müşkülün parasız hallolmaz.
-
گفت صد خدمت کنم پانصد سجود ** بندهای دارم تن اسپید و جهود
- Ebubekir, yüzlerce hizmette bulunur, Allah’ya karşı da beş yüz kere şükür secdesine kapanırım. Güzel bir kulum var, fakat kâfir.
-
تن سپید و دل سیاهستش بگیر ** در عوض ده تن سیاه و دل منیر
- Vücudu beyaz ama gönlü kara, gönlü nurlu kulu ver bana.
-
پس فرستاد و بیاورد آن همام ** بود الحق سخت زیبا آن غلام
- Birisini gönderip kölesini getirtti, hakikatten o köle pek güzeldi.
-
آنچنان که ماند حیران آن جهود ** آن دل چون سنگش از جا رفت زود 1030
- Bir derece ki o kâfir, hayran oldu, taşa benzeyen yüreği âdeta yerinden oynadı.
-
حالت صورتپرستان این بود ** سنگشان از صورتی مومین بود
- Surete tapanların hali budur. Taş gibi yürekleri, bir suret gördüler mi mum gibi erir.
-
باز کرد استیزه و راضی نشد ** که برین افزون بده بیهیچ بد
- Fakat yine dayandı, inat etti, bu hiçbir şey değil, bundan başka daha para vermelisin dedi.
-
یک نصاب نقره هم بر وی فزود ** تا که راضی گشت حرص آن جهود
- Ebubekir, o kâfirin, hırsı yatışıncaya, gönlü razı oluncaya kadar da para verip Bilâl’i satın aldı.
-
خندیدن جهود و پنداشتن کی صدیق مغبونست درین عقد
- Bu alışverişte Sıddıyk aldandı sanarak kâfir gülmeye koyuldu
-
قهقهه زد آن جهود سنگدل ** از سر افسوس و طنز و غش و غل
- O taş yürekli kâfir acıklanarak, eğlenerek, alay ederek bir kahkaha attı.
-
گفت صدیقش که این خنده چه بود ** در جواب پرسش او خنده فزود 1035
- Sıddıyk dedi ki: Bu kahkaha neden? Herif cevap vereceği yerde büsbütün gülmeye kahkahasını arttırmaya başladı.
-
گفت اگر جدت نبودی و غرام ** در خریداری این اسود غلام
- Dedi ki: Bu kara köleyi almaya bu kadar düşmesen, bu kadar sevdalanmasan,
-
من ز استیزه نمیجوشیدمی ** خود به عشر اینش بفروشیدمی
- Ben de ısrar etmezdim , bu verdiğin paranın onda biriyle almış olurdun.
-
کو به نزد من نیرزد نیم دانگ ** تو گران کردی بهایش را به بانگ
- Bence o yarım akça bile etmez. Fakat pahasını bağıra çağıra sen arttırdın.
-
پس جوابش داد صدیق ای غبی ** گوهری دادی به جوزی چون صبی
- Sıddıyk, a ahmak diye cevap verdi, çocuk gibi bir cevize karşılık bir inci verdin.
-
کو به نزد من همیارزد دو کون ** من به جانش ناظرستم تو بلون 1040
- Bence o iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen renge bakıyorsun.
-
زر سرخست او سیهتاب آمده ** از برای رشک این احمقکده
- O kızıl altın, fakat şu ahmaklar yurdunda oturanların hasedi yüzünden kara görünmede.
-
دیدهی این هفت رنگ جسمها ** در نیابد زین نقاب آن روح را
- Cisimlerin şu yedi rengini gören baş gözü, bu perde ardından o ruhu göremez.
-
گر مکیسی کردیی در بیع بیش ** دادمی من جمله ملک و مال خویش
- Eğer satışta biraz daha nekeslik etseydin bütün malımı mülkümü verirdim.
-
ور مکاس افزودیی من ز اهتمام ** دامنی زر کردمی از غیر وام
- Daha ziyade üstüne düşseydin başkalarından bir etek dolusu altın borç alır, onu da verirdim.
-
سهل دادی زانک ارزان یافتی ** در ندیدی حقه را نشکافتی 1045
- Fakat bedava buldun da ucuz verdin. Hokkayı açıp da içindeki inciyi görmedin.
-
حقه سربسته جهل تو بداد ** زود بینی که چه غبنت اوفتاد
- Cahilliğinden üstü kapalın okkayı verdin, yakında görürsün sen ne zarara girdin!
-
حقهی پر لعل را دادی به باد ** همچو زنگی در سیهرویی تو شاد
- Lâl dolu hokkayı yele verdin. Zenci gibi kara yüzlü oluşuna da seviniyorsun.
-
عاقبت وا حسرتا گویی بسی ** بخت ودولت را فروشد خود کسی
- Sonunda çok eyvah dersin. Hiçbir kimse bahtı, devleti satar mı?
-
بخت با جامهی غلامانه رسید ** چشم بدبختت به جز ظاهر ندید
- Baht sana köle elbiselerini bürünmüş de gelmişti. Fakat talihsiz gözün, zâhirden başka bir şey görmedi ki.
-
او نمودت بندگی خویشتن ** خوی زشتت کرد با او مکر و فن 1050
- O sana kulluğunu gösterdi, fakat çirkin huyun onunla hileye, düzene girişti.
-
این سیهاسرار تناسپید را ** بتپرستانه بگیر ای ژاژخا
- A herzevekil bu bedeni ak, gönlü kara köleyi puta taparcasına al bakalım.
-
این ترا و آن مرا بردیم سود ** هین لکم دین ولی دین ای جهود
- Bu senin, o da benim. İkimiz kârlıyız a kâfir. Senin dinin senin, benimki benim!
-
خود سزای بتپرستان این بود ** جلش اطلس اسپ او چوبین بود
- Puta tapanların lâyığı budur zaten. Çulu atlas olur atı sopa.
-
همچو گور کافران پر دود و نار ** وز برون بر بسته صد نقش و نگار
- Kâfirlerin mezarı gibi dumanla ateşle doludur içi, fakat dışarısı yüzlerce nakışla, ziynetle bezenmiştir.
-
همچو مال ظالمان بیرون جمال ** وز درونش خون مظلوم و وبال 1055
- Zâlimlerim malları gibi hani. Dışarıdan güzel görünür ama hakikatte mazlûm kanıdır, vebalidir.
-
چون منافق از برون صوم و صلات ** وز درون خاک سیاه بینبات
- Münafık gibi görünüşte orucu, namazı görünür de hakikatte otsuz, çimensiz kapkara topraktır.
-
همچو ابری خالیی پر قر و قر ** نه درو نفع زمین نه قوت بر
- Gar gur edip duran boş buluta benzer. Ondan ne yeryüzünde bir fayda vardır, ne buğdaya bir kuvvet.
-
همچو وعدهی مکر و گفتار دروغ ** آخرش رسوا و اول با فروغ
- Hileli ve yalan vâde gibi hani. Sonu rüsvaylıktır, fakat önü parlak görünür.
-
بعد از آن بگرفت او دست بلال ** آن ز زخم ضرس محنت چون خلال
- Ondan sonra Bilâl’in elini tuttu, o mihmetin dişlerinde bir hilâle dönmüş olan dostun eline yapıştı, yola düştüler.
-
شد خلالی در دهانی راه یافت ** جانب شیرینزبانی میشتافت 1060
- O bir hilâle dönmüş de ağza yol bulmuştu, tatlı dilli birine gitmekteydi.
-
چون بدید آن خسته روی مصطفی ** خر مغشیا فتاد او بر قفا
- Zayıf, hasta bir haldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı.
-
تا بدیری بیخود و بیخویش ماند ** چون به خویش آمد ز شادی اشک راند
- Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevincinden gözyaşları dökmeye başladı.
-
مصطفیاش در کنار خود کشید ** کس چه داند بخششی کو را رسید
- Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir?
-
چون بود مسی که بر اکسیر زد ** مفلسی بر گنج پر توفیر زد
- Sanki bir bakırdı, iksire kavuşmuş. Sanki bir müflisti, bol bir define elde etmiş.
-
ماهی پژمرده در بحر اوفتاد ** کاروان گم شده زد بر رشاد 1065
- Perişan balık denize düşmüştü, yolunu kaybetmiş kervan yol bulmuştu.
-
آن خطاباتی که گفت آن دم نبی ** گر زند بر شب بر آید از شبی
- Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar,
-
روز روشن گردد آن شب چون صباح ** من نتوانم باز گفت آن اصطلاح
- Sabah gibi apaydın olurdu. Ben, o sözleri anlatamam ki!
-
خود تو دانی که آفتابی در حمل ** تا چه گوید با نبات و با دقل
- Hamel burcundaki güneş, otlara ve henüz olmamış hurmalara ne yapar? Bilirsin ya.
-
خود تو دانی هم که آن آب زلال ** می چه گوید با ریاحین و نهال
- Arı duru su, çiçeklerle fidanlara neler söyler? Onu da bilirsin.
-
صنع حق با جمله اجزای جهان ** چون دم و حرفست از افسونگران 1070
- Allah’nın sanatı, cihanın bütün cüzilerine karşı âdeta afsuncuların ağzından çıkan soluğun, harfin tesirini yapar.