- 
		    گر بدیدی یک سر موی از معاد  ** اوش گفتی این چنین عمر تو باد 
- Kıl ucu kadar ahret ahvalini görseydi, böyle diyene “Senin ömrün uzun olsun” derdi.
- 
		  داستان آن درویش کی آن گیلانی را دعا کرد کی خدا ترا به سلامت به خان و مان باز رساناد 
- Bir yoksulun Geylân’lı birisine “Allah seni selâmetle evine barkına kavuştursun” diye dua etmesi
- 
		    گفت یک روزی به خواجهی گیلیی  ** نان پرستی نر گدا زنبیلیی 
- Ekmeğe tapan, bir erkek bir yoksul, bir zembilli dilenci, bir gün Geylân’lı zengin birisinden
- 
		    چون ستد زو نان بگفت ای مستعان  ** خوش به خان و مان خود بازش رسان 
- Ekmek alınca dedi ki: Yarabbi sen bu kulunu hoşlukla, selâmetle evine barkına kavuştur.
- 
		    گفت خان ار آنست که من دیدهام  ** حق ترا آنجا رساند ای دژم 
- Geylân’lı kızıp a çirkin herif dedi, eğer ev bark, benim gördüğüm ev barksa oraya Allah, seni kavuştursun!
- 
		   هر محدث را خسان باذل کنند  ** حرفش ار عالی بود نازل کنند    1240
- Aşağılık kişiler, her söz söyleyeni hor hakir bir hale getirirler. Sözü yüceyse, değerliyse bile o sözün kaderini düşürürler.
- 
		    زانک قدر مستمع آید نبا  ** بر قد خواجه برد درزی قبا 
- Çünkü söz, dinleyene göre söylenir; terzi kaftanı adamın boyuna göre biçer.
- 
		  صفت آن عجوز 
- (BASLIK YOK)
- 
		    چونک مجلس بی چنین پیغاره نیست  ** از حدیث پست نازل چاره نیست 
- Mademki meclisteki dinleyenler aşağılık kişiler, aşağılık söz söylemeden başka çare yok.
- 
		    واستان هین این سخن را از گرو  ** سوی افسانهی عجوزه باز رو 
- Bu sözü rehine koy da yine o kocakarının hikâyesine başla.
- 
		    چون مسن گشت و درین ره نیست مرد  ** تو بنه نامش عجوز سالخورد 
- Bir insan kocaldı da bu yolda er olmadı mı adını kocakarı takıver!
- 
		   نه مرورا راس مال و پایهای  ** نه پذیرای قبول مایهای    1245
- Ne sermayesi var, ne değeri, ne de bir sermaye kabul edecek kabiliyeti.
- 
		    نه دهنده نی پذیرندهی خوشی  ** نه درو معنی و نه معنیکشی 
- Ne hoş ve güzel bir şey verir, ne alır. Ne manâsı var ne anlama liyakati.
- 
		    نه زبان نه گوش نه عقل و بصر  ** نه هش و نه بیهشی و نه فکر 
- Ne dili var ne kulağı, ne aklı var; ne gözü. Ne kendinde, ne kendinden geçmiş, ne de düşünceye sahip.
- 
		    نه نیاز و نه جمالی بهر ناز  ** تو بتویش گنده مانند پیاز 
- Ne niyazı var, ne nazlanacak güzelliği. Soğan gibi kat kat ve her katıda kokmuş!
- 
		    نه رهی ببریده او نه پای راه  ** نه تبش آن قحبه را نه سوز و آه 
- Ne bir yol varmış, ne yola gidecek ayağı kalmış. O kahpenin ne bir yanıklığı var, ne bir ah ve feryadı.
- 
		  قصهی درویشی کی از آن خانه هرچه میخواست میگفت نیست 
- Bir yoksul,evin birinden ne istediyse “yok” cevabını aldı.
- 
		   سایلی آمد به سوی خانهای  ** خشک نانه خواست یا تر نانهای    1250
- Evin birine bir yoksul geldi. Kuru ekmek, yahut taze nane istedi.
- 
		    گفت صاحبخانه نان اینجا کجاست  ** خیرهای کی این دکان نانباست 
- Ev sahibi, burada ekmek ne arar? Burası ekmekçi dükkânı mı, aptal mısın sen dedi.
- 
		    گفت باری اندکی پیهم بیاب  ** گفت آخر نیست دکان قصاب 
- Dilenci bâri biraz yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkânı değil ki.
- 
		    گفت پارهی آرد ده ای کدخدا  ** گفت پنداری که هست این آسیا 
- A ev sahibi, birazcık un ver bari deyince de, yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
- 
		    گفت باری آب ده از مکرعه  ** گفت آخر نیست جو یا مشرعه 
- Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi cevap verdi: Burası ırmak, yahut çeşme değil.
- 
		   هر چه او درخواست از نان یا سبوس  ** چربکی میگفت و میکردش فسوس    1255
- Hâsılı ekmekten kepeğe kadar ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi.
- 
		    آن گدا در رفت و دامن بر کشید  ** اندر آن خانه بحسبت خواست رید 
- Yoksul içeri girip eteklerini kaldırdı evin içinde aptes bozmaya niyetlendi.
- 
		    گفت هی هی گفت تن زن ای دژم  ** تا درین ویرانه خود فارغ کنم 
- Ev sahibi; hey çirkin herif ne yapıyorsun, deyince dedi ki: Böyle yıkık yere bâri aptes bozayım da ferahlayayım.
- 
		    چون درینجا نیست وجه زیستن  ** بر چنین خانه بباید ریستن 
- Burada yaşamanın madem ki imkânı yok, böyle eve ancak aptes bozulur.
- 
		    چون نهای بازی که گیری تو شکار  ** دست آموز شکار شهریار 
- Padişah kolunda beslenmedin, avlanmayı bellemedin; zaten doğan değilsin ki av tutasın.
- 
		   نیستی طاوس با صد نقش بند  ** که به نقشت چشمها روشن کنند    1260
- Tavus kuşu da değilsin ki yüzlerce nakışlarla bezenesin de gözleri neşelendiresin.
- 
		    هم نهای طوطی که چون قندت دهند  ** گوش سوی گفت شیرینت نهند 
- Dudu değilsin ki sana şeker versinler, tatlı sözlerini dinlesinler.
- 
		    هم نهای بلبل که عاشقوار زار  ** خوش بنالی در چمن یا لالهزار 
- Bülbül değilsin, âşıkçasına ağlayıp inleyesin, çayırlıkta, çimenlikte yahut lâle bahçelerinde güzel güzel çileyesin.
- 
		    هم نهای هدهد که پیکیها کنی  ** نه چو لکلک که وطن بالا کنی 
- Hüthüt değilsin ki çavuşluk edesin. Leylek değilsin ki yücelerde yurt tutasın.
- 
		    در چه کاری تو و بهر چت خرند  ** تو چه مرغی و ترا با چه خورند 
- Ne iştesin sen? Seni ne diye satın alsınlar? Ne kuşusun sen? Seni ne diye yesinler?
- 
		   زین دکان با مکاسان برتر آ  ** تا دکان فضل که الله اشتری    1265
- Bu değer bilmezlerin dükkânından vazgeç, yücel “Allah satın alır” ihsanının dükkânına gel!
- 
		    کالهای که هیچ خلقش ننگرید  ** از خلاقت آن کریم آن را خرید 
- Köhneliğinden kimsenin almadığı o kumaşı o kerem sahibi alır.
- 
		    هیچ قلبی پیش او مردود نیست  ** زانک قصدش از خریدن سود نیست 
- Onun yanında hiçbir kalp red edilmez; çünkü alış verişten kâr beklemez ki.
- 
		  رجوع به داستان آن کمپیر 
- Kocakarının hikâyesi
- 
		    چون عروسی خواست رفتن آن خریف  ** موی ابرو پاک کرد آن مستخیف 
- O bunak sokağa bir gelin gibi çıkmak istedi; o azgın karı, kaşlarını yoldu.
- 
		    پیش رو آیینه بگرفت آن عجوز  ** تا بیاراید رخ و رخسار و پوز 
- Yanağını, yüzünü, ağzını güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu.
- 
		   چند گلگونه بمالید از بطر  ** سفرهی رویش نشد پوشیدهتر    1270
- 1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı.
- 
		    عشرهای مصحف از جا میبرید  ** میبچفسانید بر رو آن پلید 
- Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
- 
		    تا که سفرهی روی او پنهان شود  ** تا نگین حلقهی خوبان شود 
- Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
- 
		    عشرها بر روی هر جا مینهاد  ** چونک بر میبست چادر میفتاد 
- O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
- 
		    باز او آن عشرها را با خدو  ** میبچفسانید بر اطراف رو 
- Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,
- 
		   باز چادر راست کردی آن تکین  ** عشرها افتادی از رو بر زمین    1275
- Fakat yine çarşafına büründü mü hepsi, yere dökülüyordu.
- 
		    چون بسی میکرد فن و آن میفتاد  ** گفت صد لعنت بر آن ابلیس باد 
- Bir hayli çalıştı, çabaladı. Nihayet şeytana yüzlerce lânet dedi.
- 
		    شد مصور آن زمان ابلیس زود  ** گفت ای قحبهی قدید بیورود 
- Bu sözü der demez İblis göründü de dedi ki: A kademsiz kadit olmuş, kurumuş, kokmuş kahpe!
- 
		    من همه عمر این نیندیشیدهام  ** نه ز جز تو قحبهای این دیدهام 
- Ben bütün ömrümde bunu düşünmediğim gibi senden başka da bu işi yapan kahpe görmedim.
- 
		    تخم نادر در فضیحت کاشتی  ** در جهان تو مصحفی نگذاشتی 
- Kötülükte acayip bir tohum ektin, âlemde musaf bırakmadın.
- 
		   صد بلیسی تو خمیس اندر خمیس  ** ترک من گوی ای عجوزهی دردبیس    1280
- Sen şeytan ordusunda yüz tane şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni!
- 
		    چند دزدی عشر از علم کتاب  ** تا شود رویت ملون همچو سیب 
- Yüzün elma gibi kızarsın diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın.
- 
		    چند دزدی حرف مردان خدا  ** تا فروشی و ستانی مرحبا 
- Satmak ve onlarla kendine şeref ve mevki satın almak için Allah erlerinin nice sözlerini aşırdın.
- 
		    رنگ بر بسته ترا گلگون نکرد  ** شاخ بر بسته فن عرجون نکرد 
- Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
- 
		    عاقبت چون چادر مرگت رسد  ** از رخت این عشرها اندر فتد 
- Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
- 
		   چونک آید خیزخیزان رحیل  ** گم شود زان پس فنون قال و قیل    1285
- O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider.