-
تخم نادر در فضیحت کاشتی ** در جهان تو مصحفی نگذاشتی
- Kötülükte acayip bir tohum ektin, âlemde musaf bırakmadın.
-
صد بلیسی تو خمیس اندر خمیس ** ترک من گوی ای عجوزهی دردبیس 1280
- Sen şeytan ordusunda yüz tane şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni!
-
چند دزدی عشر از علم کتاب ** تا شود رویت ملون همچو سیب
- Yüzün elma gibi kızarsın diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın.
-
چند دزدی حرف مردان خدا ** تا فروشی و ستانی مرحبا
- Satmak ve onlarla kendine şeref ve mevki satın almak için Allah erlerinin nice sözlerini aşırdın.
-
رنگ بر بسته ترا گلگون نکرد ** شاخ بر بسته فن عرجون نکرد
- Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
-
عاقبت چون چادر مرگت رسد ** از رخت این عشرها اندر فتد
- Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
-
چونک آید خیزخیزان رحیل ** گم شود زان پس فنون قال و قیل 1285
- O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider.
-
عالم خاموشی آید پیش بیست ** وای آنک در درون انسیش نیست
- Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
-
صیقلی کن یک دو روزی سینه را ** دفتر خود ساز آن آیینه را
- Gönlünü bir iki günceğiz cilâla da o aynayı kendine defter edin.
-
که ز سایهی یوسف صاحبقران ** شد زلیخای عجوز از سر جوان
- Sahip kıran Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
-
میشود مبدل به خورشید تموز ** آن مزاح بارد برد العجوز
- Kocakarı soğuğunun o soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir.
-
میشود مبدل بسوز مریمی ** شاخ لب خشکی به نخلی خرمی 1290
- Meryem’in sızıldanışıyla kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir.
-
ای عجوزه چند کوشی با قضا ** نقد جو اکنون رها کن ما مضی
- A kocakarı, kaza ve kaderle niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara.
-
چون رخت را نیست در خوبی امید ** خواه گلگونه نه و خواهی مداد
- Mademki yüzünün güzelleşmesine imkân yok; ister allık sür, ister kara mürekkep!
-
حکایت آن رنجور کی طبیب درو اومید صحت ندید
- Hekimin iyileşmesinden ümit kestiği hasta
-
آن یکی رنجور شد سوی طبیب ** گفت نبضم را فرو بین ای لبیب
- Birisi hastalandı. Hekime gidip dedi ki: Nabzımı ele al da,
-
که ز نبض آگه شوی بر حال دل ** که رگ دستست با دل متصل
- İçimdeki derdi anla. Çünkü nabızdaki damar, kalbe ulaşır.
-
چونک دل غیبست خواهی زو مثال ** زو بجو که با دلستش اتصال 1295
- Kalp görünmez, kayıptır. Onun hali, nabızdan anlaşılır, çünkü nabızla ilişiği vardır.
-
باد پنهانست از چشم ای امین ** در غبار و جنبش برگش ببین
- Ey emin kişi, yel de gizlidir; kopardığı tozdan, uçurduğu yapraklardan anlaşılır.
-
کز یمینست او وزان یا از شمال ** جنبش برگت بگوید وصف حال
- Sağdan mı esiyor, soldan mı? Onu sana yaprakların hareketi söyler.
-
مستی دل را نمیدانی که کو ** وصف او از نرگس مخمور جو
- Gönül sarhoşluğu nerededir? Görmezsin. Onu nergise benzeyen mahmur gözlerde ara.
-
چون ز ذات حق بعیدی وصف ذات ** باز دانی از رسول و معجزات
- Allahnın zatından da uzak olduğun için onu peygamberlerle mucizelerden bile bilirsin.
-
معجزاتی و کراماتی خفی ** بر زند بر دل ز پیران صفی 1300
- Gizli olan mucize ve kerametler, temiz pirlerden gönüllere akseder.
-
که درونشان صد قیامت نقد هست ** کمترین آنک شود همسایه مست
- Onların gönüllerinde yüzlerce hazır kıyamet vardır... En aşağısı şudur: Komşuları sarhoş olur.
-
پس جلیس الله گشت آن نیکبخت ** کو به پهلوی سعیدی برد رخت
- Kutlu bir kişinin yanına göçen talihli, Allah ile düşüp kalkıyor demektir.
-
معجزه کان بر جمادی زد اثر ** یا عصا با بحر یا شقالقمر
- Cansız şeylere tesir eden mucize ya sopa ( nın ejderha olması) dır, ya deniz(in bölünmesi) dir, yahut da ayın ikiye ayrılışı.
-
گر ترا بر جان زند بیواسطه ** متصل گردد به پنهان رابطه
- Fakat vasıtasız olarak cana tesir ederse gizlice bir ilgiyle ilgilenir.
-
بر جمادات آن اثرها عاریهست ** از پی روح خوش متواریهست 1305
- Mucize ve kerametlerin cansız şeylere tesiri eğretidir,geçip gider.Fakat ruha tesiri daimidir, birbiri ardınca ulanır durur.
-
تا از آن جامد اثر گیرد ضمیر ** حبذا نان بیهیولای خمیر
- Bu suretle o cansız şeyden adamın gönlüne tesir eder. Ne hoştur hamur heyulası olmayan ekmek.
-
حبذا خوان مسیحی بیکمی ** حبذا بیباغ میوهی مریمی
- Ne hoştur Mesih’in hiç eksilmeyen sofrası, ne hoştur Meryem’in bağsız, bahçesiz yetişen meyvesi.
-
بر زند از جان کامل معجزات ** بر ضمیر جان طالب چون حیات
- Kamil erin canından kopup gelen mucizeler, talibin canına, gönlüne hayat gibi tesir eder.
-
معجزه بحرست و ناقص مرغ خاک ** مرغ آبی در وی آمن از هلاک
- Mucize denizdir, nakıs kişiyse karada yaşayan kuş. Suda yaşayan kuş, helâk olmadan emindir.
-
عجزبخش جان هر نامحرمی ** لیک قدرتبخش جان همدمی 1310
- Her namahremin canını âciz eder, fakat hem dem olan kişinin canına kudret bağışlar.
-
چون نیابی این سعادت در ضمیر ** پس ز ظاهر هر دم استدلال گیر
- İçinde bu kutluluğu bulamazsan her an zahirden istidlalde bulun.
-
که اثرها بر مشاعر ظاهرست ** وین اثرها از مثر مخبرست
- Tesirler, insanın duygularında görünür durur. Bunlar, tesir edeni haber verirler.
-
هست پنهان معنی هر داروی ** همچو سحر و صنعت هر جادوی
- Her ilâcın manâsı hakikati, her hünerin sanatı, sihri gibi gizlidir.
-
چون نظر در فعل و آثارش کنی ** گرچه پنهانست اظهارش کنی
- Fakat yaptığı işe ve eserlerine bakarsan hakikati gizli olmakla beraber onu meydana çıkarırsın.
-
قوتی کان اندرونش مضمرست ** چون به فعل آید عیان و مظهرست 1315
- İçinde gizli olan kuvvet, fiile gelince açığa çıkar, görünür.
-
چون به آثار این همه پیدا شدت ** چون نشد پیدا ز تاثیر ایزدت
- Bunların hepsi, sana eserleriyle görünür de nasıl olur. Allah, eserleriyle görünmez?
-
نه سببها و اثرها مغز و پوست ** چون بجویی جملگی آثار اوست
- Sebeplerle tesirler, iç ve kabuk değil mi? Araştırırsan hepsi de onun eserleri değil mi?
-
دوست گیری چیزها را از اثر ** پس چرا ز آثاربخشی بیخبر
- Eserlerine bakıyor da bazı şeyleri seviyorsun, peki, neden eserleri bağışlayandan haberin yok?
-
از خیالی دوست گیری خلق را ** چون نگیری شاه غرب و شرق را
- Bir hayale kapılıp halkı seviyorsun da doğu ve batının padişahını nasıl sevmiyorsun?
-
این سخن پایان ندارد ای قباد ** حرص ما را اندرین پایان مباد 1320
- Ey ulu kişi, bu sözün sonu gelmez. Bu husustaki hırsımız da dilerim bitmesin.
-
رجوع به قصهی رنجور
- Hasta hikâyesi
-
باز گرد و قصهی رنجور گو ** با طبیب آگه ستارخو
- Dön de hasta hikâyesini söyle, ayıpları örten hekimle macerasını anlat.
-
نبض او بگرفت و واقف شد ز حال ** که امید صحت او بد محال
- Hekim, hastanın nabzını tutup halini anladı. İyileşme ümidi hiç yoktu.
-
گفت هر چت دل بخواهد آن بکن ** تا رود از جسمت این رنج کهن
- Dedi ki: Gönlün ne dilerse onu yap da bedenindeki bu eski dert gitsin.
-
هرچه خواهد خاطر تو وا مگیر ** تا نگردد صبر و پرهیزت زحیر
- Hatırına ne gelirse yap, geri durma da sabır ve perhiz, sana eziyet vermesin.
-
صبر و پرهیز این مرض را دان زیان ** هرچه خواهد دل در آرش در میان 1325
- Bil ki sabır ve perhiz, bu hastalığa ziyandır, gönlüne geleni yap.
-
این چنین رنجور را گفت ای عمو ** حق تعالی اعملوا ما شتم
- Hastaya, Allahnın dediği gibi âdeta “Dilediğinizi yapın” dedi.
-
گفت رو هین خیر بادت جان عم ** من تماشای لب جو میروم
- Hasta âlâ dedi, haydi sen git, hayra karşı. Ben ırmak kıyısına seyre gidiyorum.
-
بر مراد دل همیگشت او بر آب ** تا که صحت را بیابد فتح باب
- Kendisine sıhhatten bir kapı açılsın, iyileşsin diye gönlünün dilediğince ırmak kıyısında gezinip duruyordu.