-
چون نیابی این سعادت در ضمیر ** پس ز ظاهر هر دم استدلال گیر
- İçinde bu kutluluğu bulamazsan her an zahirden istidlalde bulun.
-
که اثرها بر مشاعر ظاهرست ** وین اثرها از مثر مخبرست
- Tesirler, insanın duygularında görünür durur. Bunlar, tesir edeni haber verirler.
-
هست پنهان معنی هر داروی ** همچو سحر و صنعت هر جادوی
- Her ilâcın manâsı hakikati, her hünerin sanatı, sihri gibi gizlidir.
-
چون نظر در فعل و آثارش کنی ** گرچه پنهانست اظهارش کنی
- Fakat yaptığı işe ve eserlerine bakarsan hakikati gizli olmakla beraber onu meydana çıkarırsın.
-
قوتی کان اندرونش مضمرست ** چون به فعل آید عیان و مظهرست 1315
- İçinde gizli olan kuvvet, fiile gelince açığa çıkar, görünür.
-
چون به آثار این همه پیدا شدت ** چون نشد پیدا ز تاثیر ایزدت
- Bunların hepsi, sana eserleriyle görünür de nasıl olur. Allah, eserleriyle görünmez?
-
نه سببها و اثرها مغز و پوست ** چون بجویی جملگی آثار اوست
- Sebeplerle tesirler, iç ve kabuk değil mi? Araştırırsan hepsi de onun eserleri değil mi?
-
دوست گیری چیزها را از اثر ** پس چرا ز آثاربخشی بیخبر
- Eserlerine bakıyor da bazı şeyleri seviyorsun, peki, neden eserleri bağışlayandan haberin yok?
-
از خیالی دوست گیری خلق را ** چون نگیری شاه غرب و شرق را
- Bir hayale kapılıp halkı seviyorsun da doğu ve batının padişahını nasıl sevmiyorsun?
-
این سخن پایان ندارد ای قباد ** حرص ما را اندرین پایان مباد 1320
- Ey ulu kişi, bu sözün sonu gelmez. Bu husustaki hırsımız da dilerim bitmesin.
-
رجوع به قصهی رنجور
- Hasta hikâyesi
-
باز گرد و قصهی رنجور گو ** با طبیب آگه ستارخو
- Dön de hasta hikâyesini söyle, ayıpları örten hekimle macerasını anlat.
-
نبض او بگرفت و واقف شد ز حال ** که امید صحت او بد محال
- Hekim, hastanın nabzını tutup halini anladı. İyileşme ümidi hiç yoktu.
-
گفت هر چت دل بخواهد آن بکن ** تا رود از جسمت این رنج کهن
- Dedi ki: Gönlün ne dilerse onu yap da bedenindeki bu eski dert gitsin.
-
هرچه خواهد خاطر تو وا مگیر ** تا نگردد صبر و پرهیزت زحیر
- Hatırına ne gelirse yap, geri durma da sabır ve perhiz, sana eziyet vermesin.
-
صبر و پرهیز این مرض را دان زیان ** هرچه خواهد دل در آرش در میان 1325
- Bil ki sabır ve perhiz, bu hastalığa ziyandır, gönlüne geleni yap.
-
این چنین رنجور را گفت ای عمو ** حق تعالی اعملوا ما شتم
- Hastaya, Allahnın dediği gibi âdeta “Dilediğinizi yapın” dedi.
-
گفت رو هین خیر بادت جان عم ** من تماشای لب جو میروم
- Hasta âlâ dedi, haydi sen git, hayra karşı. Ben ırmak kıyısına seyre gidiyorum.
-
بر مراد دل همیگشت او بر آب ** تا که صحت را بیابد فتح باب
- Kendisine sıhhatten bir kapı açılsın, iyileşsin diye gönlünün dilediğince ırmak kıyısında gezinip duruyordu.
-
بر لب جو صوفیی بنشسته بود ** دست و رو میشست و پاکی میفزود
- Su kenarında bir sofi oturmuş, elini yüzünü yıkıyor, temizken bir kat daha temiz oluyordu.
-
او قفااش دید چون تخییلیی ** کرد او را آرزوی سیلیی 1330
- Hasta sofinin kafasını görünce hülyaya kapıldı, içinden bir sille vurmak isteği coştu.
-
بر قفای صوفی حمزهپرست ** راست میکرد از برای صفع دست
- Bulgur aşına tapan sofinin kellesine vurmak için elini kaldırdı.
-
کارزو را گر نرانم تا رود ** آن طبیبم گفت کان علت شود
- Hekim, içinden geçeni yapmazsan o, sana dert olur dedi.
-
سیلیش اندر برم در معرکه ** زانک لا تلقوا بایدی تهلکه
- Allah da “Kendinizi, elinizle, tehlikeye atmayın” buyurmuştur. Hele bir sille aşk edeyim.
-
تهلکهست این صبر و پرهیز ای فلان ** خوش بکوبش تن مزن چون دیگران
- Bu sabır ve perhiz, bir tehlikedir. Başkaları gibi çekinme, bir iyice vur bakalım diyordu.
-
چون زدش سیلی برآمد یک طراق ** گفت صوفی هی هی ای قواد عاق 1335
- Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye bağırdı.
-
خواست صوفی تا دو سه مشتش زند ** سبلت و ریشش یکایک بر کند
- Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
-
خلق رنجور دق و بیچارهاند ** وز خداع دیو سیلی بارهاند
- Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
-
جمله در ایذای بیجرمان حریص ** در قفای همدگر جویان نقیص
- Hepside suçsuzları incitmeye haristir. Birbirlerinin kafasını noksan görürler
-
ای زننده بیگناهان را قفا ** در قفای خود نمیبینی جزا
- Ey suçsuzların kafasına vuran, bunun cezasını kendi kafanda görmüyor musun?
-
ای هوا را طب خود پنداشته ** بر ضعیفان صفع را بگماشته 1340
- Ey hava ve hevesini hekimlik sanıp zayıfları tokatlamaya kalkışan!
-
بر تو خندید آنک گفتت این دواست ** اوست که آدم را به گندم رهنماست
- Sana bu ilâçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!
-
که خورید این دانه او دو مستعین ** بهر دارو تا تکونا خالدین
- Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilâç için bunu yiyin, “Ebedi olarak yaşarsınız” demişti ya!
-
اوش لغزانید و او را زد قفا ** آن قفا وا گشت و گشت این را جزا
- Şeytan, Âdem’in ayağını titretti, sürçtürdü, onun kafasına vurdu. Fakat o sille döndü, şeytanın kafasına geldi, ona ceza oldu.
-
اوش لغزانید سخت اندر زلق ** لیک پشت و دستگیرش بود حق
- Şeytan, Âdem’i adam akıllı sürçtürdü ama Âdem’in arkası Allah idi, elini tutan Haktı.
-
کوه بود آدم اگر پر مار شد ** کان تریاقست و بیاضرار شد 1345
- Âdem bir dağdı, yılanla dolsa ne çıkar? Tiryak madeniydi, ona hiçbir zarar gelmedi.
-
تو که تریاقی نداری ذرهای ** از خلاص خود چرایی غرهای
- Sende tiryakten bir zerre bile yok, kurtulacağını nasıl umuyor, nasıl aldanıyorsun?
-
آن توکل کو خلیلانه ترا ** وآن کرامت چون کلیمت از کجا
- Nerede sen de Halil’cesine Allahya dayanma, nerede sende Kelîm’deki keramet?
-
تا نبرد تیغت اسمعیل را ** تا کنی شهراه قعر نیل را
- Nerede o Allahya dayanma ki kılıcın İsmail’i kesmesin, nerede o keramet ki Nil’in dibini ana cadde yapasın?
-
گر سعیدی از مناره اوفتید ** بادش اندر جامه افتاد و رهید
- Kutlu bir adam, minareden düşse elbisesine rüzgâr dolar, onu yere yavaş indirir, kurtulur.
-
چون یقینت نیست آن بخت ای حسن ** تو چرا بر باد دادی خویشتن 1350
- Ey güzel adam, o bahta inanmıyorsan neden kendini yele veriyorsun ya?
-
زین مناره صد هزاران همچو عاد ** در فتادند و سر و سر باد داد
- Bu minareden Âd gibi yüz binlercesi tepesi üstüne düştü, başlarını da yele verdiler, canlarını da.
-
سرنگون افتادگان را زین منار ** مینگر تو صد هزار اندر هزار
- Bu minareden tepesi üstüne düşen milyonlarca kişiye bak.
-
تو رسنبازی نمیدانی یقین ** شکر پاها گوی و میرو بر زمین
- İp üstünde oynamayı bilmiyorsan ayaklarına şükret, yeryüzünde yürü.
-
پر مساز از کاغذ و از که مپر ** که در آن سودا بسی رفتست سر
- Kendine kâğıttan kanat yapıp dağdan uçmaya kalkışma. Bu sevdada niceler başından oldu.
-
گرچه آن صوفی پر آتش شد ز خشم ** لیک او بر عاقبت انداخت چشم 1355
- O sofi, kızgınlıktan ateşlendi, ateşe döndü ama işin sonuna göz attı.
-
اول صف بر کسی ماندم به کام ** کو نگیرد دانه بیند بند دام
- Taneyi almayan ve tuzağı gören kişi, ilk saftan adım atar atmaz durur, ileri gitmez.
-
حبذا دو چشم پایان بین راد ** که نگه دارند تن را از فساد
- İşin sonunu gören gözlere ne mutlu. Onlar, bedenin bozulup çürüyüşünü görürler.
-
آن ز پایاندید احمد بود کو ** دید دوزخ را همینجا مو به مو
- Ahmed’in gözü de onu görmüş, cehennemi buradayken kıldan kıla seyretmişti.
-
دید عرش و کرسی و جنات را ** تا درید او پردهی غفلات را
- Arşı, kürsüyü, cennetleri görmüş, gaflet perdelerini yırtmıştı.
-
گر همیخواهی سلامت از ضرر ** چشم ز اول بند و پایان را نگر 1360
- Zarardan kurtulmak istiyorsan gözünü işin önünde kapa, sonuna bak.