English    Türkçe    فارسی   

6
1458-1507

  • تا بگویندت به لب نی بل به حال  ** که ز دریا کن نه از ما این سال 
  • Onlar sana dille,dudakla değil de hal diliyle bu soruyu bize sorma, denize sor desinler.
  • نقش چون کف کی بجنبد بی ز موج  ** خاک بی بادی کجا آید بر اوج 
  • Köpük gibi olan suret de dalga olmadan nasıl oynar? Yel olmadıkça toprak nasıl olur da havalanır?
  • چون غبار نقش دیدی باد بین  ** کف چو دیدی قلزم ایجاد بین  1460
  • Suret tozunu gördün ya, yeli de gör. Köpüğü gördün ya , icat denizini de seyret.
  • هین ببین کز تو نظر آید به کار  ** باقیت شحمی و لحمی پود و تار 
  • Gör, gör ki sende yalnız bu görüş, bu bakış işe yarar.Bundan ötesini sorarsan yağsın, etsin, ilik ve sinirden ibaretsin.
  • شحم تو در شمعها نفزود تاب  ** لحم تو مخمور را نامد کباب 
  • Fakat yağın mumları ışıklandırmaya yaramaz. Etin , sarhoşa kebap olmaz.
  • در گداز این جمله تن را در بصر  ** در نظر رو در نظر رو در نظر 
  • Bütün bu bedenini bakışta erit, bakışa yürü, bakışa git, bakışa var!
  • یک نظر دو گز همی‌بیند ز راه  ** یک نظر دو کون دید و روی شاه 
  • Bir vardır, iki fersahlık yolu görür; bir bakış vardır, iki âlemi görür, padişahın yüzünü de.
  • در میان این دو فرقی بی‌شمار  ** سرمه جو والله اعلم بالسرار  1465
  • Bu ikisinin arasında sayıya sığmaz fark var.Gizli şeyleri Allah bilir ama gözüne bir sürme ara.
  • چون شنیدی شرح بحر نیستی  ** کوش دایم تا برین بحر ایستی 
  • Yokluk denizini anlattık, duydun ya. Çalış da daima bu denizde ol.
  • چونک اصل کارگاه آن نیستیست  ** که خلا و بی‌نشانست و تهیست 
  • Çünkü tezgâhın aslı yokluk âlemidir;orada hiçbir şey yoktur, bomboştur, oranın nişanesi bulunmaz.
  • جمله استادان پی اظهار کار  ** نیستی جویند و جای انکسار 
  • Bütün ustalar, işlerini göstermek için yokluğu ve sınıklık yurdunu ararlar.
  • لاجرم استاد استادان صمد  ** کارگاهش نیستی و لا بود 
  • Ustaların ustası Allah’nın da tezgâhı yokluktur.
  • هر کجا این نیستی افزون‌ترست  ** کار حق و کارگاهش آن سرست  1470
  • Nerde yokluk fazlaysa orası Allah tezgâhıdır, Allah işi oradadır.
  • نیستی چون هست بالایین طبق  ** بر همه بردند درویشان سبق 
  • Yokluk , en yüksek derece olduğundan yoksullar, oraya vardılar, ödülü aldılar.
  • خاصه درویشی که شد بی جسم و مال  ** کار فقر جسم دارد نه سال 
  • Hele bedenini, malını yok etmiş derviş, hepsinden ileridir. Fakat iş beden yokluğundadır, dilencilikte değil.
  • سایل آن باشد که مال او گداخت  ** قانع آن باشد که جسم خویش باخت 
  • Dilenci, malı bitmiş kişidir; kanaat sahibi ise, bedenine kıyan kişi.
  • پس ز درد اکنون شکایت بر مدار  ** کوست سوی نیست اسپی راهوار 
  • Artık dertten şikâyet etme. Çünkü dert , insanı yokluğa sürüp götüren rahvan bir attır.
  • این قدر گفتیم باقی فکر کن  ** فکر اگر جامد بود رو ذکر کن  1475
  • Ben bu kadarını söyledim, ötesini sen düşün. Fikrin donmuşsa , düşünemiyorsan yürü, zikret.
  • ذکر آرد فکر را در اهتزاز  ** ذکر را خورشید این افسرده ساز 
  • Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap.
  • اصل خود جذبه است لیک ای خواجه‌تاش  ** کار کن موقوف آن جذبه مباش 
  • İşin aslı cezp eder. Fakat kardeş , işten kalıp o cezbeyi bekleme.
  • زانک ترک کار چون نازی بود  ** ناز کی در خورد جانبازی بود 
  • Çünkü işi bırakmak , nazlanmaya benzer. Canıyla oynayan hiç nazlanabilir mi?
  • نه قبول اندیش نه رد ای غلام  ** امر را و نهی را می‌بین مدام 
  • Oğul,ne kabul edilmeyi düşün, ne reddedilmeyi. Sen daima emri, nehyi gör, gözet.
  • مرغ جذبه ناگهان پرد ز عش  ** چون بدیدی صبح شمع آنگه بکش  1480
  • Derken cezbe kuşu , birden bire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir. Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür.
  • چشمها چون شد گذاره نور اوست  ** مغزها می‌بیند او در عین پوست 
  • Gözler , perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan , dışa bakar, içi görür.
  • بیند اندر ذره خورشید بقا  ** بیند اندر قطره کل بحر را 
  • Zerrede ebedî varlık güneşini görür, katrada bütün denizi.
  • بار دیگر رجوع کردن به قصه‌ی صوفی و قاضی 
  • Yine sofi hikâyesi,sofiyle kadı
  • گفت صوفی در قصاص یک قفا  ** سر نشاید باد دادن از عمی 
  • Sofi dedi ki: Kafaya yenen bir sille yüzünden körcesine baş vermeye gelmez.
  • خرقه‌ی تسلیم اندر گردنم  ** بر من آسان کرد سیلی خوردنم 
  • Teslim hırkasını giyinmişim, bana sille yemek kolay gelir.
  • دید صوفی خصم خود را سخت زار  ** گفت اگر مشتش زنم من خصم‌وار  1485
  • Düşmanını pek arık gördü, ben de düşmanca bir yumruk vursam.
  • او به یک مشتم بریزد چون رصاص  ** شاه فرماید مرا زجر و قصاص 
  • Kalay gibi eriyip akıverecek. Derken padişah kısas emredecek.
  • خیمه ویرانست و بشکسته وتد  ** او بهانه می‌جود تا در فتد 
  • Zaten çadır harap, direk kırık, yıkılmaya bahane arıyor.
  • بهر این مرده دریغ آید دریغ  ** که قصاصم افتد اندر زیر تیغ 
  • Bu ölü herif için kılıç altına gitmek, kısasa razı olmak yazıktır doğrusu, yazık dedi.
  • چون نمی‌توانست کف بر خصم زد  ** عزمش آن شد کش سوی قاضی برد 
  • Onu dövemediğinden kadıya götürmeyi kurdu.
  • که ترازوی حق است و کیله‌اش  ** مخلص است از مکر دیو و حیله‌اش  1490
  • Çünkü kadı, Allahnın terazisidir. Kilesine şeytan hilesi giremez.
  • هست او مقراض احقاد و جدال  ** قاطع جن دو خصم و قیل و قال 
  • O, hasetlerin, çekişlerin makasıdır. İki düşmanın savaşını, dedikodusunu keser.
  • دیو در شیشه کند افسون او  ** فتنه‌ها ساکن کند قانون او 
  • Afsunu ,şeytanı şişeye hapseder. Kanunu, fitneleri yatıştırır.
  • چون ترازو دید خصم پر طمع  ** سرکشی بگذارد و گردد تبع 
  • Tamahkâr düşman teraziyi görünce serkeşliği bırakır, onun hükmüne uyar.
  • ور ترازو نیست گر افزون دهیش  ** از قسم راضی نگردد آگهیش 
  • Fakat terazi olmazsa çok bile versen payına razı olmaz.
  • هست قاضی رحمت و دفع ستیز  ** قطره‌ای از بحر عدل رستخیز  1495
  • Kadı rahmettir, savaşı defeder, kıyametteki adalet denizinden bir katradır o.
  • قطره گرچه خرد و کوته‌پا بود  ** لطف آب بحر ازو پیدا بود 
  • Karta, küçük ve ayağı kısa bile olsa denizin letafeti, ondan belli olur.
  • از غبار ار پاک داری کله را  ** تو ز یک قطره ببینی دجله را 
  • Gözündeki tozu temizledin mi bir katra’dan Dicle’yi görebilirsin.
  • جزوها بر حال کلها شاهدست  ** تا شفق غماز خورشید آمدست 
  • Cüzüler küllerin haline tanıktır. Gün battıktan sonra batıda beliren kızıllık, güneşin varlığını bildirir.
  • آن قسم بر جسم احمد راند حق  ** آنچ فرمودست کلا والشفق 
  • Allah “Güneş battıktan sonra batıda beliren kızıllığa and olsun” dediği zaman Ahmed’in cismine yemin etmiştir.
  • مور بر دانه چرا لرزان بدی  ** گر از آن یک دانه خرمن‌دان بدی  1500
  • Karınca, bir tanecik buğdayı görüp harmanı anlasaydı hiç o bir tane buğdayın üstüne titrer miydi?
  • بر سر حرف آ که صوفی بی‌دلست  ** در مکافات جفا مستعجلست 
  • Sen yine sözüne gel, sofi sabırsız. Yediği sillenin cezasını acele istemekte.
  • ای تو کرده ظلمها چون خوش‌دلی  ** از تقاضای مکافی غافلی 
  • Ey zulümler eden, nasıl oluyor da gönlün hoş, yaptığını çekmeyeceksin mi sanıyorsun da gafil oluyorsun?
  • یا فراموشت شدست از کرده‌هات  ** که فرو آویخت غفلت پرده‌هات 
  • Yoksa yaptıklarını unuttun mu ki gaflet, perdelerini indirdi?
  • گر نه خصمیهاستی اندر قفات  ** جرم گردون رشک بردی بر صفات 
  • Ardında düşmanların olmasaydı kâinat sana haset ederdi.
  • لیک محبوسی برای آن حقوق  ** اندک اندک عذر می‌خواه از عقوق  1505
  • Fakat sende olan hukuk yüzünden hapistesin. Yaptığın isyanlar yüzünden azar azar özür dilemeye bak.
  • تا به یکبارت نگیرد محتسب  ** آب خود روشن کن اکنون با محب 
  • Bak da ceza veren seni birden tutmasın. Ey dost, suyunu durult.
  • رفت صوفی سوی آن سیلی‌زنش  ** دست زد چون مدعی در دامنش 
  • Sofi kendisine sille vuran adamın yanına gidip dâvacı gibi eteğine yapıştı.