-
گردنت زین طوق زرین جهان ** چست در دزد و ز حق سیلی ستان
- Boynunu, dünyanın şu altın boyunduruğundan çabuk kurtar da Allahdan sille satın almaya bak.
-
آن قفاها که انبیا برداشتند ** زان بلا سرهای خود افراشتند
- Peygamberler de dertlere, musibetlere sabrettiler de o yüzden başlarını yücelttiler.
-
لیک حاضر باش در خود ای فتی ** تا به خانه او بیابد مر ترا
- Fakat yiğidim, hazırlan, bekle de gelince seni evde bulsun.
-
ورنه خلعت را برد او باز پس ** که نیابیدم به خانهش هیچ کس
- Yoksa eve geldim, kimsecikler yoktu diye getirdiği elbiseyi geri götürür ha!
-
باز سال کردن صوفی از آن قاضی
- Sofinin ,yine kadıya sorması
-
گفت صوفی که چه بودی کین جهان ** ابروی رحمت گشادی جاودان 1645
- Sofi dedi ki: Ne olurdu yâni, bu âlem, ebedî olarak insana gülseydi, hiç kaşlarını çatmasaydı.
-
هر دمی شوری نیاوردی به پیش ** بر نیاوردی ز تلوینهاش نیش
- Her an ortaya bir acılık katmasaydı, değişip durarak insana zahmetler vermeseydi.
-
شب ندزدیدی چراغ روز را ** دی نبردی باغ عیش آموز را
- Gündüzün nurunu gece çalmasaydı, zevk ve sefalar sürülen bahçeyi kış talan etmeseydi.
-
جام صحت را نبودی سنگ تب ** آمنی با خوف ناوردی کرب
- Sıhhat kadehi humma taşı ile kırılmasaydı, eminliği dert ve elem korkusu bozmasaydı.
-
خود چه کم گشتی ز جود و رحمتش ** گر نبودی خرخشه در نعمتش
- Hâsılı nimetinde bir hırıltı, gürültü olmasaydı cömertliğinden, ne eksilirdi ki?
-
جواب قاضی سال صوفی را و قصهی ترک و درزی را مثل آوردن
- Kadının sofiye cevap vermesi ve Türkle terzi hikâyesini örnek getirmesi
-
گفت قاضی بس تهیرو صوفیی ** خالی از فطنت چو کاف کوفیی 1650
- Kadı, pek bomboş bir sofisin sen. Kûfî yazıdaki kef gibi bomboşsun, bir parçacık bile aklın yok.
-
تو بنشنیدی که آن پر قند لب ** غدر خیاطان همیگفتی به شب
- Ağzından şekerler saçan hikâyeci, geceleri terzilerin hainliklerini anlatır, hiç duymadın mı sen?
-
خلق را در دزدی آن طایفه ** مینمود افسانههای سالفه
- Onların halkı nasıl soyup soğana çevirdiklerine dair geçmiş zamanlardaki hikâyeleri anlatır durur.
-
قصهی پارهربایی در برین ** می حکایت کرد او با آن و این
- Kumaş keserlerken kumaşın bir parçasını nasıl çaldıklarını şuna buna söyler.
-
در سمر میخواند دزدینامهای ** گرد او جمع آمده هنگامهای
- Hikâyecinin biri de geceleyin yine terzi masalı okumaya koyulmuştu. Halk başına toplanmıştı.
-
مستمع چون یافت جاذب زان وفود ** جمله اجزااش حکایت گشته بود 1655
- Dinleyici bulunduğundan bütün cüzleri hikâye olmuştu âdeta.
-
قال النبی علیه السلام ان الله تعالی یلقن الحکمة علی لسان الواعظین بقدر همم المستمعین
- Peygamber aleyhisselâm “Şüphe yok Allah, dinleyenlerin himmetince vaiz edenlerin diline hikmet telkin eder” buyurdu.
-
جذب سمعست ار کسی را خوش لبیست ** گرمی و جد معلم از صبیست
- Birisinin sözü güzelse dinleyicidendir. Öğretmenin heyecanı ve işe iyi sarılması, çocuğun tesiriyledir.
-
چنگیی را کو نوازد بیست و چار ** چون نیابد گوش گردد چنگ بار
- Yirmi dört şubeden çalgı çalan bir çalgıcıya, dinleyen olmadı mı çalgısı bir yük olur.
-
نه حراره یادش آید نه غزل ** نه ده انگشتش بجنبد در عمل
- Aklına ne bir yanık nağme gelir, ne bir güzel, ne de on parmağı, çalgının perdelerinde ve tellerde oynar!
-
گر نبودی گوشهای غیبگیر ** وحی ناوردی ز گردون یک بشیر
- Gayb haberlerini dinleyen bir kulak olmasaydı hiçbir muştucu gökten vahiy getirmezdi.
-
ور نبودی دیدههای صنعبین ** نه فلک گشتی نه خندیدی زمین 1660
- Allah sanatlarını gören gözler olmasaydı ne gökyüzü dönerdi, ne yeryüzü gülerdi.
-
آن دم لولاک این باشد که کار ** از برای چشم تیزست و نظار
- “Sen olmasaydın” sözü, keskin ve görür gözler içindir.
-
عامه را از عشق همخوابه و طبق ** کی بود پروای عشق صنع حق
- Fakat halk, kadın ve yemek aşkından nereden Allah sanatına bakacak, nereden Allah aşkına düşecek?
-
آب تتماجی نریزی در تغار ** تا سگی چندی نباشد طعمهخوار
- Yiyecek birkaç köpek olmadıktan sonra tutmaç suyunu köpeklerin yiyecekleri yere dökmezsin ki.
-
رو سگ کهف خداوندیش باش ** تا رهاند زین تغارت اصطفاش
- Yürü, Allah mağarasının köpeği ol da o, seni seçsin, bu yal yerinden kurtarsın.
-
چونک دزدیهای بیرحمانه گفت ** کی کنند آن درزیان اندر نهفت 1665
- Hikâyeci, terzilerin insafsızca hırsızlılarını anlattı, çaldıkları kumaşları nasıl sakladıklarını söyledi.
-
اندر آن هنگامه ترکی از خطا ** سخت طیره شد ز کشف آن غطا
- Halk arasında Hıta’lı bir Türk vardı. Bu sırrın açılmasına pek kızdı öfkelendi.
-
شب چو روز رستخیز آن رازها ** کشف میکرد از پی اهل نهی
- Gece, kıyamet günü gibi o sırları, hakikat ehline açıp durmaktaydı.
-
هر کجا آیی تو در جنگی فراز ** بینی آنجا دو عدو در کشف راز
- Nereye gitsen de orada birbirlerinin sırlarını açan iki düşmanı savaşır görsen;
-
آن زمان را محشر مذکور دان ** وان گلوی رازگو را صور دان
- O anı, anılıp söylenen mahşer bil. O sır söyleyen boğazı da sur say.
-
که خدا اسباب خشمی ساختست ** وآن فضایح را بکوی انداختست 1670
- Allah, öfke sebeplerini hazırlamış, o kötülükleri ortaya atmıştır.
-
بس که غدر درزیان را ذکر کرد ** حیف آمد ترک را و خشم و درد
- Hikâyeci, terzilerin bir çok hainliklerini sayıp döktü. Türk acıklandı, kızdı, dertlendi.
-
گفت ای قصاص در شهر شما ** کیست استاتر درین مکر و دغا
- Dedi ki: Ey meddah, şehrinizde hilede, hıyanette en usta hangi terzi?
-
دعوی کردن ترک و گرو بستن او کی درزی از من چیزی نتواند بردن
- Türk’ün ,terzi benden bir şey çalamaz diye bahse girişmesi
-
گفت خیاطیست نامش پور شش ** اندرین چستی و دزدی خلقکش
- Meddah dedi ki: Ciğeroğlu derler bir terzi vardır, hırsızlıkta, çeviklikte halkı öldürür âdeta.
-
گفت من ضامن که با صد اضطراب ** او نیارد برد پیشم رشتهتاب
- Türk, benden dedi, bir iplik bile çalamaz. Sizinle bahse giriyorum.
-
پس بگفتندش که از تو چستتر ** مات او گشتند در دعوی مپر 1675
- Senden daha akıllı nice kişileri mat etti, bahse girişme, böyle kanatlanıp uçmaya kalkma.
-
رو به عقل خود چنین غره مباش ** که شوی یاوه تو در تزویرهاش
- Yürü, aklına böyle mağrur olma. Onun hileleriyle sen de kendini kaybedersin dediler.
-
گرمتر شد ترک و بست آنجا گرو ** که نیارد برد نی کهنه نی نو
- Türk, büsbütün kızdı, benden ne yeni, ne eski hiçbir şey alamaz diye bahse girişti.
-
مطمعانش گرمتر کردند زود ** او گرو بست و رهان را بر گشود
- Tamah edenler de onu büsbütün kızdırdılar. Bahse girip ağzını açarak dedi ki:
-
که گرو این مرکب تازی من ** بدهم ار دزدد قماشم او به فن
- Şu Arap atım rehin olsun. Benden hileyle kumaş çalabilirse at sizin olur.
-
ور نتواند برد اسپی از شما ** وا ستانم بهر رهن مبتدا 1680
- Fakat hile yapamaz, çalamazsa ben sizden bir at alırım.
-
ترک را آن شب نبرد از غصه خواب ** با خیال دزد میکرد او حراب
- Türk, o gece kızgınlığından uyuyamadı. Hırsızın hayali ile savaşıp durmaktaydı.
-
بامدادان اطلسی زد در بغل ** شد به بازار و دکان آن دغل
- Sabah çağı bir atlas kumaşı koltukladı, çarşıya o hilebazın dükkânına gitti.
-
پس سلامش کرد گرم و اوستاد ** جست از جا لب به ترحیبش گشاد
- Terziye selâm verdi. Usta hemen yerinden kalkıp selâmını aldı, merhaba hoş geldin dedi.
-
گرم پرسیدش ز حد ترک بیش ** تا فکند اندر دل او مهر خویش
- Türk’e haddinden fazla saygı gösterdi, hal ve hatır sordu, kendisini sevdirdi.
-
چون بدید از وی نوای بلبلی ** پیشش افکند اطلس استنبلی 1685
- Türk, ondan bu bülbül gibi çilemeyi görünce o İstanbul atlasını terzinin önüne attı.
-
که ببر این را قبای روز جنگ ** زیر نافم واسع و بالاش تنگ
- Bana, dedi, bundan savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun yukarısı dar.
-
تنگ بالا بهر جسمآرای را ** زیر واسع تا نگیرد پای را
- Belden yukarısı dar olsun da güzel dursun, beni bezesin. Fakat aşağı tarafı bol olmalı ki savaşta ayağıma dolaşmasın.
-
گفت صد خدمت کنم ای ذو وداد ** در قبولش دست بر دیده نهاد
- Terzi, sevimli müşterim, sana yüzlerce hizmette bulunayım deyip elini gözünün üstüne koydu, baş üstüne dedi.
-
پس بپیمود و بدید او روی کار ** بعد از آن بگشاد لب را در فشار
- Kumaşı önce bir ölçtü, ne kadardan çıkacak onu anladı, sonra Türkü lâfa tuttu.
-
از حکایتهای میران دگر ** وز کرمها و عطاء آن نفر 1690
- Başka beylerin hikâyelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanları övmeye koyuldu.