-
بین که با این جمله تلخیهای او ** مردهی اویید و ناپروای او 1735
- Şuna bak sen: Bu kadar acılıklarıyla beraber yine de onun için ölüyor, ondan bir türlü kendinizi çekemiyorsunuz.
-
رحمتی دان امتحان تلخ را ** نقمتی دان ملک مرو و بلخ را
- Acı imtihanı bir rahmet bil, Belh ve Merv ülkelerine sahip olmayı bir gazap say.
-
آن براهیم از تلف نگریخت و ماند ** این براهیم از شرف بگریخت و راند
- O İbrahim, telef olmaktan çekinmedi, ateşe atıldı, fakat yanmadı, bu İbrahim, şereften saltanattan kaçtı, kendisini ateşe attı.
-
آن نسوزد وین بسوزد ای عجب ** نعل معکوس است در راه طلب
- Şaşılacak şey. Ateş onu yakmadı, bunu yaktı. İstek yolunda böyle tersine nallar vardır işte!
-
باز مکرر کردن صوفی سال را
- Sofinin tekrar sual sorması
-
گفت صوفی قادرست آن مستعان ** که کند سودای ما را بی زیان
- Sofi dedi ki: Yardımı dilenen Allah, kârımızı ziyansız etmeye kadirdir.
-
آنک آتش را کند ورد و شجر ** هم تواند کرد این را بیضرر 1740
- Ateşi gül ve ağaç haline getiren, bunu da zararsız bir hale getirebilir.
-
آنک گل آرد برون از عین خار ** هم تواند کرد این دی را بهار
- Dikenden gül çıkaran şu kışı da bahar edebilir.
-
آنک زو هر سرو آزادی کند ** قادرست ار غصه را شادی کند
- Her serviyi hür bir halde sere serpe yücelten, derdi de neşe haline getirir.
-
آنک شد موجود از وی هر عدم ** گر بدارد باقیش او را چه کم
- Onun lûtfuyla her şey, yokluktan var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa nesi eksilir ki?
-
آنک تن را جان دهد تا حی شود ** گر نمیراند زیانش کی شود
- Bedene can verip dirilten, dirilttiğini öldürmezse ziyana mı girer?
-
خود چه باشد گر ببخشد آن جواد ** بنده را مقصود جان بیاجتهاد 1745
- O cömert Allah, kulunun isteğini çalışmadan verse ne çıkar?
-
دور دارد از ضعیفان در کمین ** مکر نفس و فتنهی دیو لعین
- Artık kullarından pusuda bekleyen nefis hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?
-
جواب دادن قاضی صوفی را
- Kadının sofiye cevap vermesi
-
گفت قاضی گر نبودی امر مر ** ور نبودی خوب و زشت و سنگ و در
- Kadı dedi ki: Acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı,
-
ور نبودی نفس و شیطان و هوا ** ور نبودی زخم و چالیش و وغا
- Nefis, şeytan heva ve hevese... Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı,
-
پس به چه نام و لقب خواندی ملک ** بندگان خویش را ای منهتک
- A perdesi, yırtılmış adam; padişah kullarına ne ad takardı?
-
چون بگفتی ای صبور و ای حلیم ** چون بگفتی ای شجاع و ای حکیم 1750
- Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi?
-
صابرین و صادقین و منفقین ** چون بدی بی رهزن و دیو لعین
- Yol kesen ve melûn şeytan olmasaydı sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu?
-
رستم و حمزه و مخنث یک بدی ** علم و حکمت باطل و مندک بدی
- Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.
-
علم و حکمت بهر راه و بیرهیست ** چون همه ره باشد آن حکمت تهیست
- Bilgi ve hikmet, doğru yolla yolsuzluğu göstermek içindir. Her taraf yoldan ibaret olsaydı hikmet, abes ve boş bir şey olurdu.
-
بهر این دکان طبع شورهآب ** هر دو عالم را روا داری خراب
- Sense bu acı sulu tabiat dükkânı için iki âleminde yıkılmasını hoş görüyorsun.
-
من همیدانم که تو پاکی نه خام ** وین سالت هست از بهر عوام 1755
- Ben bilip duruyorum ki sen paksın, ham değilsin. Bu soruşunda aşağılık kişilerin anlaması için.
-
جور دوران و هر آن رنجی که هست ** سهلتر از بعد حق و غفلتست
- Devranın cefası ile âlemdeki bütün eziyetler, Allah’dan uzak olmadan ve gafil bulunmadan daha kolaydır.
-
زآنک اینها بگذرند آن نگذرد ** دولت آن دارد که جان آگه برد
- Çünkü bunlar hep geçer de onlar geçmez. Devlet, ona derler ki insanın canı uyanık olsun!
-
حکایت در تقریر آنک صبر در رنج کار سهلتر از صبر در فراق یار بود
- Zahmete sabretmek ,sevgilinin ayrılığına sabretmetken kolaydır.
-
آن یکی زن شوی خود را گفت هی ** ای مروت را به یک ره کرده طی
- Kadının biri kocasına dedi ki: Ey adamlığı bir adımda aşan!
-
هیچ تیمارم نمیداری چرا ** تا بکی باشم درین خواری چرا
- Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne vaktedek bu horlukta kalacağım?
-
گفت شو من نفقه چاره میکنم ** گرچه عورم دست و پایی میزنم 1760
- Kocası dedi ki: Boğazına bakıyorum, çıplağım ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum.
-
نفقه و کسوهست واجب ای صنم ** از منت این هر دو هست و نیست کم
- Güzelim, ere kadının boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu hususlarda eksiğin, gediğin yok.
-
آستین پیرهن بنمود زن ** بس درشت و پر وسخ بد پیرهن
- Kadın, gömleğinin yenini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.
-
گفت از سختی تنم را میخورد ** کس کسی را کسوه زین سان آورد
- Dedi ki: Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?
-
گفت ای زن یک سالت میکنم ** مرد درویشم همین آمد فنم
- Kocası, a kadın dedi, sana bir sorum var: Yoksul adamım ben, elimden bu geliyor.
-
این درشتست و غلیظ و ناپسند ** لیک بندیش ای زن اندیشهمند 1765
- Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün.
-
این درشت و زشتتر یا خود طلاق ** این ترا مکروهتر یا خود فراق
- Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor ,yoksa ayrılık mı?
-
همچنان ای خواجهی تشنیع زن ** از بلا و فقر و از رنج و محن
- Ey kınayıp duran belâ, yoksulluk, eziyet ve mihnet de böyledir işte.
-
لا شک این ترک هوا تلخیدهست ** لیک از تلخی بعد حق بهست
- Şüphe yok ki heva ve hevesi terk etmek acıdır ama Allahdan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
-
گر جهاد و صوم سختست و خشن ** لیک این بهتر ز بعد ممتحن
- Savaş ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allahnın, kulu kendinden uzaklaştırmasından, böyle bir derde uğratmasından yeğdir.
-
رنج کی ماند دمی که ذوالمنن ** گویدت چونی تو ای رنجور من 1770
- İhsan ve lûtuflar ıssı Allah, bir gün, ey benim hastam, ey benim mihnetime uğrayan kul, nasılsın? derse hiç zahmet ve eziyet kalır mı?
-
ور نگوید کت نه آن فهم و فن است ** لیک آن ذوق تو پرسش کردنست
- Hattâ böyle demese bile, böyle dediğini duymasan, anlamasan bile senin o zevkin yok mu? Allah’nın senin hatırını sormasıdır işte.
-
آن ملیحان که طبیبان دلاند ** سوی رنجوران به پرسش مایلاند
- Gönül hekimleri olan güzeller, hastaların hatırını sormaya düşkündürler.
-
وز حذر از ننگ و از نامی کنند ** چارهای سازند و پیغامی کنند
- Utanır, söz olmasın derlerse bir çare bulurlar, yine haber gönderirler.
-
ورنه در دلشان بود آن مفتکر ** نیست معشوقی ز عاشق بیخبر
- Haber bile göndermeseler bunu düşünürler ya. Hâsılı hiçbir sevgili yoktur ki âşıkından haberi olmasın?
-
ای تو جویای نوادر داستان ** هم فسانهی عشقبازان را بخوان 1775
- Ey duyulmamış, eşsiz hikâyeler arayan, âşıkların hikâyesini oku.
-
بس بجوشیدی درین عهد مدید ** ترکجوشی هم نگشتی ای قدید
- Bunca uzun zamanlardır kaynar durursun ama yine de tatar aşı gibi yarı pişman bir haldesin ey kadid olmuş adam!
-
دیدهای عمری تو داد و داوری ** وانگه از نادیدگان ناشیتری
- Bir ömürdür Allah adaletini görmüş, o tadı almışsın da yine görmeyenlerden daha namahremsin.
-
هر که شاگردیش کرد استاد شد ** تو سپستر رفتهای ای کور لد
- Talebelik eden üstat olur. Öyle olduğu halde sen günden güne geri gitmişsin a inatçı kör.
-
خود نبود از والدینت اختبار ** هم نبودت عبرت از لیل و نهار
- Anandan,i babandan haberin yok, geceyle gündüzden de ibret almamışsın.
-
مثل
- Örnek
-
عارفی پرسید از آن پیر کشیش ** که توی خواجه مسنتر یا که ریش 1780
- Bir ârif, papazın birine sordu: Sen mi daha yaşlısın sakalın mı?
-
گفت نه من پیش ازو زاییدهام ** بی ز ریشی بس جهان را دیدهام
- Papaz dedi ki: Ben ondan önce doğdum. Sakalsız nice zamanlarım var.
-
گفت ریشت شد سپید از حال گشت ** خوی زشت تو نگردیدست وشت
- Ârif dedi ki: Sakalın ağarmış, eski halini terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hâlâ dönmemiş!
-
او پس از تو زاد و از تو بگذرید ** تو چنین خشکی ز سودای ثرید
- O senden önce doğmuş seni geçmiş. Sense tirit sevdası ile böylece kala kalmışsın.
-
تو بر آن رنگی که اول زادهای ** یک قدم زان پیشتر ننهادهای
- Önce doğduğun renktesin hâlâ. Ondan bir adım bile ileri atmamışsın.