English    Türkçe    فارسی   

6
1757-1806

  • زآنک اینها بگذرند آن نگذرد  ** دولت آن دارد که جان آگه برد 
  • Çünkü bunlar hep geçer de onlar geçmez. Devlet, ona derler ki insanın canı uyanık olsun!
  • حکایت در تقریر آنک صبر در رنج کار سهل‌تر از صبر در فراق یار بود 
  • Zahmete sabretmek ,sevgilinin ayrılığına sabretmetken kolaydır.
  • آن یکی زن شوی خود را گفت هی  ** ای مروت را به یک ره کرده طی 
  • Kadının biri kocasına dedi ki: Ey adamlığı bir adımda aşan!
  • هیچ تیمارم نمی‌داری چرا  ** تا بکی باشم درین خواری چرا 
  • Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne vaktedek bu horlukta kalacağım?
  • گفت شو من نفقه چاره می‌کنم  ** گرچه عورم دست و پایی می‌زنم  1760
  • Kocası dedi ki: Boğazına bakıyorum, çıplağım ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum.
  • نفقه و کسوه‌ست واجب ای صنم  ** از منت این هر دو هست و نیست کم 
  • Güzelim, ere kadının boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu hususlarda eksiğin, gediğin yok.
  • آستین پیرهن بنمود زن  ** بس درشت و پر وسخ بد پیرهن 
  • Kadın, gömleğinin yenini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.
  • گفت از سختی تنم را می‌خورد  ** کس کسی را کسوه زین سان آورد 
  • Dedi ki: Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?
  • گفت ای زن یک سالت می‌کنم  ** مرد درویشم همین آمد فنم 
  • Kocası, a kadın dedi, sana bir sorum var: Yoksul adamım ben, elimden bu geliyor.
  • این درشتست و غلیظ و ناپسند  ** لیک بندیش ای زن اندیشه‌مند  1765
  • Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün.
  • این درشت و زشت‌تر یا خود طلاق  ** این ترا مکروه‌تر یا خود فراق 
  • Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor ,yoksa ayrılık mı?
  • هم‌چنان ای خواجه‌ی تشنیع زن  ** از بلا و فقر و از رنج و محن 
  • Ey kınayıp duran belâ, yoksulluk, eziyet ve mihnet de böyledir işte.
  • لا شک این ترک هوا تلخی‌دهست  ** لیک از تلخی بعد حق بهست 
  • Şüphe yok ki heva ve hevesi terk etmek acıdır ama Allahdan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
  • گر جهاد و صوم سختست و خشن  ** لیک این بهتر ز بعد ممتحن 
  • Savaş ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allahnın, kulu kendinden uzaklaştırmasından, böyle bir derde uğratmasından yeğdir.
  • رنج کی ماند دمی که ذوالمنن  ** گویدت چونی تو ای رنجور من  1770
  • İhsan ve lûtuflar ıssı Allah, bir gün, ey benim hastam, ey benim mihnetime uğrayan kul, nasılsın? derse hiç zahmet ve eziyet kalır mı?
  • ور نگوید کت نه آن فهم و فن است  ** لیک آن ذوق تو پرسش کردنست 
  • Hattâ böyle demese bile, böyle dediğini duymasan, anlamasan bile senin o zevkin yok mu? Allah’nın senin hatırını sormasıdır işte.
  • آن ملیحان که طبیبان دل‌اند  ** سوی رنجوران به پرسش مایل‌اند 
  • Gönül hekimleri olan güzeller, hastaların hatırını sormaya düşkündürler.
  • وز حذر از ننگ و از نامی کنند  ** چاره‌ای سازند و پیغامی کنند 
  • Utanır, söz olmasın derlerse bir çare bulurlar, yine haber gönderirler.
  • ورنه در دلشان بود آن مفتکر  ** نیست معشوقی ز عاشق بی‌خبر 
  • Haber bile göndermeseler bunu düşünürler ya. Hâsılı hiçbir sevgili yoktur ki âşıkından haberi olmasın?
  • ای تو جویای نوادر داستان  ** هم فسانه‌ی عشق‌بازان را بخوان  1775
  • Ey duyulmamış, eşsiz hikâyeler arayan, âşıkların hikâyesini oku.
  • بس بجوشیدی درین عهد مدید  ** ترک‌جوشی هم نگشتی ای قدید 
  • Bunca uzun zamanlardır kaynar durursun ama yine de tatar aşı gibi yarı pişman bir haldesin ey kadid olmuş adam!
  • دیده‌ای عمری تو داد و داوری  ** وانگه از نادیدگان ناشی‌تری 
  • Bir ömürdür Allah adaletini görmüş, o tadı almışsın da yine görmeyenlerden daha namahremsin.
  • هر که شاگردیش کرد استاد شد  ** تو سپس‌تر رفته‌ای ای کور لد 
  • Talebelik eden üstat olur. Öyle olduğu halde sen günden güne geri gitmişsin a inatçı kör.
  • خود نبود از والدینت اختبار  ** هم نبودت عبرت از لیل و نهار 
  • Anandan,i babandan haberin yok, geceyle gündüzden de ibret almamışsın.
  • مثل 
  • Örnek
  • عارفی پرسید از آن پیر کشیش  ** که توی خواجه مسن‌تر یا که ریش  1780
  • Bir ârif, papazın birine sordu: Sen mi daha yaşlısın sakalın mı?
  • گفت نه من پیش ازو زاییده‌ام  ** بی ز ریشی بس جهان را دیده‌ام 
  • Papaz dedi ki: Ben ondan önce doğdum. Sakalsız nice zamanlarım var.
  • گفت ریشت شد سپید از حال گشت  ** خوی زشت تو نگردیدست وشت 
  • Ârif dedi ki: Sakalın ağarmış, eski halini terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hâlâ dönmemiş!
  • او پس از تو زاد و از تو بگذرید  ** تو چنین خشکی ز سودای ثرید 
  • O senden önce doğmuş seni geçmiş. Sense tirit sevdası ile böylece kala kalmışsın.
  • تو بر آن رنگی که اول زاده‌ای  ** یک قدم زان پیش‌تر ننهاده‌ای 
  • Önce doğduğun renktesin hâlâ. Ondan bir adım bile ileri atmamışsın.
  • هم‌چنان دوغی ترش در معدنی  ** خود نگردی زو مخلص روغنی  1785
  • Hâlâ kaptaki ekşi ayransın. Hâlâ o yoğurdun yağını ayıramamışsın.
  • هم خمیری خمر طینه دری  ** گرچه عمری در تنور آذری 
  • Hâlâ balçık küpteki hamursun, bir ömürdür ateşli tandırdasın ama hâlâ pişmemişsin.
  • چون حشیشی پا به گل بر پشته‌ای  ** گرچه از باد هوس سرگشته‌ای 
  • Heves yeli ile başın dönüyor ama tepedeki ot gibi ayağın toprakta.
  • هم‌چو قوم موسی اندر حر تیه  ** مانده‌ای بر جای چل سال ای سفیه 
  • Musa kavmi gibi Tih çölünün ıssısında, durduğun yerde tam kırk yıl kala kalmışsın a akılsız adam!
  • می‌روی هر روز تا شب هروله  ** خویش می‌بینی در اول مرحله 
  • Her gün, ta akşama kadar koşup duruyorsun. Fakat kendini yine de ilk konak yerinde görmedesin!
  • نگذری زین بعد سیصد ساله تو  ** تا که داری عشق آن گوساله تو  1790
  • O öküze âşık oldukça şu üç yüz yıllık uzaklıktan kurtulamazsın.
  • تا خیال عجل از جانشان نرفت  ** بد بریشان تیه چون گرداب زفت 
  • Onların da gönüllerinden öküzün hayali çıkmadıkça ıssı bir girdaba benzeyen o çölde kaldılar.
  • غیر این عجلی کزو یابیده‌ای  ** بی‌نهایت لطف و نعمت دیده‌ای 
  • Bu öküzü bir tarafa bırak, Allahdan sonsuz lûtuflara ermiş, nihayetsiz nimetler görmüşsün.
  • گاو طبعی زان نکوییهای زفت  ** از دلت در عشق این گوساله رفت 
  • Fakat öküz tabiatlısın, onun için o büyük büyük iyilikler, bu öküzün aşkı ile gönlünden gidiverdi.
  • باری اکنون تو ز هر جزوت بپرس  ** صد زبان دارند این اجزای خرس 
  • Bâri şimdi bedeninin bütün cüzilerinden sor. Şu dilsiz uzuvlarının yüzlerce dili vardır.
  • ذکر نعمتهای رزاق جهان  ** که نهان شد آن در اوراق زمان  1795
  • Âleme rızık veren Allah’nın nimetlerinin zikri, zaman yapraklarında gizlenmiştir.
  • روز و شب افسانه‌جویانی تو چست  ** جزو جزو تو فسانه‌گوی تست 
  • Sen gece gündüz hikâye arar durursun. Halbuki senin cüzilerinin cüzileri, sana hikâyeler söyler durur.
  • جزو جزوت تا برستست از عدم  ** چند شادی دیده‌اند و چند غم 
  • Onlar yokluktan var olalı nice neşeler gördüler, nice gamlar tattılar.
  • زانک بی‌لذت نروید هیچ جزو  ** بلک لاغر گردد از هی پیچ جزو 
  • Çünkü hiçbir cüzi lezzetsiz bitmez. Istıraplarla zayıflar, kuru kalır.
  • جزو ماند و آن خوشی از یاد رفت  ** بل نرفت آن خفیه شد از پنج و هفت 
  • Halbuki senin cüzün kaldı da o iyilik, o nimet, aklından gitti. Daha doğrusu gitmedi,beş duygunla yedi endamından gizlendi.
  • هم‌چو تابستان که از وی پنبه‌زاد  ** ماند پنبه رفت تابستان ز یاد  1800
  • Yaz gibi hani. Yazın pamuk biter de o kalır, fakat yaz hatırlanmaz olur.
  • یا مثال یخ که زاید از شتا  ** شد شتا پنهان و آن یخ پیش ما 
  • Yahut da buz gibi. Kışın olur da kış gizlenir, buz bize kalır.
  • هست آن یخ زان صعوبت یادگار  ** یادگار صیف در دی این ثمار 
  • Bu o güçlükten bir armağandır. Kışın da yazın armağanları şu meyvelerdir.
  • هم‌چنان هر جزو جزوت ای فتی  ** در تنت افسانه گوی نعمتی 
  • Ey yiğit bunun gibi senin her cüzün de bedeninde Allahnın bir nimetini söylemededir.
  • چون زنی که بیست فرزندش بود  ** هر یکی حاکی حال خوش بود 
  • Şu kadın gibi yirmi oğlu vardı da her oğlu, bir güzel halini anlatmadadır.
  • حمل نبود بی ز مستی و ز لاغ  ** بی بهاری کی شود زاینده باغ  1805
  • Sarhoşluk ve oynaşma olmadıkça gebe kalınmaz. Bahar olmayınca bahçelerde bir şey doğar mı?
  • حاملان و بچگانشان بر کنار  ** شد دلیل عشق‌بازی با بهار 
  • Gebelerle kucaklarındaki çocuklar, baharın o kadınların aşkına delâlet eder.