-
ذکر نعمتهای رزاق جهان ** که نهان شد آن در اوراق زمان 1795
- Âleme rızık veren Allah’nın nimetlerinin zikri, zaman yapraklarında gizlenmiştir.
-
روز و شب افسانهجویانی تو چست ** جزو جزو تو فسانهگوی تست
- Sen gece gündüz hikâye arar durursun. Halbuki senin cüzilerinin cüzileri, sana hikâyeler söyler durur.
-
جزو جزوت تا برستست از عدم ** چند شادی دیدهاند و چند غم
- Onlar yokluktan var olalı nice neşeler gördüler, nice gamlar tattılar.
-
زانک بیلذت نروید هیچ جزو ** بلک لاغر گردد از هی پیچ جزو
- Çünkü hiçbir cüzi lezzetsiz bitmez. Istıraplarla zayıflar, kuru kalır.
-
جزو ماند و آن خوشی از یاد رفت ** بل نرفت آن خفیه شد از پنج و هفت
- Halbuki senin cüzün kaldı da o iyilik, o nimet, aklından gitti. Daha doğrusu gitmedi,beş duygunla yedi endamından gizlendi.
-
همچو تابستان که از وی پنبهزاد ** ماند پنبه رفت تابستان ز یاد 1800
- Yaz gibi hani. Yazın pamuk biter de o kalır, fakat yaz hatırlanmaz olur.
-
یا مثال یخ که زاید از شتا ** شد شتا پنهان و آن یخ پیش ما
- Yahut da buz gibi. Kışın olur da kış gizlenir, buz bize kalır.
-
هست آن یخ زان صعوبت یادگار ** یادگار صیف در دی این ثمار
- Bu o güçlükten bir armağandır. Kışın da yazın armağanları şu meyvelerdir.
-
همچنان هر جزو جزوت ای فتی ** در تنت افسانه گوی نعمتی
- Ey yiğit bunun gibi senin her cüzün de bedeninde Allahnın bir nimetini söylemededir.
-
چون زنی که بیست فرزندش بود ** هر یکی حاکی حال خوش بود
- Şu kadın gibi yirmi oğlu vardı da her oğlu, bir güzel halini anlatmadadır.
-
حمل نبود بی ز مستی و ز لاغ ** بی بهاری کی شود زاینده باغ 1805
- Sarhoşluk ve oynaşma olmadıkça gebe kalınmaz. Bahar olmayınca bahçelerde bir şey doğar mı?
-
حاملان و بچگانشان بر کنار ** شد دلیل عشقبازی با بهار
- Gebelerle kucaklarındaki çocuklar, baharın o kadınların aşkına delâlet eder.
-
هر درختی در رضاع کودکان ** همچو مریم حامل از شاهی نهان
- Her ağaç, çocuklarını emzirmededir. Hepsi, Meryem gibi gizli bir padişahtan gebe kalmıştır.
-
گرچه صد در آب آتشی پوشیده شد ** صد هزاران کف برو جوشیده شد
- Ateş suyla gizlenir ama üstünde yüz binlerce köpük coşar.
-
گرچه آتش سخت پنهان میتند ** کف بده انگشت اشارت میکند
- Ateş pek gizlidir, fakat köpük, on parmağı ile ateşin varlığına delâlet etmekdedir.
-
همچنین اجزای مستان وصال ** حامل از تمثالهای حال و قال 1810
- Vuslat sarhoşlarının cüzleri de, bunun gibi hal ve söz timsallerinden gebe kalır.
-
در جمال حال وا مانده دهان ** چشم غایب گشته از نقش جهان
- Hal güzelliğine karşı ağızları açık kalmıştır onların. Gözleri, cihan nakşına örtülmüştür.
-
آن موالید از زه این چار نیست ** لاجرم منظور این ابصار نیست
- O doğanlar bu dört unsurdan doğmazlar. Onun için de bu gözlere görünmezler.
-
آن موالید از تجلی زادهاند ** لاجرم مستور پردهی سادهاند
- Onlar, tecelliden doğmuşlardır. Bu yüzden renksiz perdeyle örtülüdürler.
-
زاده گفتیم و حقیقت زاد نیست ** وین عبارت جز پی ارشاد نیست
- Doğmuşlar dedim ya, hakikatte doğmamışlar da. Bu söz, ancak anlatmak için söylenmiş bir sözdür.
-
هین خمش کن تا بگوید شاه قل ** بلبلی مفروش با این جنس گل 1815
- Sus da “Kul-söyle” padişahı söylesin. Bu çeşit güllere karşı bülbüllük satmaya kalkışma.
-
این گل گویاست پر جوش و خروش ** بلبلا ترک زبان کن باش گوش
- Bu gül, coşmuş köpürmüş, söylenip duran bir güldür. Ey bülbül, bana karşı sözü kes de kulak kesil!
-
هر دو گون تمثال پاکیزهمثال ** شاهد عدلاند بر سر وصال
- Her ikisi de, yani hal de, söz de, tertemiz iki güzele benzer. Vuslat sırrına iki âdil şahittir bunlar.
-
هر دو گون حسن لطیف مرتضی ** شاهد احبال و حشر ما مضی
- Bu iki seçilmiş lâtif güzellik de gebeliklere ve geçmiş zamandaki haşirlere şahadet ederler.
-
همچو یخ کاندر تموز مستجد ** هر دم افسانهی زمستان میکند
- Yeniden yeniye gelen temmuz ayında buzun, her an kış hikâyelerini söylemesi gibi.
-
ذکر آن اریاح سرد و زمهریر ** اندر آن ازمان و ایام عسیر 1820
- Hani buz da, soğuk rüzgârları, zemheriyi, yaz günlerinde o güç zamanları söyler ya.
-
همچو آن میوه که در وقت شتا ** میکند افسانهی لطف خدا
- Kışın meyve ve Allah lûtfunun hikâyelerini anlatır.
-
قصهی دور تبسمهای شمس ** وآن عروسان چمن را لمس و طمس
- Güneşin gülümsediği zamanları, çimen gelinlerine dokunup eksiltmesini söyler.
-
حال رفت و ماند جزوت یادگار ** یا ازو واپرس یا خود یاد آر
- İşte onun gibi senden de hal gitti, cüzün o halin armağanı olarak kaldı. Ya ona sor, yahut da hatırla.
-
چون فرو گیرد غمت گر چستیی ** زان دم نومید کن وا جستیی
- Gama giriftar oldun mu çeviksen derhal sıçrar, o ümitsizlik deminden kurtulursun.
-
گفتییش ای غصهی منکر به حال ** راتبهی انعامها را زان کمال 1825
- Ona, ey hali, nimetleri o yüceliği inkâr eden gam, dersin...
-
گر بهر دم نت بهار و خرمیست ** همچو چاش گل تنت انبار چیست
- Her dem baharda, neşede değilsin de gül yığınına benzeyen bedenin, neyin ambarı ya?
-
چاش گل تن فکر تو همچون گلاب ** منکر گل شد گلاب اینت عجاب
- Gül yığını bedenin, düşüncen de gül suyu gibi. Gül suyu, gülü inkâr ediyor ha. Şaşılacak şey bu işte!
-
از کپیخویان کفران که دریغ ** بر نبیخویان نثار مهر و میغ
- Nimetleri inkâr eden maymun huylulardan saman bile esirgenir. Fakat peygamber huylu kişilere güneş ve bulut, saçı olarak saçılır.
-
آن لجاج کفر قانون کپیست ** وآن سپاس و شکر منهاج نبیست
- O küfür inadı, maymun âdetidir. Şu hamd-ü şükürse Peygamberin yoludur.
-
با کپیخویان تهتکها چه کرد ** با نبیرویان تنسکها چه کرد 1830
- Perdelerin yırtılması, maymun huylulara neler etti? Peygambere benzeyenlerse ibadetleri, ne faydalar verdi!
-
در عمارتها سگانند و عقور ** در خرابیهاست گنج عز و نور
- Mamur yerlerde kuduz köpekler vardır. Yücelik ve nur definesi, yıkık yerlerdedir.
-
گر نبودی این بزوغ اندر خسوف ** گم نکردی راه چندین فیلسوف
- Şu doğma, ayın tutulmasında olmasaydı bunca filozof, yolu kaybeder miydi hiç?
-
زیرکان و عاقلان از گمرهی ** دیده بر خرطوم داغ ابلهی
- Akıllı fikirli kişiler, bu yol yitirme yüzünden burunlarının üstünde ahmaklık dağını gördüler!
-
باقی قصهی فقیر روزیطلب بیواسطهی کسب
- Kazanmadan rızık dileyen yoksul hikâyesi
-
آن یکی بیچارهی مفلس ز درد ** که ز بیچیزی هزاران زهر خورد
- Çaresiz bir müflis, derde düşmüştü. Hiçbir şeyi yoktu, binlerce zehir yutmuştu.
-
لابه کردی در نماز و در دعا ** کای خداوند و نگهبان رعا 1835
- Namazlarda, dualarda yalvarmakta, ey Allahm, ey kurdu kuşu koruyan!
-
بی ز جهدی آفریدی مر مرا ** بی فن من روزیم ده زین سرا
- Sen, beni yorulmadan, çalışıp çabalamadan yarattın. Şu âlemde rızkımı da benim kazancım olmadan ver.
-
پنج گوهر دادیم در درج سر ** پنج حس دیگری هم مستتر
- Başımda gizli olan beş inci verdin. Beş duygu daha ihsan ettin ki onlar da gizli.
-
لا یعد این داد و لا یحصی ز تو ** من کلیلم از بیانش شرمرو
- Bu ihsanların sayıya sığmaz. Ben utanıyorum, anlatmadan âcizim.
-
چونک در خلاقیم تنها توی ** کار رزاقیم تو کن مستوی
- Beni yaratan yalnız sensin. Rızkımı da sen düzene koy demekteydi.
-
سالها زو این دعا بسیار شد ** عاقبت زاری او بر کار شد 1840
- Yıllarca bu duada bulundu. Nihayet ağlayıp yalvarışı tesir etti.
-
همچو آن شخصی که روزی حلال ** از خدا میخواست بیکسب و کلال
- Hani çalışmadan, yorulmadan helâl bir rızk isteyen adam vardı ya, onun gibi.
-
گاو آوردش سعادت عاقبت ** عهد داود لدنی معدلت
- Nihayet Allah adaletine sahip Davut Peygamber zamanında bir öküz, onu kutluluğa ulaştırmıştı.
-
این متیم نیز زاریها نمود ** هم ز میدان اجابت گو ربود
- Bu adamda yüzünü yerlere sürdü, yalvarıp sızladı, nihayet meydandan icabet topunu çeldi.
-
گاه بدظن میشدی اندر دعا ** از پی تاخیر پاداش و جزا
- Bazen duasının kabul edilmeyişine bakıp kötü zanlara düşüyor, niçin duam kabul edilmiyor diyor,