English    Türkçe    فارسی   

6
2068-2117

  • بانگ زد بر وی جوان و گفت بس  ** روز روشن از کجا آمد عسس 
  • Genç, yeter diye bağırdı, apaydın günde bekçinin ne lüzumu var?
  • نور مردان مشرق و مغرب گرفت  ** اسمانها سجده کردند از شگفت 
  • Erlerin nuru doğuyu da tuttu batıyı da. Gökler bile hayrette kalıp secde ettiler.
  • آفتاب حق بر آمد از حمل  ** زیر چادر رفت خورشید از خجل  2070
  • Allah güneşi Hamel burcundan doğdu da bu güneş utancından perde arkasına girdi.
  • ترهات چون تو ابلیسی مرا  ** کی بگرداند ز خاک این سرا 
  • Senin gibi bir şeytanın saçmaları, nereden beni bu kapının tokmağından döndürecek?
  • من به بادی نامدم هم‌چون سحاب  ** تا بگردی باز گردم زین جناب 
  • Ben bulut gibi yele kapılıp gelmedim ki beni bu kapıdan bir tozla çevirebilesin.
  • عجل با آن نور شد قبله‌ی کرم  ** قبله بی آن نور شد کفر و صنم 
  • Öküz bile o kerem kıblesi olunca nur kesilir, fakat o nur olmadı mı kıble, küfürdür, puttur.
  • هست اباحت کز هوای آمد ضلال  ** هست اباحت کز خدا آمد کمال 
  • Heva ve hevesten gelen, ibahilik sapıklıktır, azgınlıktır, fakat Allah’dan gelen, ibahilik yüceliktir.
  • کفر ایمان گشت و دیو اسلام یافت  ** آن طرف کان نور بی‌اندازه تافت  2075
  • O hesaba sığmaz nurun doğup parladığı yerde küfür iman kesildi,şeytan Müslüman oldu.
  • مظهر عزست و محبوب به حق  ** از همه کروبیان برده سبق 
  • O, yücelik mazharıdır, Allah sevgilisidir. Bütün ileri meleklerden öndülü kapmıştır.
  • سجده آدم را بیان سبق اوست  ** سجده آرد مغز را پیوست پوست 
  • Melekten Âdem’e secde etmeleri ,ondan ileri olmalarındandır. Deri ,daima içe secde eder.
  • شمع حق را پف کنی تو ای عجوز  ** هم تو سوزی هم سرت ای گنده‌پوز 
  • A kocakarı, sen Allah mumunu üflüyorsun ama hem sen yanıyorsun, hem başın, ey ağzı kokmuş!
  • کی شود دریا ز پوز سگ نجس  ** کی شود خورشید از پف منطمس 
  • Bir köpeğin ağzından deniz pislenir mi? Güneş, üflemekle söner mi?
  • حکم بر ظاهر اگر هم می‌کنی  ** چیست ظاهرتر بگو زین روشنی  2080
  • Eğer görünüşe göre hüküm veriyorsan bu aydınlıktan daha aydın, daha görünür ne var? Söyle.
  • جمله ظاهرها به پیش این ظهور  ** باشد اندر غایت نقص و قصور 
  • Zâhirden olanların hepsi, bu zuhurun karşısında noksanın, kusurun en ilerisindedir.
  • هر که بر شمع خدا آرد پف او  ** شمع کی میرد بسوزد پوز او 
  • Kim Allah mumunu üflerse o mum sönmez, üfleyenin ağzı yanar.
  • چون تو خفاشان بسی بینند خواب  ** کین جهان ماند یتیم از آفتاب 
  • Senin gibi bir çok yarasalar rüya görürler ama bu âlem, güneşten yetim kalır mı?
  • موجهای تیز دریاهای روح  ** هست صد چندان که بد طوفان نوح 
  • Ruh denizlerinde öyle kuvvetli dalgalar olur ki Nuh tufanından yüzlerce defa üstündür.
  • لیک اندر چشم کنعان موی رست  ** نوح و کشتی را بهشت و کوه جست  2085
  • Fakat Kenan’ın gözünde kıl bitmiştir de o yüzden Nuh’u da bırakmıştır, gemiyi de. Dağa tırmanmaya kalkışmıştır.
  • کوه و کنعان را فرو برد آن زمان  ** نیم موجی تا به قعر امتهان 
  • Fakat derhal yarım bir dalga, dağı da aşağılıkların dibine atmıştır, Kenan’ı da.
  • مه فشاند نور و سگ وع وع کند  ** سگ ز نور ماه کی مرتع کند 
  • Ay, nurunu saçar, köpek havlar durur. Hiç köpek, ayı kendisine ortak edebilir mi?
  • شب روان و همرهان مه بتگ  ** ترک رفتن کی کنند از بانگ سگ 
  • Ay ışığı ile geceleyin yol alanlar, köpek havlaması ile yollarından kalırlar mı?
  • جزو سوی کل دوان مانند تیر  ** کی کند وقف از پی هر گنده‌پیر 
  • Cüzü, külle doğru ok gibi gider. Kokuşuk kocakarının ardına düşer mi hiç?
  • جان شرع و جان تقوی عارفست  ** معرفت محصول زهد سالفست  2090
  • Şeriatın canı da âriftir, takvanın canı da. Marifet, geçmiş zamanlardaki zâhitliğin mahsulüdür.
  • زهد اندر کاشتن کوشیدنست  ** معرفت آن کشت را روییدنست 
  • Zâhitlik, ekmeye çalışmaktır. Marifet de o ekilenin bitmesidir.
  • پس چو تن باشد جهاد و اعتقاد  ** جان این کشتن نباتست و حصاد 
  • Şu halde çalışmak ve inanmak, bedene benzer. Bu ekmenin canı da biten mahsuldür ve onu devşirmektir.
  • امر معروف او و هم معروف اوست  ** کاشف اسرار و هم مکشوف اوست 
  • Doğruluğu emretmek de odur, doğruluk da o.
  • شاه امروزینه و فردای ماست  ** پوست بنده‌ی مغز نغزش دایماست 
  • Bu günümüzün de padişahıdır, yarınımızın da. Deri, daima lâtif içe kuldur.
  • چون انا الحق گفت شیخ و پیش برد  ** پس گلوی جمله کوران را فشرد  2095
  • Şeyh “Ben Allahyım” dedi ama ileri gitti, bütün körlerin boğazını sıktı.
  • چون انای بنده لا شد از وجود  ** پس چه ماند تو بیندیش ای جحود 
  • Kulun varlığı, Allah varlığında yok olunca ne kalır? Bir düşün a çıfıt!
  • گر ترا چشمیست بگشا در نگر  ** بعد لا آخر چه می‌ماند دگر 
  • Gözün varsa aç da bak. Lâ dedikten sonra artık ne kalır?
  • ای بریده آن لب و حلق و دهان  ** که کند تف سوی مه یا آسمان 
  • O göğe, aya tüküren dudağın, boğazın, ağzın kesilseydi keşke!
  • تف برویش باز گردد بی شکی  ** تف سوی گردون نیابد مسلکی 
  • Şüphe yok ki o tükürük, göğe çıkmaz, döner, senin suratına gelir.
  • تا قیامت تف برو بارد ز رب  ** هم‌چو تبت بر روان بولهب  2100
  • “Ebuleheb’in ruhuna kıyamete kadar “Elleri kurusun” bedduası geldiği gibi o tükürük de kıyamete kadar Allah’dan, senin suratına gelir.
  • طبل و رایت هست ملک شهریار  ** سگ کسی که خواند او را طبل‌خوار 
  • Davulu var, bayrağı var, ülkesi var. Böyle bir padişaha hazır sofraya oturur diyen köpektir.
  • آسمانها بنده‌ی ماه وی‌اند  ** شرق و مغرب جمله نانخواه وی‌اند 
  • Gökler, onun ayına kuldur. Doğu da ondan ekmek dilemektedir, batı da.
  • زانک لولاکست بر توقیع او  ** جمله در انعام و در توزیع او 
  • Fermanında “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” hadîsi yazılı olan zat, bir zattır ki herkes, onun nimetlerine, onun rızk taksimine muhtaçtır.
  • گر نبودی او نیابیدی فلک  ** گردش و نور و مکانی ملک 
  • O olmasaydı gökyüzü olmazdı, dönmezdi, nurlanmazdı, meleklere yurt kesilmezdi.
  • گر نبودی او نیابیدی به حار  ** هیبت و ماهی و در شاهوار  2105
  • O olmasaydı denizler olmaz, denizlerdeki heybet vücut bulmaz, balıklar ve padişahlara lâyık inciler meydana gelmezdi.
  • گر نبودی او نیابیدی زمین  ** در درونه گنج و بیرون یاسمین 
  • O olmasaydı yeryüzü olmaz, yeryüzünün içinde defineler, dışında yaseminler yaratılmazdı.
  • رزقها هم رزق‌خواران وی‌اند  ** میوه‌ها لب‌خشک باران وی‌اند 
  • Rızklar da onun rızkını yemektedir. Meyveler de onun yağmuruna karşı dudakları kupkuru bir haldedir.
  • هین که معکوس است در امر این گره  ** صدقه‌بخش خویش را صدقه بده 
  • Kendine gel , bu işteki düğüm, tersine düğümlenmiştir. Sana sadaka verene sen sadaka ver!
  • از فقیرستت همه زر و حریر  ** هین غنی راده زکاتی ای فقیر 
  • Ey yoksul zengine zekât ver. Bütün altınlar, bütün ipekli kumaşlar, yokluktadır, yoksuldadır.
  • چون تو ننگی جفت آن مقبول‌روح  ** چون عیال کافر اندر عقد نوح  2110
  • Senin gibi bir kötü, o makbul ruha eş olmuş, Nuh’un nikâhındaki kâfir gibi âdeta.
  • گر نبودی نسبت تو زین سرا  ** پاره‌پاره کردمی این دم ترا 
  • Bu yurda mensup olmasaydın şimdi seni paramparça ederdim.
  • دادمی آن نوح را از تو خلاص  ** تا مشرف گشتمی من در قصاص 
  • O Nuh’u da senden halâs ederdim, ben de kısasa uğrar, Şeyh’in yolunda ölmek şerefiyle yücelirdim.
  • لیک با خانه‌ی شهنشاه زمن  ** این چنین گستاخیی ناید ز من 
  • Fakat zamanın padişahlar padişahının evinde bu çeşit küstahlıkta bulunamam.
  • رو دعا کن که سگ این موطنی  ** ورنه اکنون کردمی من کردنی 
  • Yürü, dua et ki bu yurdun köpeğisin. Yoksa şimdi yapacağımı yapardım sana.
  • واگشتن مرید از وثاق شیخ و پرسیدن از مردم و نشان دادن ایشان کی شیخ به فلان بیشه رفته است 
  • Dervişin, Şeyh’in evinden dönmesi ve Şeyh’i halktan sorması, onların da filân ormana gitti diye haber vermeleri
  • بعد از آن پرسان شد او از هر کسی  ** شیخ را می‌جست از هر سو بسی  2115
  • Ondan sonra derviş, herkese sormakta, Şeyh’i her tarafta araştırmadaydı.
  • پس کسی گفتش که آن قطب دیار  ** رفت تا هیزم کشد از کوهسار 
  • Birisi dedi ki: O kutup, odun getirmek üzere ormana gitti.
  • آن مرید ذوالفقاراندیش تفت  ** در هوای شیخ سوی بیشه رفت 
  • O Zülfikâr düşünceli ve ateşli derviş Şeyh’in havasına uyup ormanın yolunu tuttu.