-
دیدش از دور و بخندید آن خدیو ** گفت آن را مشنو ای مفتون دیو
- O padişah, dervişi uzaktan görüp güldü. Sakın dedi, aldanma, şeytanı dinleme.
-
از ضمیر او بدانست آن جلیل ** هم ز نور دل بلی نعم الدلیل
- O ulu şeyh, gönlünün nuru ile dervişin içinden geçeni bildi. O nur, ne güzel bir delildir.
-
خواند بر وی یک به یک آن ذوفنون ** آنچ در ره رفت بر وی تا کنون 2135
- O hünerli zat, dervişin yola düşmesinden o ana kadar aklından geçenleri bir bir söyledi.
-
بعد از آن در مشکل انکار زن ** بر گشاد آن خوشسراینده دهن
- Ondan sonra o güzel güzel çileyip şakıyan zat, kadını kınaması hususunda da ağzını açıp,
-
کان تحمل از هوای نفس نیست ** آن خیال نفس تست آنجا مهایست
- Dedi ki: O tahammül, nefis havasında değildir. Bu zan senin nefsinin havasıdır, orada durma!
-
گرنه صبرم میکشیدی بار زن ** کی کشیدی شیر نر بیگار من
- Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim aslan, benim yükümü çeker miydi hiç?
-
اشتران بختییم اندر سبق ** مست و بیخود زیر محملهای حق
- Ben de Tanrı yükünün altında kendinden geçmiş sarhoş ve köpürmüş bir deveyim.
-
من نیم در امر و فرمان نیمخام ** تا بیندیشم من از تشنیع عام 2140
- Onun buyruğunda yarı ham bile değilim ki halkın kınaması, yermesini düşüneyim.
-
عام ما و خاص ما فرمان اوست ** جان ما بر رو دوان جویان اوست
- Bizim geri kalanımızda onun buyruğudur, ileri gidenimizde. Canımız yüz üstü koşarak onu aramadadır.
-
فردی ما جفتی ما نه از هواست ** جان ما چون مهره در دست خداست
- Bizim tekliğimiz, çiftliğimiz, hava ve hevesten değildir. Canımız, mühre gibi Tanrı elindedir.
-
ناز آن ابله کشیم و صد چو او ** نه ز عشق رنگ و نه سودای بو
- O ahmağın nazını da çekeriz, onun gibi yüzlercesinin nazını da. Bu, renk aşkından, koku sevdasından değildir.
-
این قدر خود درس شاگردان ماست ** کر و فر ملحمهی ما تا کجاست
- Bu kaza ve kader, bizim dersimizin talebeleridir. Artık savaşımızın debdebesi nereye varır, bir düşün.
-
تا کجا آنجا که جا را راه نیست ** جز سنابرق مه الله نیست 2145
- Nereye mi varır? Yere bile yol olmayan bir yere. Işığı, gözleri alan Tanrı ayına ancak!
-
از همه اوهام و تصویرات دور ** نور نور نور نور نور نور
- O nur, bütün vehimlerden ve tasavvurlardan uzak olan nurun nurunun nurunun nurunun nurudur!
-
بهر تو ار پست کردم گفت و گو ** تا بسازی با رفیق زشتخو
- Dedikoduyu senin için aşağılattım. İbret al da kötü huylu arkadaşla arkadaş ol, uzlaş.
-
تا کشی خندان و خوش بار حرج ** از پی الصبر مفتاح الفرج
- “Sabır, sıkıntının anahtarıdır” sırrına ermek için gülerek hoşlanarak onun derdini çek.
-
چون بسازی با خسی این خسان ** گردی اندر نور سنتها رسان
- Bu aşağılık kişilerin aşağılığını çekersen sünnetlerin nuruna ulaşırsın.
-
که انبیا رنج خسان بس دیدهاند ** از چنین ماران بسی پیچیدهاند 2150
- Peygamberler aşağılık adamların zahmetlerini çok çektiler. Bu çeşit yılanlardan nice ıstıraplara uğradılar.
-
چون مراد و حکم یزدان غفور ** بود در قدمت تجلی و ظهور
- Yargılayan Tanrı’ nın muradı, hükmü, ta ezelden tecelli ve zuhur etmekti.
-
بی ز ضدی ضد را نتوان نمود ** وان شه بیمثل را ضدی نبود
- Zıddı olmadıkça bir şey görünemez. O misli olmayan padişahın zıddı yoktur.
-
حکمت در انی جاعل فی الارض خلیفة
- “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” âyetindeki hikmet
-
پس خلیفه ساخت صاحبسینهای ** تا بود شاهیش را آیینهای
- Bunun için padişahlığına ayna olmak üzere bir gönül sahibini halife edindi.
-
بس صفای بیحدودش داد او ** وانگه از ظلمت ضدش بنهاد او
- Ona hadsiz, hesapsız arılığını ihsan etti, ondan sonra karanlıklardan da ona bir zıt verdi.
-
دو علم بر ساخت اسپید و سیاه ** آن یکی آدم دگر ابلیس راه 2155
- Ak ve kara iki bayrak dikti. Birisi Âdem’di bunların öbürü yol kesen İblis.
-
در میان آن دو لشکرگاه زفت ** چالش و پیکار آنچ رفت رفت
- O iki büyük ordu arasında savaşlar oldu, geldi geçti.
-
همچنان دور دوم هابیل شد ** ضد نور پاک او قابیل شد
- İkinci devre Habil geldi, onun pak nurunun zıddı Kaabil oldu.
-
همچنان این دو علم از عدل و جور ** تا به نمرود آمد اندر دور دور
- Adalet ve zulümden ibaret olan bu iki bayrak, böylece devir devir, Nemrud’a kadar geldi dayandı.
-
ضد ابراهیم گشت و خصم او ** وآن دو لشکر کینگزار و جنگجو
- O, İbrahim’in zıddı ve düşmanı oldu. O iki ordu birbirine kin güttü, savaştı durdu.
-
چون درازی جنگ آمد ناخوشش ** فیصل آن هر دو آمد آتشش 2160
- Savaşın uzamasından hoşlanmayınca ikisinin arasını ateş ayırdı.
-
پس حکم کرد آتشی را و نکر ** تا شود حل مشکل آن دو نفر
- O iki taifenin müşkülü halledilsin diye ateşi, azabı hakem yaptı.
-
دور دور و قرن قرن این دو فریق ** تا به فرعون و به موسی شفیق
- Devir devir zaman zaman bu iki fırka, Firavunla esirgeyici Musa’nın zamanına kadar
-
سالها اندر میانشان حرب بود ** چون ز حد رفت و ملولی میفزود
- Yıllarca savaştı. Aralarındaki savaş bitmedi tükenmedi. Bu iş, haddi aşıp usanç verince de
-
آب دریا را حکم سازید حق ** تا که ماند کی برد زین دو سبق
- Tanrı, denizi hakem yaptı; bakalım hangisi öndülü alacak dedi.
-
همچنان تا دور و طور مصطفی ** با ابوجهل آن سپهدار جفا 2165
- Mustafa’nın devrine, onun zuhuruna kadar bu böyle gitti. O zuhur edince Ebucehil’le o cefa askerinin başbuğuyla savaştı.
-
هم نکر سازید از بهر ثمود ** صیحهای که جانشان را در ربود
- Tanrı, Semud kavmi için, bir haykırış hizmetkâr tuttu, onların canlarını alıverdi.
-
هم نکر سازید بهر قوم عاد ** زود خیزی تیزرو یعنی که باد
- Âd kavmi için tez kalkan ve hızlı giden bir hizmetkârı tuttu, yeli kullandı.
-
هم نکر سازید بر قارون ز کین ** در حلیمی این زمین پوشید کین
- Kaarun’un halini de bildi, onu defetmek için de yeryüzünü kullandı. Yer, halim olmakla beraber ona kinlendi, onu yuttu.
-
تا حلیمی زمین شد جمله قهر ** برد قارون را و گنجش را به قعر
- Yerin halimliği âdeta kahroldu da Kaarun’u da dibine kadar sömürdü, hazinesini de.
-
لقمهای را که ستون این تنست ** دفع تیغ جوع نان چون جوشنست 2170
- Bu bedenin direği lokmadır. Açlık kılıcına karşı ekmek, bir zırhtır.
-
چونک حق قهری نهد در نان تو ** چون خناق آن نان بگیرد در گلو
- Öyle olduğu halde Tanrı, senin ekmeğine bir kahır mayası kodu mu o ekmek boğaz illeti gibi kursağında durur, boğazını sıkar, seni öldürür.
-
این لباسی که ز سرما شد مجیر ** حق دهد او را مزاج زمهریر
- Seni soğuktan koruyan şu elbiseye Tanrı, zemheri mizacını verir.
-
تا شود بر تنت این جبهی شگرف ** سرد همچون یخ گزنده همچو برف
- Bu güzelim cüppe buz gibi soğuk olur, kar gibi ziyan verir.
-
تا گریزی از وشق هم از حریر ** زو پناه آری به سوی زمهریر
- Kürkten de kaçarsın, ipekli elbisenden de. Ondan kaçar zemheriye sığınırsın.
-
تو دو قله نیستی یک قلهای ** غافل از قصهی عذاب ظلهای 2175
- Sen iki dağ tepesi değilsin,bir dağ tepesisin, yalın kat bir adamsın sen. Zelle azabından gaafilsin.
-
امر حق آمد به شهرستان و ده ** خانه و دیوار را سایه مده
- Şehire, köye Tanrı emri geldi: Eve, duvara, onlara gölge verme,
-
مانع باران مباش و آفتاب ** تا بدان مرسل شدند امت شتاب
- Yağmura, güneşe mâni olma dendi. Bu suretle o ümmet peygamberlerinin yanına koştular.
-
که بمردیم اغلب ای مهتر امان ** باقیش از دفتر تفسیر خوان
- Ey ulu kişi dediler, çoğumuz öldük. Artık arkasını tefsirden oku.
-
چون عصا را مار کرد آن چستدست ** گر ترا عقلیست آن نکته بس است
- O eli sopalı er, sopayı yılan yaptı. Aklın varsa bu nükte sana yeter.
-
تو نظر داری ولیک امعانش نیست ** چشمهی افسرده است و کرده ایست 2180
- Gözün var ama anlayışın yok. Âdeta donmuş bir kaynak, bir et parçası.
-
زین همی گوید نگارندهی فکر ** که بکن ای بنده امعان نظر
- Bunun içindir ki düşünceleri meydana getiren, bezeyen Tanrı, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir.
-
آن نمیخواهد که آهن کوب سرد ** لیک ای پولاد بر داود گرد
- Soğuk demiri döv demiyor, bunu istemiyor, fakat ey demir, hiç olmazsa Davut’un yanında dön dolaş!