-
سالها اندر میانشان حرب بود ** چون ز حد رفت و ملولی میفزود
- Yıllarca savaştı. Aralarındaki savaş bitmedi tükenmedi. Bu iş, haddi aşıp usanç verince de
-
آب دریا را حکم سازید حق ** تا که ماند کی برد زین دو سبق
- Tanrı, denizi hakem yaptı; bakalım hangisi öndülü alacak dedi.
-
همچنان تا دور و طور مصطفی ** با ابوجهل آن سپهدار جفا 2165
- Mustafa’nın devrine, onun zuhuruna kadar bu böyle gitti. O zuhur edince Ebucehil’le o cefa askerinin başbuğuyla savaştı.
-
هم نکر سازید از بهر ثمود ** صیحهای که جانشان را در ربود
- Tanrı, Semud kavmi için, bir haykırış hizmetkâr tuttu, onların canlarını alıverdi.
-
هم نکر سازید بهر قوم عاد ** زود خیزی تیزرو یعنی که باد
- Âd kavmi için tez kalkan ve hızlı giden bir hizmetkârı tuttu, yeli kullandı.
-
هم نکر سازید بر قارون ز کین ** در حلیمی این زمین پوشید کین
- Kaarun’un halini de bildi, onu defetmek için de yeryüzünü kullandı. Yer, halim olmakla beraber ona kinlendi, onu yuttu.
-
تا حلیمی زمین شد جمله قهر ** برد قارون را و گنجش را به قعر
- Yerin halimliği âdeta kahroldu da Kaarun’u da dibine kadar sömürdü, hazinesini de.
-
لقمهای را که ستون این تنست ** دفع تیغ جوع نان چون جوشنست 2170
- Bu bedenin direği lokmadır. Açlık kılıcına karşı ekmek, bir zırhtır.
-
چونک حق قهری نهد در نان تو ** چون خناق آن نان بگیرد در گلو
- Öyle olduğu halde Tanrı, senin ekmeğine bir kahır mayası kodu mu o ekmek boğaz illeti gibi kursağında durur, boğazını sıkar, seni öldürür.
-
این لباسی که ز سرما شد مجیر ** حق دهد او را مزاج زمهریر
- Seni soğuktan koruyan şu elbiseye Tanrı, zemheri mizacını verir.
-
تا شود بر تنت این جبهی شگرف ** سرد همچون یخ گزنده همچو برف
- Bu güzelim cüppe buz gibi soğuk olur, kar gibi ziyan verir.
-
تا گریزی از وشق هم از حریر ** زو پناه آری به سوی زمهریر
- Kürkten de kaçarsın, ipekli elbisenden de. Ondan kaçar zemheriye sığınırsın.
-
تو دو قله نیستی یک قلهای ** غافل از قصهی عذاب ظلهای 2175
- Sen iki dağ tepesi değilsin,bir dağ tepesisin, yalın kat bir adamsın sen. Zelle azabından gaafilsin.
-
امر حق آمد به شهرستان و ده ** خانه و دیوار را سایه مده
- Şehire, köye Tanrı emri geldi: Eve, duvara, onlara gölge verme,
-
مانع باران مباش و آفتاب ** تا بدان مرسل شدند امت شتاب
- Yağmura, güneşe mâni olma dendi. Bu suretle o ümmet peygamberlerinin yanına koştular.
-
که بمردیم اغلب ای مهتر امان ** باقیش از دفتر تفسیر خوان
- Ey ulu kişi dediler, çoğumuz öldük. Artık arkasını tefsirden oku.
-
چون عصا را مار کرد آن چستدست ** گر ترا عقلیست آن نکته بس است
- O eli sopalı er, sopayı yılan yaptı. Aklın varsa bu nükte sana yeter.
-
تو نظر داری ولیک امعانش نیست ** چشمهی افسرده است و کرده ایست 2180
- Gözün var ama anlayışın yok. Âdeta donmuş bir kaynak, bir et parçası.
-
زین همی گوید نگارندهی فکر ** که بکن ای بنده امعان نظر
- Bunun içindir ki düşünceleri meydana getiren, bezeyen Tanrı, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir.
-
آن نمیخواهد که آهن کوب سرد ** لیک ای پولاد بر داود گرد
- Soğuk demiri döv demiyor, bunu istemiyor, fakat ey demir, hiç olmazsa Davut’un yanında dön dolaş!
-
تن بمردت سوی اسرافیل ران ** دل فسردت رو به خورشید روان
- Bedenin ölmüş, İsrafil’in yanına koş. Gönlün donmuş, yürüyüp giden güneşe git.
-
در خیال از بس که گشتی مکتسی ** نک بسوفسطایی بدظن رسی
- Hayallerden öyle libaslara büründün ki neredeyse kötü zanlı Sofestailere karışacaksın.
-
او خود از لب خرد معزول بود ** شد ز حس محروم و معزول از وجود 2185
- Sofestai’de zaten akıl yoktu. Bu yüzden duygudan da oldu, varlıktan da mahrum kaldı.
-
هین سخنخا نوبت لبخایی است ** گر بگویی خلق را رسوایی است
- Kendine gel, şimdi söz çiğnemek devri. Söylersen halka rezil rüsva olursun.
-
چیست امعان چشمه را کردن روان ** چون ز تن جان رست گویندش روان
- İm’an ne demektir? Kaynaktan su akıtmak. Bedenden can gitti mi o cana “giden revan” derler.
-
آن حکیمی را که جان از بند تن ** باز رست و شد روان اندر چمن
- Canı beden bağından çözüp kurtararak çayırlığa, çimenliğe salıveren hakîm.
-
دو لقب را او برین هر دو نهاد ** بهر فرق ای آفرین بر جانش باد
- Hayatla ruhu ayırt etmek için ona bu iki lâkabı taktı. Bunu fark edenin canına aferin!
-
در بیان آنک بر فرمان رود ** گر گلی را خار خواهد آن شود 2190
- Bu suretle de Tanrı fermanına uyan, dilerse gülü diken, dikeni gül yapan kişideki ruhu anlattı.
-
معجزهی هود علیه السلام در تخلص مومنان امت به وقت نزول باد
- Azap yeli estiği zaman Hûd Aleyhisselâm’ın inanmış Ümmetini kurtarması ve mucize göstermesi
-
مومنان از دست باد ضایره ** جمله بنشستند اندر دایره
- İnananlar, o zararlı yelin elinden kaçmışlar, hepsi bir daire içine sığınmışlardı.
-
یاد طوفان بود و کشتی لطف هو ** بس چنین کشتی و طوفان دارد او
- Yel, âdeta tûfandı, onun lütfu da gemi. Onun bu çeşit nice gemileri var, nice tûfanları.
-
پادشاهی را خدا کشتی کند ** تا به حرص خویش بر صفها زند
- Tanrı, bir padişahı gemi yapar. Hırsı ile kendisini saflara vurur.
-
قصد شه آن نه که خلق آمن شوند ** قصدش آنک ملک گردد پایبند
- Maksadı halkın emin olması değildir, ülke zapt etmektir.
-
آن خراسی میدود قصدش خلاص ** تا بیابد او ز زخم آن دم مناص 2195
- Değirmen beygiri koşar, döner durur. Maksadı da dayak yemeden kurtulmaktadır.
-
قصد او آن نه که آبی بر کشد ** یاکه کنجد را بدان روغن کند
- Su çekmekten, yahut susamdan şırlagan yağı çıkarmaktan haberi bile yoktur.
-
گاو بشتابد ز بیم زخم سخت ** نه برای بردن گردون و رخت
- Öküz, arabayı çekmek eşyayı götürmek için değil, dayak korkusundan yürür, yeler.
-
لیک دادش حق چنین خوف وجع ** تا مصالح حاصل آید در تبع
- Fakat Tanrı, ona öyle bir acı korkusu vermiştir de o yüzden işler de görülür gider.
-
همچنان هر کاسبی اندر دکان ** بهر خود کوشد نه اصلاح جهان
- Her kazanç sahibi de bunun gibi âlemi ıslâh için değil, kendisi için çalışır.
-
هر یکی بر درد جوید مرهمی ** در تبع قایم شده زین عالمی 2200
- Her biri derdine bir melhem arar. Derken bir âlem de bu yüzden düzene girer.
-
حق ستون این جهان از ترس ساخت ** هر یکی از ترس جان در کار باخت
- Tanrı korkuyu bu âleme direk yapmıştır. Herkes, can korkusu ile bir işe sarılmıştır.
-
حمد ایزد را که ترسی را چنین ** کرد او معمار و اصلاح زمین
- Tanrı’ya hamd olsun ki böyle bir korkuyu mimar etmiş, onunla yer yüzünü düzene koymuştur.
-
این همه ترسندهاند از نیک و بد ** هیچ ترسنده نترسد خود ز خود
- Bunların hepside iyiden, kötüden korkarlar. Fakat hiçbir kimse yoktur ki kendi kendisinden korksun.
-
پس حقیقت بر همه حاکم کسیست ** که قریبست او اگر محسوس نیست
- Şu halde hakikatte herkese hak3im olan birsidir ve o, duygularla duyulmaz ama çok yakındır insana.
-
هست او محسوس اندر مکمنی ** لیک محسوس حس این خانه نی 2205
- O, bir gizli yerde duyulur ama bu evin duyguları ile duyulmaz.
-
آن حسی که حق بر آن حس مظهرست ** نیست حس این جهان آن دیگرست
- Tanrı’nın anlaşılacağı, duyulacağı duygu, bu cihanın duygusu değildir, o duygu, başka bir duygudur.
-
حس حیوان گر بدیدی آن صور ** بایزید وقت بودی گاو و خر
- Hayvan duygusu, o suretleri görseydi öküzle eşek de vaktin Beyazıd’ı olurdu.
-
آنک تن را مظهر هر روح کرد ** وآنک کشتی را براق نوح کرد
- Bedeni, ruha mazhar eden, gemiyi Nuh’a burak yapan,
-
گر بخواهد عین کشتی را به خو ** او کند طوفان تو ای نورجو
- Dilerse ey nur arayan, gemiyi değiştirir, tûfan haline getirir.
-
هر دمت طوفان و کشتی ای مقل ** با غم و شادیت کرد او متصل 2210
- Ey yoksul, her an sana bir tûfandır, bir gemidir. Seni gama, neşeye ulaştırır durur.
-
گر نبینی کشتی و دریا به پیش ** لرزها بین در همه اجزای خویش
- Gemiyle denizi görmüyorsan bütün cüzilerindeki şu titreyişi, şu kaynaşmayı gör.
-
چون نبیند اصل ترسش را عیون ** ترس دارد از خیال گونهگون
- Gözler, korkunun aslını görmediğinden çeşit çeşit hayallerden korkar insan.