English    Türkçe    فارسی   

6
2358-2407

  • جاهدوا فینا بگفت آن شهریار  ** جاهدوا عنا نگفت ای بی‌قرار 
  • Padişah, “Bizim için savaşanlar” dedi, bizden uzaklaşmaya çalışanlar demedi a kararsız adam!
  • هم‌چو کنعان کو ز ننگ نوح رفت  ** بر فراز قله‌ی آن کوه زفت 
  • Kenan gibi hani. O da Nuh’dan arlandı da o koca dağın tepesine çıkmaya kalkıştı.
  • هرچه افزون‌تر همی‌جست او خلاص  ** سوی که می‌شد جداتر از مناص  2360
  • Kurtulmak için dağa ne kadar koştu, tırmandıysa kurtuluştan o kadar uzaklaştı.
  • هم‌چو این درویش بهر گنج و کان  ** هر صباحی سخت‌تر جستی کمان 
  • Her sabah, daha katı bir yayla daha uzağa ok atıp define arayan bu yoksul gibi.
  • هر کمانی کو گرفتی سخت‌تر  ** بود از گنج و نشان بدبخت‌تر 
  • Daha katı olan her yayı, eline aldıkça defineden o derece mahrum olmaktaydı.
  • این مثل اندر زمانه جانی است  ** جان نادانان به رنج ارزانی است 
  • Bu atalar sözü, âlemde söylenir durur: Şeytanın canı azapta gerek.
  • زانک جاهل ننگ دارد ز اوستاد  ** لاجرم رفت و دکانی نو گشاد 
  • Çünkü bilgisiz kişi hocadan utanır, kalkar, gidip yeni bir dükkân açar.
  • آن دکان بالای استاد ای نگار  ** گنده و پر کزدمست و پر ز مار  2365
  • Ustana danışmadan açtığın o dükkân, bil ki kokmuş bir dükkândır, akreplerle, yılanlarla doludur o suretten ibaret adam!
  • زود ویران کن دکان و بازگرد  ** سوی سبزه و گلبنان و آب‌خورد 
  • Çabuk yık bu dükkânı da yeşilliğe, gül fidanlarına, içilecek suların bulunduğu yere dön!
  • نه چو کنعان کو ز کبر و ناشناخت  ** از که عاصم سفینه‌ی فوز ساخت 
  • Kibrinden, işin iç yüzünü bilmediğinden gûya kendisini kurtaracak dağı kurtuluş gemisi yapmaya kalkışan Kenan’a benzemez.
  • علم تیراندازیش آمد حجاب  ** وان مراد او را بده حاضر به جیب 
  • O define arayana da okçuluğu hicap oldu. Halbuki isteği hazırdı, koynundaydı.
  • ای بسا علم و ذکاوات و فطن  ** گشته ره‌رو را چو غول و راه‌زن 
  • Nice bilgi, nice zekâ, nice anlayış vardır ki yolcuya bir gulyabani, bir harami kesilir.
  • بیشتر اصحاب جنت ابلهند  ** تا ز شر فیلسوفی می‌رهند  2370
  • Cennetliklerin çoğu ahmaktır. Bu suretle de filozofun şerrinden kurtulur onlar.
  • خویش را عریان کن از فضل و فضول  ** تا کند رحمت به تو هر دم نزول 
  • Kendini faziletten de üryan bir hale getir, saçma şeylerden de... Böylece rahmet, her an sana insin dursun.
  • زیرکی ضد شکستست و نیاز  ** زیرکی بگذار و با گولی‌بساز 
  • Anlayışlı olmak; sınıklığın, niyazın zıddıdır. Anlayışlı olmayı bırak, ahmaklıkla uzlaşmaya bak.
  • زیرکی دان دام برد و طمع و گاز  ** تا چه خواهد زیرکی را پاک‌باز 
  • Anlayışı hırs ve tamah tuzağı bil. Temiz kişinin şeytan gibi akıllı olmakla ne işi var?
  • زیرکان با صنعتی قانع شده  ** ابلهان از صنع در صانع شده 
  • Aklı, fikri ileri olanlar, bir sanatla kanaat ederler. Fakat o kadar ileri anlayışlı olmayanlar sanatı görür, sanatkârı bulurlar.
  • زانک طفل خرد را مادر نهار  ** دست و پا باشد نهاده بر کنار  2375
  • Ana, küçücük yavrusunu gündüzün kucağına alır, ona el ayak olur, onu her şeyden korur.
  • حکایت آن سه مسافر مسلمان و ترسا و جهود و آن کی به منزل قوتی یافتند و ترسا و جهود سیر بودند گفتند این قوت را فردا خوریم مسلمان صایم بود گرسنه ماند از آنک مغلوب بود 
  • Biri Müslüman , öbürü Hıristiyan, üçüncüsü de Yahudi olan üç yolcu, bir konak yerinde yiyecek buldular. Hıristiyanla Yahudi tokdu, bunu yarın yiyelim dediler Müslüman, o gün oruçluydu, fakat onlarla başa çıkamadığından aç kaldı
  • یک حکایت بشنو اینجا ای پسر  ** تا نگردی ممتحن اندر هنر 
  • Oğul, burada bir hikâye dinle de hünerine kapılıp belâlara uğrama.
  • آن جهود و مومن و ترسا مگر  ** همرهی کردند با هم در سفر 
  • Bir Yahudi, bir Müslüman, bir de Hıristiyan yolda arkadaş oldular.
  • با دو گمره همره آمد مومنی  ** چون خرد با نفس و با آهرمنی 
  • Bir mümin, iki sapıkla yoldaş oldu. Aklın, şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.
  • مرغزی و رازی افتند از سفر  ** همره و هم‌سفره پیش هم‌دگر 
  • Yol hali bu, bir de bakarsın, bir Maraga’lı ile bir Rey’li arkadaş olur. Beraber yerler, beraber içerler.
  • در قفص افتند زاغ و جغد و باز  ** جفت شد در حبس پاک و بی‌نماز  2380
  • Baykuş, karga ve doğan, bir kafese düşebilir. Hapiste bir temiz kişiyle bir beynamaz arkadaş olabilir.
  • کرده منزل شب به یک کاروانسرا  ** اهل شرق و اهل غرب و ما ورا 
  • Bir konaktaki kervan sarayda doğu ve batı halkıyla Maveraünnehir’li bir araya gelir.
  • مانده در کاروانسرا خرد و شگرف  ** روزها با هم ز سرما و ز برف 
  • Aşağılık ve yüce kişiler, kış ve kar yüzünden bir kervansarayda günlerce kalırlar.
  • چون گشاده شد ره و بگشاد بند  ** بسکلند و هر یکی جایی روند 
  • Fakat yol açıldı, mâni kalmadı mı hepsi ayrılır, her biri, bir yana gider.
  • چون قفس را بشکند شاه خرد  ** جمع مرغان هر یکی سویی پرد 
  • Akıl padişahı, kafesi kırdı mı kuşların her biri, bir tarafa uçar.
  • پر گشاید پیش ازین بر شوق و یاد  ** در هوای جنس خود سوی معاد  2385
  • Bundan önce neşelenerek, sevinerek kendi cinsinin havası ile geldiği yere uçar giderdi ya.
  • پر گشاید هر دمی با اشک و آه  ** لیک پریدن ندارد روی و راه 
  • Kafeste ve zindan da iken de her an ağlayıp inleyerek kanat açar ama uçmaya yol ve imkân yoktur.
  • راه شد هر یک پرد مانند باد  ** سوی آن کز یاد آن پر می‌گشاد 
  • Fakat yol oldu mu her biri, anarak kanat açtığı yere uçar, yel gibi uçup gider.
  • آن طرف که بود اشک و آه او  ** چونک فرصت یافت باشد راه او 
  • Ağlayıp ah ettiği tarafa fırsat buldu mu koşar, uçup kavuşur.
  • در تن خود بنگر این اجزای تن  ** از کجاها گرد آمد در بدن 
  • Bedenine bak. Bu cüzüler, nereden toplanıp bedenine geldi.
  • آبی و خاکی و بادی و آتشی  ** عرشی و فرشی و رومی و گشی  2390
  • Kimisi suya, kimisi toprağa, kimisi yele, kimisi ateşe mensup. Kimi arştan gelmiş, kimi ferşten. Kimisi güzel, kimisi çirkin.
  • از امید عود هر یک بسته طرف  ** اندرین کاروانسرا از بیم برف 
  • Her biri kar korkusundan bu kervansaraya sinmiş, geldikleri yere tekrar dönmeyi umuyor.
  • برف گوناگون جمود هر جماد  ** در شتای بعد آن خورشید داد 
  • Çeşit çeşit kar var, her taraf donmuş, hiçbir yerde hayat kalmamış. O adalet güneşinden uzak kalmışlar, o uzaklık kışından buz kesilmişler.
  • چون بتابد تف آن خورشید جشم  ** کوه گردد گاه ریگ و گاه پشم 
  • Fakat o kızgın güneşin harareti bir geldi mi dağ bile kum ve yün kesilir.
  • در گداز آید جمادات گران  ** چون گداز تن به وقت نقل جان 
  • Can verirken beden nasıl erirse kendilerinde candan eser olmayan cansızlar bile öyle erir.
  • چون رسیدند این سه همره منزلی  ** هدیه‌شان آورد حلوا مقبلی  2395
  • Bu üç yoldaş bir konağa vardılar. Orada bir devletli, kendilerine helva hediye etti.
  • برد حلوا پیش آن هر سه غریب  ** محسنی از مطبخ انی قریب 
  • Bir ihsan sahibi, “Ben yakınım”, sofrasından her üç garibe de helva götürdü.
  • نان گرم و صحن حلوای عسل  ** برد آنک در ثوابش بود امل 
  • Tanrı’dan sevap ümidi ile sıcak somun ve bal helvası hediye etti.
  • الکیاسه والادب لاهل المدر  ** الضیافه والقری لاهل الوبر 
  • Şehirliler, edep ve zekâ ehli olurlar. Toy vermek yoksul doyurmak da köylülere verilmiştir.
  • الضیافة للغریب والقری  ** اودع الرحمن فی اهل القری 
  • Tanrı, garibe ziyafet çekmeyi köylülere vermiştir.
  • کل یوم فی القری ضیف حدیث  ** ما له غیر الاله من مغیث  2400
  • Köylerde her gün Tanrı’dan başka imdadına yetişecek hiç kimsesi olmayan yeni bir misafir vardır.
  • کل لیل فی القری وفد جدید  ** ما لهم ثم سوی الله محید 
  • Köylerde her gece yeni bir topluluk vardır ki onların Tanrı’dan başka kimseleri yoktur.
  • تخمه بودند آن دو بیگانه ز خور  ** بود صایم روز آن مومن مگر 
  • O iki yabancı, adamakıllı yemek yemişler, imtilâya uğramışlardı. O Müslüman ise oruçluydu.
  • چون نماز شام آن حلوا رسید  ** بود مومن مانده در جوع شدید 
  • Akşam namazı vakti o helva gelince Mümin, pek aç olduğundan yemek istediyse de,
  • آن دو کس گفتند ما از خور پریم  ** امشبش بنهیم و فردایش خوریم 
  • İkisi de biz boğazımıza kadar tokuz. Bu yemeği bu gece bırakalım da yarın yeriz.
  • صبر گیریم امشب از خور تن زنیم  ** بهر فردا لوت را پنهان کنیم  2405
  • Bu gece sabredelim, yemeyelim de helvayı yarına saklayalım dediler.
  • گفت مومن امشب این خورده شود  ** صبر را بنهیم تا فردا بود 
  • Mümin dedi ki: Sabrı bırakalım da bu gece yiyelim yarının sahibi var.
  • پس بدو گفتند زین حکمت‌گری  ** قصد تو آن است تا تنها خوری 
  • Ona sen, böyle hikmet satarak yalnız yemek istiyorsun galiba dediler.