-
چون طمانینست صدق و با فروغ ** دل نیارامد به گفتار دروغ
- Parlak ve açık doğru söz, gönle rahatlık verir. Gönül, yalan sözle yatışmaz.
-
کذب چون خس باشد و دل چون دهان ** خس نگردد در دهان هرگز نهان
- Yalan, çerçöpe benzer, gönül de ağza. Çöp ağızda gizlenmez.
-
تا درو باشد زبانی میزند ** تا به دانش از دهان بیرون کند
- Ağızda çöp oldu mu dil dolanır durur, nihayet onu ağızdan atar.
-
خاصه که در چشم افتد خس ز باد ** چشم افتد در نم و بند و گشاد
- Hele göze bir çöp girerse göz yaşarır, kapanıp açılmaya başlar.
-
ما پس این خس را زنیم اکنون لگد ** تا دهان و چشم ازین خس وا رهد 2580
- Biz, bu çöpü, ağzımıza, gözümüze girmeden ayağımızın altında ezelim” dedi.
-
گفت دلقک ای ملک آهسته باش ** روی حلم و مغفرت را کمخراش
- Delkak padişahım yavaş ol dedi. Yavaşlık ve yarlıgama yüzünü pek yırtma.
-
تا بدین حد چیست تعجیل نقم ** من نمیپرم به دست تو درم
- Beni azaba sokmak için neden bu kadar acele ediyorsun? Senin elindeyim, kuş değilim ki, uçayım.
-
آن ادب که باشد از بهر خدا ** اندر آن مستعجلی نبود روا
- Tanrı için verilen cezada acele etmek doğru değildir.
-
وآنچ باشد طبع و خشم و عارضی ** میشتابد تا نگردد مرتضی
- Fakat kendi kızgınlığından, kendi gelip geçici heva ve hevesinden verilen cezada acele edilir. Adam, kendini bir an önce razı etmeye bakar.
-
ترسد ار آید رضا خشمش رود ** انتقام و ذوق آن فایت شود 2585
- Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı yatışır. Öç almadan geçer, o zevkten mahrum kalır. Bundan korkar işte.
-
شهوت کاذب شتابد در طعام ** خوف فوت ذوق هست آن خود سقام
- Yalancı şehvet, yemeye atılır, onun lezzetini, zevkini kaybedivereceğinden korkar ki bu zaten derttir.
-
اشتها صادق بود تاخیر به ** تا گواریده شود آن بیگره
- İştah varsa acele etmemek, yenen şeyin iyice sinmesi için ağır ağır yemek daha doğrudur.
-
تو پی دفع بلایم میزنی ** تا ببینی رخنه را بندش کنی
- Sen, benim belâmı defetmek, gördüğün gediği tıkamak istiyorsun.
-
تا از آن رخنه برون ناید بلا ** غیر آن رخنه بسی دارد قضا
- O gedikten bir felâket gelmesin diyorsun ama kaza ve kaderin o gedikten başka daha nice gedikleri, nice delikleri var.
-
چارهی دفع بلا نبود ستم ** چاره احسان باشد و عفو و کرم 2590
- Belâyı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. buna çare ihsandır, aftır keremdir.
-
گفت الصدقه مرد للبلا ** داو مرضاک به صدقه یا فتی
- Peygamber “sadaka belâyı defeder” dedi. Ey yiğit hastalığını sadakayla tedavi et.
-
صدقه نبود سوختن درویش را ** کور کردن چشم حلماندیش را
- Sadaka, yoksulu yakmak, hilim gözleyen gözü kör etmek değildir.
-
گفت شه نیکوست خیر و موقعش ** لیک چون خیری کنی در موضعش
- Padişah dedi ki: Hayır, yerinde yapılırsa iyidir. Yerinde bir hayırda bulunursan bu, doğru bir harekettir.
-
موضع رخ شه نهی ویرانیست ** موضع شه اسپ هم نادانیست
- Ruh, yerine şah sürmek işi harap etmektir. Şah yerine atı sürmek de bilgisizliktir.
-
در شریعت هم عطا هم زجر هست ** شاه را صدر و فرس را درگه است 2595
- Şeriatta ihsan da var ceza da. Padişah, baş köşeye geçer; at ahıra bağlanır.
-
عدل چه بود وضع اندر موضعش ** ظلم چه بود وضع در ناموقعش
- Adalet nedir? Bir şeyi lâyık olduğu yere koymak. Zulüm nedir? Lâyık olmadığı yere koymak.
-
نیست باطل هر چه یزدان آفرید ** از غضب وز حلم وز نصح و مکید
- Tanrı’nın yarattığı bir şey abes değildir. Kızgınlık, hilim, öğüt, hile... hepsi doğrudur.
-
خیر مطلق نیست زینها هیچ چیز ** شر مطلق نیست زینها هیچ نیز
- Bunların hiç biri mutlak olarak hayır değildir. aynı zamanda mutlak olarak şer de değildir.
-
نفع و ضر هر یکی از موضعست ** علم ازین رو واجبست و نافعست
- Her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de zararı. Onun için bilgi vaciptir, faydalıdır.
-
ای بسا زجری که بر مسکین رود ** در ثواب از نان و حلوا به بود 2600
- Yoksula yapılan öyle cezalar vardır ki sevap bakımından ekmekten de yeğdir, helvadan da.
-
زانک حلوا بیاوان صفرا کند ** سیلیش از خبث مستنقا کند
- Çünkü helva, vakitsiz yenirse safra yapar. Halbuki helva verilecek yerde ona bir sille vurulsa kötülükten kurtulur.
-
سیلیی در وقت بر مسکین بزن ** که رهاند آنش از گردن زدن
- Yoksula vaktinde bir sille vur da boynu vurulmaktan kurtulsun.
-
زخم در معنی فتد از خوی بد ** چوب بر گرد اوفتد نه بر نمد
- Vurmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez, tozu dövülür.
-
بزم و زندن هست هر بهرام را ** بزم مخلص را و زندان خام را
- Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lâzım. Meclis ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
-
شق باید ریش را مرهم کنی ** چرک را در ریش مستحکم کنی 2605
- Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun.
-
تا خورد مر گوشت را در زیر آن ** نیم سودی باشد و پنجه زیان
- Yaranın altındaki eti yer. Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur.
-
گفت دلقک من نمیگویم گذار ** من همیگویم تحریی بیار
- Delkak, beni bırak demiyorum dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum.
-
هین ره صبر و تانی در مبند ** صبر کن اندیشه میکن روز چند
- Sabır yolunu kapama, acele etme. Sabret de birkaç gün düşün.
-
در تانی بر یقینی بر زنی ** گوشمال من بایقانی کنی
- Bu düşünce esnasında bir şeye iyice karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
-
در روش یمشی مکبا خود چرا ** چون همیشاید شدن در استوا 2610
- Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden?
-
مشورت کن با گروه صالحان ** بر پیمبر امر شاورهم بدان
- İyi kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar” dedi, bunu böyle bil!
-
امرهم شوری برای این بود ** کز تشاور سهو و کژ کمتر رود
- İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
-
این خردها چون مصابیح انورست ** بیست مصباح از یک روشنترست
- Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir.
-
بوک مصباحی فتد اندر میان ** مشتعل گشته ز نور آسمان
- Belki aralarına gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
-
غیرت حق پردهای انگیختست ** سفلی و علوی به هم آمیختست 2615
- Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır. Aşağılık ve yücelik âlemine mensup olanları birbirine karıştırmış, karmıştır.
-
گفت سیروا میطلب اندر جهان ** بخت و روزی را همیکن امتحان
- “Yürüyün âlemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da bahtını, rızkını sınaya dur.
-
در مجالس میطلب اندر عقول ** آن چنان عقلی که بود اندر رسول
- Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara.
-
زانک میراث از رسول آنست و بس ** که ببیند غیبها از پیش و پس
- Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
-
در بصرها میطلب هم آن بصر ** که نتابد شرح آن این مختصر
- Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara.
-
بهر این کردست منع آن با شکوه ** از ترهب وز شدن خلوت به کوه 2620
- İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir.
-
تا نگردد فوت این نوع التقا ** کان نظر بختست و اکسیر بقا
- İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir.
-
در میان صالحان یک اصلحیست ** بر سر توقیعش از سلطان صحیست
- Temiz kişiler arasında tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
-
کان دعا شد با اجابت مقترن ** کفو او نبود کبار انس و جن
- Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur.
-
در مریاش آنک حلو و حامض است ** حجت ایشان بر حق داحض است
- Onunla inada girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrı’ya karşı hiçbir delili yoktur.
-
که چو ما او را به خود افراشتیم ** عذر و حجت از میان بر داشتیم 2625
- Çünkü biz onu yücelttik... Özrü, delili ortadan kaldırdık.