English    Türkçe    فارسی   

6
3532-3581

  • وقت بدرودن گه منجل زدن  ** روز پاداش آمد و پیدا شدن 
  • Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükâfat günü, ettiğini bulma günüdür.
  • گفتن خواجه در خواب به آن پای‌مرد وجوه وام آن دوست را کی آمده بود و نشان دادن جای دفن آن سیم و پیغام کردن به وارثان کی البته آن را بسیار نبینند وهیچ باز نگیرند و اگر چه او هیچ از آن قبول نکند یا بعضی را قبول نکند هم آنجا بگذارند تا هر آنک خواهد برگیرد کی من با خدا نذرها کردم کی از آن سیم به من و به متعلقان من حبه‌ای باز نگردد الی آخره 
  • Muhtesibin, rüyada Kethüdaya, adamın borçlarını ödeme yolunu göstermesi, definesinin yerini bildirip mirasçılarına da “ Şöyle bir adam gelecek, ne alırsa çoğumsamayın, geri almayın. Hattâ kabul etmez, yahut bir kısmını almak istemezse bile siz o defineden bir şey almayın. Dilediğini, dilediği kadar alsın. Çünkü ben o defineden benim ve akrabamın bir habbe dahi almayacağına dair Tanrıya nezirlerde bulundum.” dediğini haber vermesi
  • بشنو اکنون داد مهمان جدید  ** من همی دیدم که او خواهد رسید 
  • Şimdi benden, o yeni konuğa edeceğin ihsanları duy. Onun gelip çatacağını görüp duruyordun.
  • من شنوده بودم از وامش خبر  ** بسته بهر او دو سه پاره گهر 
  • Onun borcundan haberim vardı. Onun için iki üç mücevher hazırlamıştım.
  • که وفای وام او هستند و بیش  ** تا که ضیفم را نگردد سینه ریش  3535
  • Onların değeri, borcuna yeter de artar bile. Konuğum, dertlenmesin diye bu işe girişmiştim.
  • وام دارد از ذهب او نه هزار  ** وام را از بعض این گو بر گزار 
  • Onun dokuz bin altın borcu var. Ona de ki: Borcunu bunların bir kısmıyla öde.
  • فضله ماند زین بسی گو خرج کن  ** در دعایی گو مرا هم درج کن 
  • Bir hayli para artar, onları harca, beni de duadan unutma.
  • خواستم تا آن به دست خود دهم  ** در فلان دفتر نوشتست این قسم 
  • Onu kendi elimle vermeyi isterdim. Filân deftere de bunu yazmışımdır.
  • خود اجل مهلت ندادم تا که من  ** خفیه بسپارم بدو در عدن 
  • Fakat ecel mühlet vermedi ki ona Aden incilerini gizlice vereyim.
  • لعل و یاقوتست بهر وام او  ** در خنوری و نبشته نام او  3540
  • O lâal ve yakutları, bir şeye sardım. Onlar, o garibin borcu için sakladığım şeylerdir, üstünde de onun adı yazılıdır.
  • در فلان طاقیش مدفون کرده‌ام  ** من غم آن یار پیشین خورده‌ام 
  • Filân kemerin altına gömdüm. O dostun gamını, önceden yedim ben.
  • قیمت آن را نداند جز ملوک  ** فاجتهد بالبیع ان لا یخدعوک 
  • Onların değerini Padişahlardan başka kimsecikler bilmez.Satarken dikkat et, aldatmasınlar seni.
  • در بیوع آن کن تو از خوف غرار  ** که رسول آموخت سه روز اختیار 
  • Aldanmadan korkuyorsan bir şeyi alırken Peygamberin öğrettiği gibi üç günlüğüne muhayyer olarak al.
  • از کساد آن مترس و در میفت  ** که رواج آن نخواهد هیچ خفت 
  • Onların kesada düşeceğinden, değerlerinin düşkün olacağından korkma. Onun revacı hiç geçmez.
  • وارثانم را سلام من بگو  ** وین وصیت را بگو هم مو به مو  3545
  • Mirasçılarıma da selâm söyle benden. Bu vasiyeti de kıldan kıla onlara anlat.
  • تا ز بسیاری آن زر نشکهند  ** بی‌گرانی پیش آن مهمان نهند 
  • O altınların çokluğuna kapılmasınlar.Hepsini o konuğun önüne yığsınlar.
  • ور بگوید او نخواهم این فره  ** گو بگیر و هر که را خواهی بده 
  • Bu kadarını istemem derse al, dilediğine ver desinler.
  • زانچ دادم باز نستانم نقیر  ** سوی پستان باز ناید هیچ شیر 
  • Ben verdiğimden bir habbe bile geri almam. Memeden çıkan süt, bir daha gerisin geriye memeye girmez.
  • گشته باشد هم‌چو سگ قی را اکول  ** مسترد نحله بر قول رسول 
  • Verdiğini geri alan, Peygamberin sözüne göre köpek gibi kusmuğunu yemiş olur.
  • ور ببندد در نباید آن زرش  ** تا بریزند آن عطا را بر درش  3550
  • Bana lâzım değil diye kapısını örter, o altını kabul etmezse altınları götürüp onun kapısına döksünler.
  • هر که آنجا بگذرد زر می‌برد  ** نیست هدیه‌ی مخلصان را مسترد 
  • Kim oraya uğrarsa o altınları alsın, götürsün. İhlâs sahibi kimseler hediye ettikleri şeyi geri almazlar.
  • بهر او بنهاده‌ام آن از دو سال  ** کرده‌ام من نذرها با ذوالجلال 
  • Ben o parayı o mücevherleri iki yıl önce onun için koydum, ululuk ıssı Tanrı’ya böyle nezirde bulundum.
  • ور روا دارند چیزی زان ستد  ** بیست چندان خو زیانشان اوفتد 
  • Mirasçılarım ondan bir şey almak isterler. Bunu caiz görürlerse aldıklarının yirmi misli ziyana girerler.
  • گر روانم را پژولانند زود  ** صد در محنت بریشان بر گشود 
  • Gönlümü incitmeden çekinmezlerse onlara yüzlerce mihnet kapısı açıktır.
  • از خدا اومید دارم من لبق  ** که رساند حق را در مستحق  3555
  • Tanrı’dan tatlı dillerle dilerim ve umarım ki hakkı, müstahak olana ulaştırır.
  • دو قضیه‌ی دیگر او را شرح داد  ** لب به ذکر آن نخواهم بر گشاد 
  • Bu sözlerden sonra Kethüdaya iki şey daha anlattı ki onları anlatmak için ağzımı açmayacağım.
  • تا بماند دو قضیه سر و راز  ** هم نگردد مثنوی چندین دراز 
  • Hem o iki şey sır olarak kalsın, hem de Mesnevi o kadar uzamasın artık.
  • برجهید از خواب انگشتک‌زنان  ** گه غزل‌گویان و گه نوحه‌کنان 
  • Kethüda sıçrayıp ellerini çırparak uyandı. Gâh gazel okumaktaydı, gâh bağırıp ağlamakta.
  • گفت مهمان در چه سوداهاستی  ** پای‌مردا مست و خوش بر خاستی 
  • Konuk, ne sevdalardasın dedi. Ey kethuda, sarhoş ve güzel bir halde kalktın.
  • تا چه دیدی خواب دوش ای بوالعلا  ** که نمی‌گنجی تو در شهر و فلا  3560
  • Gece rüyada ne gördün ey ulu er? Ne gördün de böyle şehre de sığamıyorsun, ovaya da.
  • خواب دیده پیل تو هندوستان  ** که رمیدستی ز حلقه‌ی دوستان 
  • Filin rüyada Hindistan’ı mı gördü de böyle dostların halkasından kaçtın?
  • گفت سوداناک خوابی دیده‌ام  ** در دل خود آفتابی دیده‌ام 
  • Kethuda, güzel bir rüya gördüm dedi. Gönlüme doğmuş bir güneş gördüm.
  • خواب دیدم خواجه‌ی بیدار را  ** آن سپرده جان پی دیدار را 
  • O uyanık muhtesibi, o sevgiliye ulaşmak için can vereni gördüm.
  • خواب دیدم خواجه‌ی معطی المنی  ** واحد کالالف ان امر عنی 
  • İstekleri veren, bir iş için çağrılınca bin kişiye bedel olan efendiyi gördüm.
  • مست و بی‌خود این چنین بر می‌شمرد  ** تا که مستی عقل و هوشش را ببرد  3565
  • Sarhoş ve kendisinden geçmiş bir halde böyle sayıp dökerken nihayet sarhoşluk, aklını, fikrini aldı.
  • در میان خانه افتاد او دراز  ** خلق انبه گرد او آمد فراز 
  • Evin ortasına upuzun düştü. Halk, başına üşüştü.
  • با خود آمد گفت ای بحر خوشی  ** ای نهاده هوش‌ها در بیهشی 
  • Bir müddet sonra kendisine gelince dedi ki: Ey iyilik, güzellik denizi, ey akılları kendisinden geçiren!
  • خواب در بنهاده‌ای بیداریی  ** بسته‌ای در بی‌دلی دلداریی 
  • Uyanıklıkta uyku veren, gönülsüzlük âleminde gönül alıcılığı bağışlayan!
  • توانگری پنهان کنی در ذل فقر  ** طوق دولت بسته اندر غل فقر 
  • Aşağılık yoksullukta bir gönül zenginliği verir.Devlet boyunduruğunu da yoksulluk zinciri edersin.
  • ضد اندر ضد پنهان مندرج  ** آتش اندر آب سوزان مندرج  3570
  • Zıddı, zıddın içine kor, yakıcı suya ateş hararetini verirsin.
  • روضه اندر آتش نمرود درج  ** دخل‌ها رویان شده از بذل و خرج 
  • Nemrud’ un ateşinde bahçe gizlidir, harcamakla ihsan etmekle gelir artar.
  • تا بگفته مصطفی شاه نجاح  ** السماح یا اولی النعمی رباح 
  • Bunun içindir ki o kurtuluş padişahı Mustafa, “ Ey nimet sahipleri, cömertlik kazançtır, kârdır” demiştir.
  • ما نقص مال من الصدقات قط  ** انما الخیرات نعم المرتبط 
  • Mal, sadakayla katiyen azalmaz. Hayırlarda bulunmak, malı zâyi etmez, kaybolmaktan kurtarır.
  • جوشش و افزونی زر در زکات  ** عصمت از فحشا و منکر در صلات 
  • Altın zekât vermekle coşar, fazlalaşır. İnsanı kötülükten, fenalıktan kurtaran namazdır.
  • آن زکاتت کیسه‌ات را پاسبان  ** وآن صلاتت هم ز گرگانت شبان  3575
  • Zekât vermen keseni korur. Namazın da seni kurtlardan kurtarır, çobanlık eder sana.
  • میوه‌ی شیرین نهان در شاخ و برگ  ** زندگی جاودان در زیر مرگ 
  • Tatlı meyve; dalların, yaprakların arasında gizlidir. Ebedî yaşayış, ölümün içindedir.
  • زبل گشته قوت خاک از شیوه‌ای  ** زان غذا زاده زمین را میوه‌ای 
  • Gübre, bir suretle toprağın gıdası olmuş yer, o gıda ile bir meyve doğurmuştur.
  • درعدم پنهان شده موجودیی  ** در سرشت ساجدی مسجودیی 
  • Varlık, yoklukta gizlenmiştir. Secde edilme de secde etmede mevcuttur.
  • آهن و سنگ از برونش مظلمی  ** اندرون نوری و شمع عالمی 
  • Demirle taş, görünüşte karanlıktır. Fakat iç âlemde nurdur âlemin ışığıdır.
  • درج در خوفی هزاران آمنی  ** در سواد چشم چندان روشنی  3580
  • Korkuda yüzlerce eminlik gizli. Gözün karasında bunca aydınlık var.
  • اندرون گاو تن شه‌زاده‌ای  ** گنج در ویرانه‌ای بنهاده‌ای 
  • Beden öküzünün içinde şehzade var. Defineyi bir yıkık yere gömmüşsün.