English    Türkçe    فارسی   

6
373-422

  • پس بکن دفعش چو نمرودی به جنگ  ** سوی او کش در هوا تیری خدنگ 
  • Hadi Nemrut gibi savaş, havayı okla bakalım!
  • هم‌چو اسپاه مغل بر آسمان  ** تیر می‌انداز دفع نزع جان 
  • Hani Moğol askerleri gibi... Onlar da biri hastalandı mı ölmesin diye göğe ok atarlar ya, sen de atadur.
  • یا گریز از وی اگر توانی برو  ** چون روی چون در کف اویی گرو  375
  • Yahut da kaçabilirsen kaç, kurtul bakalım.İmkânı mı var? Onun eline bir kere rehin olmuşsun.
  • در عدم بودی نرستی از کفش  ** از کف او چون رهی ای دست‌خوش 
  • Yokluktayken bile elinden kurtulamadın, şimdi nasıl kurtulabilirsin a güzelim!
  • آرزو جستن بود بگریختن  ** پیش عدلش خون تقوی ریختن 
  • İstek yok mu? İşte o, sıçramak, kaçmaktır; onun adaletine karşı takvanın kanını dökmektir.
  • این جهان دامست و دانه‌آرزو  ** در گریز از دامها روی آر زو 
  • Bu dünya tuzaktır, tanesi de istek. Tuzaklardan kaç onlardan yüz çevir.
  • چون چنین رفتی بدیدی صد گشاد  ** چون شدی در ضد آن دیدی فساد 
  • Böyle hareket ettin mi yüzlerce ferahlık bulursun. Fakat istekten geçemedin mi fesatlıklara uğrarsın.
  • پس پیمبر گفت استفتوا القلوب  ** گر چه مفتیتان برون گوید خطوب  380
  • Bunun için Peygamber “Müftüler sana kuvvetli fetvalar bile verseler sen, kalbine danış” dedi.
  • آرزو بگذار تا رحم آیدش  ** آزمودی که چنین می‌بایدش 
  • İsteği bırak da Allah acısın. Bunun böyle olması lâzım, bunu denedin, sınadın ya.
  • چون نتانی جست پس خدمت کنش  ** تا روی از حبس او در گلشنش 
  • Mademki kaçamıyorsun, ona kullukta bulun da hapsinden kurtul, gül bahçelerine git.
  • دم به دم چون تو مراقب می‌شوی  ** داد می‌بینی و داور ای غوی 
  • Her an kendini görür gözetirsin adaleti de görürsün, yüceliği de ey azgın.
  • ور ببندی چشم خود را ز احتجاب  ** کار خود را کی گذارد آفتاب 
  • Fakat perde ardına girer, gözünü kaparsan senin bu göz yummanla güneş, işinden gücünden kalır mı hiç?
  • وا نمودن پادشاه به امرا و متعصبان در راه ایاز سبب فضیلت و مرتبت و قربت و جامگی او بریشان بر وجهی کی ایشان را حجت و اعتراض نماند 
  • Padişahın,Eyaz’ın hareketini beğenmiyen beylere onun yüceliğinin rütbesindeki üstünlüğün, maaşındaki fazlalığın sebeplerini, hiçbir delil getiremiyecekleri, hiçbir itirazda bulunamıyacakları bir tarzda bildirip göstermesi
  • چون امیران از حسد جوشان شدند  ** عاقبت بر شاه خود طعنه زدند  385
  • Beyler, hasetten coşunca nihayet padişahı bile kınamaya başlayıp dediler ki:
  • کین ایاز تو ندارد سی خرد  ** جامگی سی امیر او چون خورد 
  • Bu senin Eyaz’ında otuz adamın aklı yokken nasıl olur da otuz beyin kaftan parasını yer?
  • شاه بیرون رفت با آن سی امیر  ** سوی صحرا و کهستان صیدگیر 
  • Padişah, otuz beyle avlanmak üzere dağlara, ovalara çıktı.
  • کاروانی دید از دور آن ملک  ** گفت امیری را برو ای متفک 
  • Uzaktan bir kervan gördü, beyin birisine git de,
  • رو بپرس آن کاروان را بر رصد  ** کز کدامین شهر اندر می‌رسد 
  • Sor bakalım, o kervan hangi şehirden geliyor? dedi.
  • رفت و پرسید و بیامد که ز ری  ** گفت عزمش تا کجا درماند وی  390
  • Bey gitti, sorup geldi, dedi ki: Rey’den geliyor.Padişah, peki nereye gidiyormuş? deyince kalakaldı.
  • دیگری را گفت رو ای بوالعلا  ** باز پرس از کاروان که تا کجا 
  • Bir başka beye, git bakalım yüce kişi dedi, sen de nereye gidiyor, şunu anla!
  • رفت و آمد گفت تا سوی یمن  ** گفت رختش چیست هان ای موتمن 
  • O da gidip geldi, Yemen’e gidiyormuş dedi. Padişah yükü neymiş? Deyince o da dinelip kaldı.
  • ماند حیران گفت با میری دگر  ** که برو وا پرس رخت آن نفر 
  • Padişah, bir başka beye hadi, sen de yükü neymiş, onu öğren dedi.
  • باز آمد گفت از هر جنس هست  ** اغلب آن کاسه‌های رازیست 
  • Bey gidip geldi, her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri deyince,
  • گفت کی بیرون شدند از شهر ری  ** ماند حیران آن امیر سست پی  395
  • Padişah, Rey’den ne vakit çıkmış? diye sordu. O aklı gevşek bey de âciz kaldı.
  • هم‌چنین تا سی امیر و بیشتر  ** سست‌رای و ناقص اندر کر و فر 
  • Böylece, otuz hattâ daha fazla beyin hepsi de âciz ve noksan çıktı.
  • گفت امیران را که من روزی جدا  ** امتحان کردم ایاز خویش را 
  • Bunun üzerine padişah beylere dedi ki: Ben bir gün tek başıma Eyaz’ımı sınadım.
  • که بپرس از کاروان تا از کجاست  ** او برفت این جمله وا پرسید راست 
  • Şu kervan nereden geliyor? Git anla dedim. Gitti, hepsini sorup öğrenmiş.
  • بی‌وصیت بی‌اشارت یک به یک  ** حالشان دریافت بی ریبی و شک 
  • Benim emrim olmadan kervanın bütün ahvalini, olduğu gibi bir bir anlattı.
  • هر چه زین سی میر اندر سی مقام  ** کشف شد زو آن به یکدم شد تمام  400
  • Bu otuz bey, otuz defada ne öğrenebildiyse o, hepsini birden öğrenip geldi.
  • مدافعه‌ی امرا آن حجت را به شبهه‌ی جبریانه و جواب دادن شاه ایشان را 
  • Beylerin,bu delili cebrice şüphelerle zayıflarmaya savaşmaları,padişahın onlara verdiği cevap
  • پس بگفتند آن امیران کین فنیست  ** از عنایتهاش کار جهد نیست 
  • Beyler, bu bir zekâ işi, o da Allah vergisi, çalışmakla olmaz ki.
  • قسمت حقست مه را روی نغز  ** داده‌ی بختست گل را بوی نغز 
  • Aya o güzel yüzü Allah vermiş, güle o hoş kokuyu Allah ihsan etmiş dediler.
  • گفت سلطان بلک آنچ از نفس زاد  ** ریع تقصیرست و دخل اجتهاد 
  • Padişah dedi ki: İnsanın elde ettiği şey zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından.
  • ورنه آدم کی بگفتی با خدا  ** ربنا انا ظلمنا نفسنا 
  • Yoksa Âdem, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” der miydi.
  • خود بگفتی کین گناه از نفس بود  ** چون قضا این بود حزم ما چه سود  405
  • Bu suç bahtımdan. Kader böyleymiş,ihtiyatın tedbirin ne faydası var? derdi.
  • هم‌چو ابلیسی که گفت اغویتنی  ** تو شکستی جام و ما را می‌زنی 
  • İblis gibi hani. O da “Sen beni azdırdın. Hem kadehimizi kırıyor, hem de bizi dövüyorsun” demişti ya.
  • بل قضا حقست و جهد بنده حق  ** هین مباش اعور چو ابلیس خلق 
  • Halbuki takdir haktır ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma.
  • در تردد مانده‌ایم اندر دو کار  ** این تردد کی بود بی‌اختیار 
  • İki iş arasında tereddütte kalıyoruz. Hiç ihtiyarımız olmasa bu tereddüt olur mu?
  • این کنم یا آن کنم او کی گود  ** که دو دست و پای او بسته بود 
  • İki eli, iki ayağı bağlı olan adam bunu mu yapsam onu mu, der mi?
  • هیچ باشد این تردد بر سرم  ** که روم در بحر یا بالا پرم  410
  • Denize mi dalsam, yücelere mi uçsam diye hiç tereddüde düşer mi?
  • این تردد هست که موصل روم  ** یا برای سحر تا بابل روم 
  • Musul’a mı gitsem, yoksa büyü öğrenmek için Babil’e mi diye düşüncelere kapılır mı?
  • پس تردد را بباید قدرتی  ** ورنه آن خنده بود بر سبلتی 
  • Şu halde tereddüt, bir kudrete delâlet eder. Böyle olmasa tereddüde düşenin bıyığına gülerler.
  • بر قضا کم نه بهانه ای جوان  ** جرم خود را چون نهی بر دیگران 
  • Yiğidim, kadere az bahane bul! Nasıl oluyor da suçunu başkalarına yükletiyorsun?
  • خون کند زید و قصاص او به عمر  ** می خورد عمرو و بر احمد حد خمر 
  • Zeyd, kana girsin, cezasını Amr çeksin... Amr, şarap içsin, Ahmet dayak yesin, bu olur mu?
  • گرد خود برگرد و جرم خود ببین  ** جنبش از خود بین و از سایه مبین  415
  • Kendi etrafında dolan, kendi suçunu gör. Hareketi güneşten bil, gölgeden bilme.
  • که نخواهد شد غلط پاداش میر  ** خصم را می‌داند آن میر بصیر 
  • Bir beyin bile ceza vermesi yanlış olmuyor, o gözü açık er, düşmanı biliyor.
  • چون عسل خوردی نیامد تب به غیر  ** مزد روز تو نیامد شب به غیر 
  • Bal şerbeti içersen başkasına humma gelmiyor. Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor.
  • در چه کردی جهد کان وا تو نگشت  ** تو چه کاریدی که نامد ریع کشت 
  • Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?
  • فعل تو که زاید از جان و تنت  ** هم‌چو فرزندت بگیرد دامنت 
  • Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.
  • فعل را در غیب صورت می‌کنند  ** فعل دزدی را نه داری می‌زنند  420
  • Yaptığın işe gayb âleminden bir suret verirler. Hırsızlık için darağacı kurmuyorlar mı?
  • دار کی ماند به دزدی لیک آن  ** هست تصویر خدای غیب‌دان 
  • Darağacı hırsızlığa benzemez ama gaypları bilen Allah’nın meydana getirdiği bir örnektir.
  • در دل شحنه چو حق الهام داد  ** که چنین صورت بساز از بهر داد 
  • Allah, şahsın gönlüne, adalet için şöyle bir suret düz diye ilhamda bulunur.