English    Türkçe    فارسی   

6
3816-3865

  • خنده‌اش آمد مال داد آن پیر را  ** پیر تنها برد آن توفیر را 
  • Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız, bütün malları yalnız başına alıp götürdü.
  • غیر آن پیر ایچ خواهنده ازو  ** نیم حبه زر ندید و نه تسو 
  • O ihtiyardan başka ondan bir şey isteyen hiçbir kimse ne yarım habbe altın elde etti, ne bir zerre kumaş.
  • نوبت روز فقیهان ناگهان  ** یک فقیه از حرص آمد در فغان 
  • Fakihlerin günüydü, bir hoca, hırsa geldi, feryadediyordu.
  • کرد زاری‌ها بسی چاره نبود  ** گفت هر نوعی نبودش هیچ سود 
  • Bir hayli ağladı, sızlandı, fakat çare yoktu. Her çeşit söz söyledi, hiçbir faydası olmadı.
  • روز دیگر با رگو پیچید پا  ** ناکس اندر صف قوم مبتلا  3820
  • Ertesi günü ayağını eski çaputlarla sardı, kötürümler arasına karıştı.
  • تخته‌ها بر ساق بست از چپ و راست  ** تا گمان آید که او اشکسته‌پاست 
  • Ayağının sağına soluna tahtalar bağladı, bu suretle kendisini ayağı kırık bir alil göstermek istedi.
  • دیدش و بشناختش چیزی نداد  ** روز دیگر رو بپوشید از لباد 
  • Padişah onu gördü tanıdı hiçbir şey vermedi. Ertesi günü yüzünü bir keçe parçasıyla örttü.
  • هم بدانستش ندادش آن عزیز  ** از گناه و جرم گفتن هیچ چیز 
  • Fakat padişah yine tanıdı, ağzını açıp bir şey istediği için kusurda bulunmuştu, ona hiçbir şey vermedi.
  • چونک عاجز شد ز صد گونه مکید  ** چون زنان او چادری بر سر کشید 
  • Yüz türlü hileye başvurdu, nihayet aciz kalıp kadınlar gibi çarşafa büründü.
  • در میان بیوگان رفت و نشست  ** سر فرو افکند و پنهان کرد دست  3825
  • Dul kadınların arasına karışıp elini gizledi başını eğdi öylece durdu.
  • هم شناسیدش ندادش صدقه‌ای  ** در دلش آمد ز حرمان حرقه‌ای 
  • Fakat padişah, yine tanıyıp sadaka vermedi. Hocanın mahrumiyetten yüreği yandı.
  • رفت او پیش کفن‌خواهی پگاه  ** که بپیچم در نمد نه پیش راه 
  • Sonunda bir kefenciye gitti. Dedi ki: beni bir kilime sar yol üstüne koy.
  • هیچ مگشا لب نشین و می‌نگر  ** تا کند صدر جهان اینجا گذر 
  • Hiç ağzını açma, yalnız Sadr-ı cihan’ın buradan geçmesini bekle.
  • بوک بیند مرده پندار به ظن  ** زر در اندازد پی وجه کفن 
  • Belki görünce ölü sanır da kefen parası almak üzere bir şey verir.
  • هر چه بدهد نیم آن بدهم به تو  ** هم‌چنان کرد آن فقیر صله‌جو  3830
  • Ne verirse yarısını sana veririm. Kefenci para gözler bir yoksuldu dediğini kabul etti.
  • در نمد پیچید و بر راهش نهاد  ** معبر صدر جهان آنجا فتاد 
  • Onu bir kilime sarıp yol üstüne koydu. Padişahın yolu oraya düştü.
  • زر در اندازید بر روی نمد  ** دست بیرون کرد از تعجیل خود 
  • Kilimin üstüne bir miktar altın attı. Hoca, hemen aceleyle kilimden elini çıkarıp altınları aldı.
  • تا نگیرد آن کفن‌خواه آن صله  ** تا نهان نکند ازو آن ده‌دله 
  • Kefencinin almasına, verilen altınları gizlemesine meydan bile bırakmadı o aceleci adam.
  • مرده از زیر نمد بر کرد دست  ** سر برون آمد پی دستش ز پست 
  • Ölü, kilimden elini uzatıp paraları aldıktan sonra başını kilimden çıkardı.
  • گفت با صدر جهان چون بستدم  ** ای ببسته بر من ابواب کرم  3835
  • Padişaha dedi ki: ey bana kerem kapılarını kapayan bak nasıl aldım gördün ya.
  • گفت لیکن تا نمردی ای عنود  ** از جناب من نبردی هیچ جود 
  • Sadr-ı Cihan doğru dedi, aldın ama ölmedikçe kapımdan hiçbir şey koparamadın ya inatçı.
  • سر موتوا قبل موت این بود  ** کز پس مردن غنیمت‌ها رسد 
  • “ Ölmeden önce ölün” sırrı budur işte. Çünkü ölümden sonra ganimetler elde edilir.
  • غیر مردن هیچ فرهنگی دگر  ** در نگیرد با خدای ای حیله‌گر 
  • Ey hilebaz, Tanrıya karşı ölümden başka hiçbir hüner para etmez bir inayete uğramak yüzlerce çalışıp çabalamadan yeğdir.
  • یک عنایت به ز صد گون اجتهاد  ** جهد را خوفست از صد گون فساد 
  • Çalışıp çabalamanın yüzlerce çeşit bozukluğu olabilir. Çalışmada bu korku var.
  • وآن عنایت هست موقوف ممات  ** تجربه کردند این ره را ثقات  3840
  • O inayet ölüme bağlıdır. Bu yolu, güvenilir erler sınadılar.
  • بلک مرگش بی‌عنایت نیز نیست  ** بی‌عنایت هان و هان جایی مه‌ایست 
  • Ama ölüm de onun inayeti olmadıkça gelip çatmaz. Aman sen, sen ol inayete sığınmadan hiçbir yerde durma.
  • آن زمرد باشد این افعی پیر  ** بی زمرد کی شود افعی ضریر 
  • İnayet bu koca yılana zümrüttür. Yılan zümrüdü görmedikçe kör olur mu hiç?
  • حکایت آن دو برادر یکی کوسه و یکی امرد در عزب خانه‌ای خفتند شبی اتفاقا امرد خشت‌ها بر مقعد خود انبار کرد عاقبت دباب دب آورد و آن خشت‌ها را به حیله و نرمی از پس او برداشت کودک بیدار شد به جنگ کی این خشت‌ها کو کجا بردی و چرا بردی او گفت تو این خشت‌ها را چرا نهادی الی آخره 
  • İki kardeş vardı. Biri köseydi, öbürü genç. Bir bekar odasında kaldılar. Oğlan, geceleyin arkasına kerpiçler yığdı. Gecenin bir vakti, bekarlardan biri kalkıp ayaklarının ucuna basa basa geldi, bir takrip kerpiçleri oradan aldı. Çocuk uyanınca bu kerpiçleri niçin aldın ve nereye koydun diye savaşa başladı. Bekar der ki: Sen bu kerpiçleri niçin koydun?
  • امردی و کوسه‌ای در انجمن  ** آمدند و مجمعی بد در وطن 
  • مشتغل ماندند قوم منتجب  ** روز رفت و شد زمانه ثلث شب 
  • زان عزب‌خانه نرفتند آن دو کس  ** هم بخفتند آن سو از بیم عسس  3845
  • Bekçinin korkusundan o iki delikanlı, o bekar odasında kaldılar orada uyudular.
  • کوسه را بد بر زنخدان چار مو  ** لیک هم‌چون ماه بدرش بود رو 
  • Kösenin sakalında dört kıl vardı. Fakat yüzü, ayın on dördüne benziyordu adeta.
  • کودک امرد به صورت بود زشت  ** هم نهاد اندر پس کون بیست خشت 
  • Delikanlı çirkindi. Arka tarafına tam yirmi tane kerpiç yığdı.
  • لوطیی دب برد شب در انبهی  ** خشتها را نقل کرد آن مشتهی 
  • Bekarlardan bir oğlancı, gece vakti kalabalığın içinden kalktı. Yavaş, yavaş yürüdü. İştahlı bir halde oğlanın yanına gelip kerpiçleri bir tarafa koydu.
  • دست چون بر وی زد او از جا بجست  ** گفت هی تو کیستی ای سگ‌پرست 
  • Çocuğa elini uzatınca çocuk, yerinden sıçradı. Hey dedi, a köpeğe tapan kimsin sen?
  • گفت این سی خشت چون انباشتی  ** گفت تو سی خشت چون بر داشتی  3850
  • Bu otuz kerpici neye buradan aldın? Herif dedi ki: Sen ne için o otuz kerpici yığdın?
  • کودک بیمارم و از ضعف خود  ** کردم اینجا احتیاط و مرتقد 
  • Oğlan dedi ki: Hastayım zayıfım. Yatarken ihtiyata riayet ettim.
  • گفت اگر داری ز رنجوری تفی  ** چون نرفتی جانب دار الشفا 
  • Herif, hastaysan, hastalıktan hararetlendiysen neden hastaneye gitmedin?
  • یا به خانه‌ی یک طبیبی مشفقی  ** که گشادی از سقامت مغلقی 
  • Yahut bir esirgeyici hekimin evine varmadın? Gitseydin hastalıktan kurtulurdun.
  • گفت آخر من کجا دانم شدن  ** که بهرجا می‌روم من ممتحن 
  • Çocuk dedi ki: Ben de bilmem nereye gideyim? Nereye gidersem bir derde uğruyorum.
  • چون تو زندیقی پلیدی ملحدی  ** می بر آرد سر به پیشم چون ددی  3855
  • Senin gibi bir zındık, bir pis, bir dinsiz herif, başucuma yırtıcı canavar gibi gelip dikiliyor.
  • خانقاهی که بود بهتر مکان  ** من ندیدم یک دمی در وی امان 
  • En iyi bir yer olan tekkede bile bir an olsun aman bulmadım.
  • رو به من آرند مشتی حمزه‌خوار  ** چشم‌ها پر نطفه کف خایه‌فشار 
  • Bir avuç bulgur aşıyla geçinmeye çalışan derviş, gözlerinden meni akarak, elleriyle hayalarını sıkarak bana yüz tuttu.
  • وانک ناموسیست خود از زیر زیر  ** غمزه دزدد می‌دهد مالش به کیر 
  • Namuslu oldun mu gizli, gizli bakar aletleriyle oynarlar.
  • خانقه چون این بود بازار عام  ** چون بود خر گله و دیوان خام 
  • Tekke böyle olursa artık halkın pazarı, eşek sürüsü ve hamların divanı nasıl olur? Var kıyas et.
  • خر کجا ناموس و تقوی از کجا  ** خر چه داند خشیت و خوف و رجا  3860
  • Eşek, nerde, namus ve takva nerede? Eşek, korkuyu, ürkmeyi, ricayı ne bilir?
  • عقل باشد آمنی و عدل‌جو  ** بر زن و بر مرد اما عقل کو 
  • Akıl kadının da emniyet ve adaletini diler, erkeğin de. Fakat akıl nerede?
  • ور گریزم من روم سوی زنان  ** هم‌چو یوسف افتم اندر افتتان 
  • Tutar, bu sefer de kadınlara kaçarsam Yusuf gibi sınamalara, fitnelere düşerim.
  • یوسف از زن یافت زندان و فشار  ** من شوم توزیع بر پنجاه دار 
  • Yusuf, kadın yüzünden zindana düştü, sıkıntılara uğradı. O bile böyle olursa artık ben, elli kere darağacına çekilirim.
  • آن زنان از جاهلی بر من تنند  ** اولیاشان قصد جان من کنند 
  • Kadınlar, bilgisizliklerinden bana saldırdılar. Erkekler canıma kastederler.
  • نه ز مردان چاره دارم نه از زنان  ** چون کنم که نی ازینم نه از آن  3865
  • Hasılı ne kadınlardan kurulabiliyorum ne erkeklerden. Ne yapayım bilmem? Ne bunlardanım ben, ne onlardan!