زن به دست مرد در وقت لقا ** چون خمیر آمد به دست نانبا
Kadın buluşma zamanında erkeğin elinde ekmekçinin elindeki hamura döner.
بسرشد گاهیش نرم و گه درشت ** زو بر آرد چاق چاقی زیر مشت
Onu gah yumuşaklıkla gah sert bir halde yoğurur durur, elinin altında ondan çak, çak diye sesler çıkar.
گاه پهنش واکشد بر تختهای ** درهمش آرد گهی یک لختهای
Gah onu uzatır, tahta üstünde yassı bir hale getirir. Gah bir araya toplar.
گاه در وی ریزد آب و گه نمک ** از تنور و آتشش سازد محک
Gah su döker, gah tuz eker. Gah tandıra yayar, ateşle onu mehenge vurur.
این چنین پیچند مطلوب و طلوب ** اندرین لعبند مغلوب و غلوب 3950
İstekli ve istenen, bu çeşit dürülüp bükülür, Alt olan ve üst gelen, bu oyundadır işte.
این لعب تنها نه شو را با زنست ** هر عشیق و عاشقی را این فنست
Bu oyun yalnız kocayla karı arasında olmaz. Her aşıkla her sevgili de bu oyunu oynar.
از قدیم و حادث و عین و عرض ** پیچشی چون ویس و رامین مفترض
Evveli olmayanla sonradan olanın, varlıkla var olup suret kabul edenin Vise ve Ramin gibi bükülüp ezilmesi farzdır.
لیک لعب هر یکی رنگی دگر ** پیچش هر یک ز فرهنگی دگر
Fakat her birinin oyunu başka bir çeşittir. Her birinin ezilip büzülmesi başka bir hünerdendir.
شوی و زن را گفته شد بهر مثال ** که مکن ای شوی زن را بد گسیل
Kocayla karıyı ey koca karını kötü tutma, hoş tut demek için örnek olarak söyledim.
آن شب گردک نه ینگا دست او ** خوش امانت داد اندر دست تو 3955
Gerdek gecesi yenge onun elini tutup hoş bir emanet olarak senin eline vermedi mi?
کانچ با او تو کنی ای معتمد ** از بد و نیکی خدا با تو کند
Ey güvenilir kişi sen iyi kötü ne yaparsan Tanrı da sana onu yapar.
حاصل اینجا این فقیه از بیخودی ** نه عفیفی ماندش و نه زاهدی
Hasılı, o hoca ayakyolunda sarhoşluktan halayığa saldırdı. Ne namusu kaldı, ne zahitliği!
آن فقیه افتاد بر آن حورزاد ** آتش او اندر آن پنبه فتاد
O huriden doğmuş güzelin üstüne atıldı. Ateşi o pamuğa düştü.
جان به جان پیوست و قالبها چخید ** چون دو مرغ سربریده میطپید
Can, cana ulaştı bedenler dürülüp bükülmeye başladı. İkisi de başları kesilmiş iki kuş gibi çırpınıyorlardı.
چه سقایه چه ملک چه ارسلان ** چه حیا چه دین چه بیم و خوف جان 3960
Hocanın gönlünde ne şarap meclisi, ne padişah, ne aslan, ne haya, ne din, ne ürkeklik, ne de can korkusu kaldı.
چشمشان افتاده اندر عین و غین ** نه حسن پیداست اینجا نه حسین
Gözü kızdı, bir şey görmez oldu. Burada zaten ne Hasan görünür göze, ne Hüseyin!
شد دراز و کو طریق بازگشت ** انتظار شاه هم از حد گذشت
Hocanın meclise dönmesi gecikti. Padişahın bekleyişi de haddi aştı.
شاه آمد تا ببیند واقعه ** دید آنجا زلزلهی القارعه
Ne oluyor bir göreyim diye gitti. Oradaki kıyamet alametini gördü.
آن فقیه از بیم برجست و برفت ** سوی مجلس جام را بربود تفت
Hoca, korkusundan hemen sıçrayıp meclise gitti, ateş gibi derhal şarap kadehini kaptı.
شه چون دوزخ پر شرار و پر نکال ** تشنهی خون دو جفت بدفعال 3965
Padişah cehennem gibi kızmış gazaba gelmişti. O kötü işi işleyen hocanın da, kızın da kanına susamıştı.
چون فقیهش دید رخ پر خشم و قهر ** تلخ و خونی گشته همچون جام زهر
Fakih padişahı hiddetli, gazaplı görünce kötü bir hale düştü, zehir kadehi gibi acı ve kanlı bir hale geldi.
بانگ زد بر ساقیش که ای گرمدار ** چه نشستی خیره ده در طبعش آر
Sakiye, yahu acele et dedi, neye öyle sersem, sersem oturuyorsun? Çabuk padişahı neşelendir.
خنده آمد شاه را گفت ای کیا ** آمدم با طبع آن دختر ترا
Padişah gülümsedi, ey ulu er dedi, hoşlandım, o kız senin olsun!
پادشاهم کار من عدلست و داد ** زان خورم که یار را جودم بداد
Ben padişahım, benim işim adalettir, lütuftur. Ne yersem cömertliğim, sevgiliyi de onu verir.
آنچ آن را من ننوشم همچو نوش ** کی دهم در خورد یار و خویش و توش 3970
Tatlı, tatlı içemediğim şeyi nasıl olur da sevgiliye verir, ona azık olarak sunarım?
زان خورانم من غلامان را که من ** میخورم بر خوان خاص خویشتن
Ben kendi hususi soframda ne yersem kullarıma da onu yediririm.
زان خورانم بندگان را از طعام ** که خورم من خود ز پخته یا ز خام
Pişmiş olsun, ham olsun… Ne yemek yersem kölelerime onu yedirir, onları o yemekle beslerim.
من چو پوشم از خز و اطلس لباس ** زان بپوشانم حشم را نه پلاس
Kürkten, atlastan ne giyersem kölelerime de onu giydiririm, onlara köhne elbiseler giydirmem.
شرم دارم از نبی ذو فنون ** البسوهم گفت مما تلبسون
Hüner sahibi Peygamberden utanırım. O “ Hizmetçinize siz ne giyiyorsanız onu giydirin” dedi.
مصطفی کرد این وصیت با بنون ** اطعموا الاذناب مما تاکلون 3975
Mustafa, evladı olan ümmetine “ Elinizin altındakilere yediğiniz şeyden yedirin” diye vasiyette bulundu.
دیگران را بس به طبع آوردهای ** در صبوری چست و راغب کردهای
Başkalarını hoş bir hale getirdin, sabırla çevikleştirdin, sabra teşvik ettin.
هم به طبعآور بمردی خویش را ** پیشوا کن عقل صبراندیش را
Şimdi erlik göster de kendini de hoş bir hale getir. Sabır düşüncesine dalan aklını kendine kılavuz et.
چون قلاووزی صبرت پر شود ** جان به اوج عرش و کرسی بر شود
Sabır kılavuzu, sana kanat olursa canın arş ve kürsünün ta yücesine çıkar.
مصطفی بین که چو صبرش شد براق ** بر کشانیدش به بالای طباق
Mustafa’ya bak, sabrı Burak edindi de bu Burak, onu göklere çekti, çıkardı.
روان گشتن شاهزادگان بعد از تمام بحث و ماجرا به جانب ولایت چین سوی معشوق و مقصود تا به قدر امکان به مقصود نزدیکتر باشند اگر چه راه وصل مسدودست به قدر امکان نزدیکتر شدن محمودست الی آخره
Şehzadelerin bu bahisten, bu maceradan sonra sevgililerine ve maksatlarına mümkün olduğu kadar yaklaşmak için Çin iline gitmeleri. Buluşma yolu kapalı olsa bile mümkün olduğu kadar maksada yaklaşmak, iyi bir şeydir.
این بگفتند و روان گشتند زود ** هر چه بود ای یار من آن لحظه بود 3980
Bu sözleri söyleyip derhal yürüdüler. İşte dostum ne olduysa da o vakit odu.
صبر بگزیدند و صدیقین شدند ** بعد از آن سوی بلاد چین شدند
Sabrı seçtiler, doğrulardan oldular. Ondan sonra Çin şehirlerine doğru yürüdüler.
والدین و ملک را بگذاشتند ** راه معشوق نهان بر داشتند
Analarını, babalarını bıraktılar, ülkelerini terk ettiler. O gizli sevgilinin yolunu tuttular.
همچو ابراهیم ادهم از سریر ** عشقشان بیپا و سر کرد و فقیر
İbrahim Edhem gibi aşk, onları tahtlarından etti. Elsiz ayaksız ve yoksul bir hale düştüler.
یا چو ابراهیم مرسل سرخوشی ** خویش را افکند اندر آتشی
Yahut sanki bir sarhoş, İbrahim Peygamber gibi kendisine ateşe attı.
یا چو اسمعیل صبار مجید ** پیش عشق و خنجرش حلقی کشید 3985
Yahut da ulu Tanrı’nın sabırlı kulu İsmail kendilerini aşka kurban ettiler, onun hançerine boyun verdiler.
حکایت امرء القیس کی پادشاه عرب بود و به صورت عظیم به جمال بود یوسف وقت خود بود و زنان عرب چون زلیخا مردهی او و او شاعر طبع قفا نبک من ذکری حبیب و منزل چون همه زنان او را به جان میجستند ای عجب غزل او و نالهی او بهر چه بود مگر دانست کی اینها همه تمثال صورتیاند کی بر تختههای خاک نقش کردهاند عاقبت این امرء القیس را حالی پیدا شد کی نیمشب از ملک و فرزند گریخت و خود را در دلقی پنهان کرد و از آن اقلیم به اقلیم دیگر رفت در طلب آن کس کی از اقلیم منزه است یختص برحمته من یشاء الی آخره
(BASLIK YOK)
امرء القیس از ممالک خشکلب ** هم کشیدش عشق از خطهی عرب
Aşk İmriülkays’ı dudakları kurumuş susuz bir halde Arap ülkesinden çekti.
تا بیامد خشت میزد در تبوک ** با ملک گفتند شاهی از ملوک
Nihayet Tebük’e geldi, orada kerpiç ameleliği yaptı.
امرء القیس آمدست اینجا به کد ** در شکار عشق و خشتی میزند
Padişaha, Arap padişahlarından Imrülkays, bu diyara kazanç elde etmeye geldi. Aşka av oldu, kerpiç ameleliği yapıyor dediler.
آن ملک برخاست شب شد پیش او ** گفته او را ای ملیک خوبرو
Padişah kalktı, gece vakti onun huzuruna gitti. Dedi ki: Ey güzel yüzlü padişah!
یوسف وقتی دو ملکت شد کمال ** مر ترا رام از بلاد و از جمال 3990
Sen, zamanın Yusuf’usun. İki ülkede şehiler ve güzellik bakımından bütün yüceliğiyle sana ram oldu.
گشته مردان بندگان از تیغ تو ** وان زنان ملک مه بیمیغ تو
Erler, kılıcının yüzünden sana kul oldular; kadınlar bulutsuz bir aya benzeyen yüzüne köle kesildiler.
پیش ما باشی تو بخت ما بود ** جان ما از وصل تو صد جان شود
Bizim yanımızda konakla da devlet ve ikbale erişelim. Canımız, senin visalinle yüzlerce defa tazelensin.
هم من و هم ملک من مملوک تو ** ای به همت ملکها متروک تو
Ben de senin kulunum, ülkem ve saltanatım da. Ey bunca ülkeye, bunca saltanata tenezzül etmeyen!
فلسفه گفتش بسی و او خموش ** ناگهان وا کرد از سر رویپوش
Böyle bir hayli hikmetler söyledi. İmriülkays öylece susup duruyordu. Birdenbire sırrının yüzündeki örtüyü kaldırdı.
تا چه گفتش او به گوش از عشق و درد ** همچو خود در حال سرگردانش کرد 3995
Kulağına eğilip aşk ve derde ait ne söylediyse söyledi. Kendi gibi onu da baştan çıkardı.