بانگ زد بر ساقیش که ای گرمدار ** چه نشستی خیره ده در طبعش آر
Sakiye, yahu acele et dedi, neye öyle sersem, sersem oturuyorsun? Çabuk padişahı neşelendir.
خنده آمد شاه را گفت ای کیا ** آمدم با طبع آن دختر ترا
Padişah gülümsedi, ey ulu er dedi, hoşlandım, o kız senin olsun!
پادشاهم کار من عدلست و داد ** زان خورم که یار را جودم بداد
Ben padişahım, benim işim adalettir, lütuftur. Ne yersem cömertliğim, sevgiliyi de onu verir.
آنچ آن را من ننوشم همچو نوش ** کی دهم در خورد یار و خویش و توش 3970
Tatlı, tatlı içemediğim şeyi nasıl olur da sevgiliye verir, ona azık olarak sunarım?
زان خورانم من غلامان را که من ** میخورم بر خوان خاص خویشتن
Ben kendi hususi soframda ne yersem kullarıma da onu yediririm.
زان خورانم بندگان را از طعام ** که خورم من خود ز پخته یا ز خام
Pişmiş olsun, ham olsun… Ne yemek yersem kölelerime onu yedirir, onları o yemekle beslerim.
من چو پوشم از خز و اطلس لباس ** زان بپوشانم حشم را نه پلاس
Kürkten, atlastan ne giyersem kölelerime de onu giydiririm, onlara köhne elbiseler giydirmem.
شرم دارم از نبی ذو فنون ** البسوهم گفت مما تلبسون
Hüner sahibi Peygamberden utanırım. O “ Hizmetçinize siz ne giyiyorsanız onu giydirin” dedi.
مصطفی کرد این وصیت با بنون ** اطعموا الاذناب مما تاکلون 3975
Mustafa, evladı olan ümmetine “ Elinizin altındakilere yediğiniz şeyden yedirin” diye vasiyette bulundu.
دیگران را بس به طبع آوردهای ** در صبوری چست و راغب کردهای
Başkalarını hoş bir hale getirdin, sabırla çevikleştirdin, sabra teşvik ettin.
هم به طبعآور بمردی خویش را ** پیشوا کن عقل صبراندیش را
Şimdi erlik göster de kendini de hoş bir hale getir. Sabır düşüncesine dalan aklını kendine kılavuz et.
چون قلاووزی صبرت پر شود ** جان به اوج عرش و کرسی بر شود
Sabır kılavuzu, sana kanat olursa canın arş ve kürsünün ta yücesine çıkar.
مصطفی بین که چو صبرش شد براق ** بر کشانیدش به بالای طباق
Mustafa’ya bak, sabrı Burak edindi de bu Burak, onu göklere çekti, çıkardı.
روان گشتن شاهزادگان بعد از تمام بحث و ماجرا به جانب ولایت چین سوی معشوق و مقصود تا به قدر امکان به مقصود نزدیکتر باشند اگر چه راه وصل مسدودست به قدر امکان نزدیکتر شدن محمودست الی آخره
Şehzadelerin bu bahisten, bu maceradan sonra sevgililerine ve maksatlarına mümkün olduğu kadar yaklaşmak için Çin iline gitmeleri. Buluşma yolu kapalı olsa bile mümkün olduğu kadar maksada yaklaşmak, iyi bir şeydir.
این بگفتند و روان گشتند زود ** هر چه بود ای یار من آن لحظه بود 3980
Bu sözleri söyleyip derhal yürüdüler. İşte dostum ne olduysa da o vakit odu.
صبر بگزیدند و صدیقین شدند ** بعد از آن سوی بلاد چین شدند
Sabrı seçtiler, doğrulardan oldular. Ondan sonra Çin şehirlerine doğru yürüdüler.
والدین و ملک را بگذاشتند ** راه معشوق نهان بر داشتند
Analarını, babalarını bıraktılar, ülkelerini terk ettiler. O gizli sevgilinin yolunu tuttular.
همچو ابراهیم ادهم از سریر ** عشقشان بیپا و سر کرد و فقیر
İbrahim Edhem gibi aşk, onları tahtlarından etti. Elsiz ayaksız ve yoksul bir hale düştüler.
یا چو ابراهیم مرسل سرخوشی ** خویش را افکند اندر آتشی
Yahut sanki bir sarhoş, İbrahim Peygamber gibi kendisine ateşe attı.
یا چو اسمعیل صبار مجید ** پیش عشق و خنجرش حلقی کشید 3985
Yahut da ulu Tanrı’nın sabırlı kulu İsmail kendilerini aşka kurban ettiler, onun hançerine boyun verdiler.
حکایت امرء القیس کی پادشاه عرب بود و به صورت عظیم به جمال بود یوسف وقت خود بود و زنان عرب چون زلیخا مردهی او و او شاعر طبع قفا نبک من ذکری حبیب و منزل چون همه زنان او را به جان میجستند ای عجب غزل او و نالهی او بهر چه بود مگر دانست کی اینها همه تمثال صورتیاند کی بر تختههای خاک نقش کردهاند عاقبت این امرء القیس را حالی پیدا شد کی نیمشب از ملک و فرزند گریخت و خود را در دلقی پنهان کرد و از آن اقلیم به اقلیم دیگر رفت در طلب آن کس کی از اقلیم منزه است یختص برحمته من یشاء الی آخره
(BASLIK YOK)
امرء القیس از ممالک خشکلب ** هم کشیدش عشق از خطهی عرب
Aşk İmriülkays’ı dudakları kurumuş susuz bir halde Arap ülkesinden çekti.
تا بیامد خشت میزد در تبوک ** با ملک گفتند شاهی از ملوک
Nihayet Tebük’e geldi, orada kerpiç ameleliği yaptı.
امرء القیس آمدست اینجا به کد ** در شکار عشق و خشتی میزند
Padişaha, Arap padişahlarından Imrülkays, bu diyara kazanç elde etmeye geldi. Aşka av oldu, kerpiç ameleliği yapıyor dediler.
آن ملک برخاست شب شد پیش او ** گفته او را ای ملیک خوبرو
Padişah kalktı, gece vakti onun huzuruna gitti. Dedi ki: Ey güzel yüzlü padişah!
یوسف وقتی دو ملکت شد کمال ** مر ترا رام از بلاد و از جمال 3990
Sen, zamanın Yusuf’usun. İki ülkede şehiler ve güzellik bakımından bütün yüceliğiyle sana ram oldu.
گشته مردان بندگان از تیغ تو ** وان زنان ملک مه بیمیغ تو
Erler, kılıcının yüzünden sana kul oldular; kadınlar bulutsuz bir aya benzeyen yüzüne köle kesildiler.
پیش ما باشی تو بخت ما بود ** جان ما از وصل تو صد جان شود
Bizim yanımızda konakla da devlet ve ikbale erişelim. Canımız, senin visalinle yüzlerce defa tazelensin.
هم من و هم ملک من مملوک تو ** ای به همت ملکها متروک تو
Ben de senin kulunum, ülkem ve saltanatım da. Ey bunca ülkeye, bunca saltanata tenezzül etmeyen!
فلسفه گفتش بسی و او خموش ** ناگهان وا کرد از سر رویپوش
Böyle bir hayli hikmetler söyledi. İmriülkays öylece susup duruyordu. Birdenbire sırrının yüzündeki örtüyü kaldırdı.
تا چه گفتش او به گوش از عشق و درد ** همچو خود در حال سرگردانش کرد 3995
Kulağına eğilip aşk ve derde ait ne söylediyse söyledi. Kendi gibi onu da baştan çıkardı.
دست او بگرفت و با او یار شد ** او هم از تخت و کمر بیزار شد
Tebük padişahı da onun elini tuttu, onunla dost oldu. O da onun gibi tahttan, kemerden bezdi.
تا بلاد دور رفتند این دو شه ** عشق یک کرت نکردست این گنه
Bu iki padişah, uzak, uzak ülkelerin yolunu tuttular. Aşk, zaten bu suçu bir kere yapmamıştır ki.
بر بزرگان شهد و بر طفلانست شیر ** او بهر کشتی بود من الاخیر
Aşk, büyüklere baldır, çocuklara süt. O, her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fazla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.
غیر این دو بس ملوک بیشمار ** عشقشان از ملک بربود و تبار
Bu ikisinden başka daha nice sayısız padişahları aşk, saltanatlarından, ülkelerinden etmiştir.
جان این سه شهبچه هم گرد چین ** همچو مرغان گشته هر سو دانهچین 4000
Bu üç şehzadenin canı da Çin ülkesinin etrafında kuşlar gibi tane devşirmeye başladı.
زهره نی تا لب گشایند از ضمیر ** زانک رازی با خطر بود و خطیر
Ağızlarını açıp sırlarını söylemeye kudretleri yoktu. Çünkü içlerindeki sır, pek mühim ve pek tehlikeli bir sırdı.
صد هزاران سر بپولی آن زمان ** عشق خشم آلوده زه کرده کمان
O anda yüz binlerce baş bir pulaydı. Kızgın aşk, okunu yayına koymuş, yayını kurmuştu.
عشق خود بیخشم در وقت خوشی ** خوی دارد دم به دم خیرهکشی
Aşkın, hoşnutluk zamanında, kızgın değilken bile her an öyle zalim bir huyu vardır ki...
این بود آن لحظه کو خشنود شد ** من چه گویم چونک خشمآلود شد
Bu hoşnut olduğu zamanda böyle. Artık kızgın olunca neler yapmaz? Ben ne söyleyeyim?
لیک مرج جان فدای شیر او ** کش کشد این عشق و این شمشیر او 4005
Fakat can yaylası, bu aşkın öldürdüğü, bu aşk kılıcının kestiği aslana feda olsun!
کشتنی به از هزاران زندگی ** سلطنتها مردهی این بندگی
Bu çeşit öldürülme binlerce hayattan iyidir. Saltanatlar bile böyle kulluğa kurban olsun!
با کنایت رازها با همدگر ** پست گفتندی به صد خوف و حذر
Şehzadeler, yüzlerce korkuyla, yüzlerce çekinmeyle sırlarını kinaye yollu hafif, hafif birbirlerine söylüyorlardı.
راز را غیر خدا محرم نبود ** آه را جز آسمان همدم نبود
Sırlara Tanrı’dan başka mahrem yoktur. Ah’a ancak gökyüzü hemdemdir.
اصطلاحاتی میان همدگر ** داشتندی بهر ایراد خبر
Birbirlerine bir şey bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı.
زین لسان الطیر عام آموختند ** طمطراق و سروری اندوختند 4010
Alelade halk da bu kuşdilinin bir kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır.
صورت آواز مرغست آن کلام ** غافلست از حال مرغان مرد خام
Fakat onların sözü, kuşların seslerinin suretinden ibarettir. Ham kişi kuşların ahvalinden gafildir.
کو سلیمانی که داند لحن طیر ** دیو گرچه ملک گیرد هست غیر
Nerede bir Süleyman ki kuşdilini anlasın. Şeytan da saltanat sürer ama Süleyman değildir ki.
دیو بر شبه سلیمان کرد ایست ** علم مکرش هست و علمناش نیست
Şeytan, Süleyman’a benzer, tahta oturur, hile bilgisi vardır, fakat “ Biz ona kuşdilini öğrettik” sırrına mazhar değildir ki.
چون سلیمان از خدا بشاش بود ** منطق الطیری ز علمناش بود
Süleyman, Tanrı’dan muştuluklara nail olmuştu da bu yüzden “ Biz ona kuşdili öğrettik” sırrına erişmişti.
تو از آن مرغ هوایی فهم کن ** که ندیدستی طیور من لدن 4015
Sen “ Min ledün” kuşlarını görmemişsin. Artık o hava kuşlarına bak da onlardan anla.
جای سیمرغان بود آن سوی قاف ** هر خیالی را نباشد دستباف
Simurgların yeri, Kaf dağıdır. Her hayal oraya el atamaz.