-
امشب ار امکان بود آنجا بیا ** کار شب بی سمعه است و بیریا
- Mümkünse bu gece oraya gel. Geceleyin görülen işte ne düzen vardır, ne riya.
-
جمله جاسوسان ز خمر خواب مست ** زنگی شب جمله را گردن زدست
- Bütün gözetleyenler, uyku şarabiyle sarhoştur. Gece Zencisi, hepsinin boynunu vurmuştur.
-
خواند بر قاضی فسونهای عجب ** آن شکرلب وانگهانی از چه لب
- Hâsılı o şeker dudaklı, o canım dudaklariyle kadıya şaşırtıcı afsunlar okudu.
-
چند با آدم بلیس افسانه کرد ** چون حوا گفتش بخور آنگاه خورد 4470
- İblis, Âdem'e nice defa masallar okudu ama Havva, ye dedi de Adem, Tanrı tarafından yemeyin denen meyvayı o vakit yedi.
-
اولین خون در جهان ظلم و داد ** از کف قابیل بهر زن فتاد
- Âlemde zulümle dökülen ilk kan, kadın yüzünden ve Kaabil'in elinden çıktı.
-
نوح چون بر تابه بریان ساختی ** واهله بر تابه سنگ انداختی
- Nuh, tavada ne kadar kebap kızartmak istese Vahile, durmadan tavaya taş atardı.
-
مکر زن بر کار او چیره شدی ** آب صاف وعظ او تیره شدی
- Kadın hilesi onun işine üstün olur, onun saf öğüt suyunu bulandırır giderdi.
-
قوم را پیغام کردی از نهان ** که نگه دارید دین زین گمرهان
- Kavmine gizlice, amanın bu sapıklardan dininizi koruyun derdi.
-
رفتن قاضی به خانهی زن جوحی و حلقه زدن جوحی به خشم بر در و گریختن قاضی در صندوقی الی آخره
- Kadının, Cuha' nın karısının evine gitmesi, Cuha' nın kızgın bir halde kapının halkasını dövmesi, kadının sandığa gizlenmesi.
-
مکر زن پایان ندارد رفت شب ** قاضی زیرک سوی زن بهر دب 4475
- Kadının hilesine son yoktur. Gece oldu. Akıllı kadı, kadına kavuşmak için yavaş yavaş kalktı, yola düştü.
-
زن دو شمع و نقل مجلس راست کرد ** گفت ما مستیم بی این آبخورد
- Kadın iki mum yaktı. Yemek ve çerez hazırlamıştı. Kadı gelince biz aslen dedi, içmeden sarhoşuz.
-
اندر آن دم جوحی آمد در بزد ** جست قاضی مهربی تا در خزد
- Tam bu sırada Cuha gelip kapıyı döğmeye başladı. Kadı, yerinden sıçradı, bir kaçacak yer aramaya koyuldu.
-
غیر صندوقی ندید او خلوتی ** رفت در صندوق از خوف آن فتی
- Ortada bir sandıktan başka kaçacak yer yoktu. Hemen korkusundan sandığın içine girdi.
-
اندر آمد جوحی و گفت ای حریف ** اتی وبالم در ربیع و در خریف
- Derken Cuha eve girdi. Başladı söylenmeye: A kadın, a yazın da bana vebal olan, kışın da.
-
من چه دارم که فداات نیست آن ** که ز من فریاد داری هر زمان 4480
- Neyim var da sana feda etmiyorum? Neden benim elimden her an öyle feryadedip durmadasın?
-
بر لب خشکم گشادستی زبان ** گاه مفلس خوانیم گه قلتبان
- Bana kötü kötü sözler söylemede, gah müflis, gah kaltaban demedesin.
-
این دو علت گر بود ای جان مرا ** آن یکی از تست و دیگر از خدا
- Benim olsa olsa iki derdim var: Biri senden, biri Tanrı'dan!
-
من چه دارم غیر آن صندوق که آن ** هست مایهی تهمت و پایهی گمان
- Töhmet atılacak, şüphe uyandıracak bir şu sandıktan başka neyim var ki?
-
خلق پندارند زر دارم درون ** داد واگیرند از من زین ظنون
- Halk da içinde altınım var sanıyor, hakkımda böyle şüphelere düşüyor.
-
صورت صندوق بس زیباست لیک ** از عروض و سیم و ز خالیست نیک 4485
- Sandık, görünüşte pek güzel ama içinde ne kumaş var, ne altın, ne gümüş... Bomboş!
-
چون تن زراق خوب و با وقار ** اندر آن سله نیابی غیر مار
- Hani güzel ve vekarlı riyakârın bedeni gibi. O sepette ancak yılan vardır, başka bir şey bulamazsın.
-
من برم صندوق را فردا به کو ** پس بسوزم در میان چارسو
- Yarın şu sandığı alıp götüreyim de çarşı ortasında yakayım.
-
تا ببیند مومن و گبر و جهود ** که درین صندوق جز لعنت نبود
- Mümin de görsün, kâfir de, çıfıt da.. Bu sandıkta lanetten başka bir şey yok!
-
گفت زن هی در گذر ای مرد ازین ** خورد سوگندان که نکنم جز چنین
- Kadın, adam dedi, vazgeç bundan. Cuha, Vallahi vazgeçmem, yapacağım diye yeminler etti.
-
از پگه حمال آورد او چو باد ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد 4490
- Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi.
-
اندر آن صندوق قاضی از نکال ** بانگ میزد که ای حمال و ای حمال
- Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
-
کرد آن حمال راست و چپ نظر ** کز چه سو در میرسد بانک و خبر
- Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
-
هاتفست این داعی من ای عجب ** یا پریام میکند پنهان طلب
- Acaba beni çağıran hatif mi? Yoksa gizlice peri mi çağırıyor beni?
-
چون پیاپی گشت آن آواز و بیش ** گفت هاتف نیست باز آمد به خویش
- O ses üst üste gelmeye başlayınca kendisine geldi, bu hatif değil dedi.
-
عاقبت دانست کان بانگ و فغان ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان 4495
- Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli.
-
عاشقی کو در غم معشوق رفت ** گر چه بیرونست در صندوق رفت
- Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
-
عمر در صندوق برد از اندهان ** جز که صندوقی نبیند از جهان
- Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
-
آن سری که نیست فوق آسمان ** از هوس او را در آن صندوق دان
- Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
-
چون ز صندوق بدن بیرون رود ** او ز گوری سوی گوری میشود
- Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
-
این سخن پایان ندارد قاضیش ** گفت ای حمال و ای صندوقکش 4500
- Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren!
-
از من آگه کن درون محکمه ** نایبم را زودتر با این همه
- Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
-
تا خرد این را به زر زین بیخرد ** همچنین بسته به خانهی ما برد
- Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
-
ای خدا بگمار قومی روحمند ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند
- Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
-
خلق را از بند صندوق فسون ** کی خرد جز انبیا و مرسلون
- Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
-
از هزاران یک کسی خوشمنظرست ** که بداند کو به صندوق اندرست 4505
- Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir.
-
او جهان را دیده باشد پیش از آن ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان
- O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
-
زین سبب که علم ضالهی مومنست ** عارف ضالهی خودست و موقنست
- Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
-
آنک هرگز روز نیکو خود ندید ** او درین ادبار کی خواهد طپید
- Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
-
یا به طفلی در اسیری اوفتاد ** یا خود از اول ز مادر بنده زاد
- Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
-
ذوق آزادی ندیده جان او ** هست صندوق صور میدان او 4510
- Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır.
-
دایما محبوس عقلش در صور ** از قفس اندر قفس دارد گذر
- Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
-
منفذش نه از قفس سوی علا ** در قفسها میرود از جا به جا
- Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
-
در نبی ان استطعتم فانفذوا ** این سخن با جن و انس آمد ز هو
- Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
-
گفت منفذ نیست از گردونتان ** جز به سلطان و به وحی آسمان
- Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
-
گر ز صندوقی به صندوقی رود ** او سمایی نیست صندوقی بود 4515
- Sandıktan sandığa giden adam, gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur.
-
فرجه صندوق نو نو مسکرست ** در نیابد کو به صندوق اندرست
- Sandığın yarığı, yeniden yeniye insana sarhoşluk verir. Fakat sandıkta olan, bunu anlayamaz.