English    Türkçe    فارسی   

6
4598-4647

  • جمله رنجوران دوا دارند امید  ** نالد این رنجور کم افزون کنید 
  • Bütün hastalar, iyileşmeyi umarlar. Halbuki aşk hastası, amanın; derdimi artırın diye sızıldanır.
  • خوش‌تر از این سم ندیدم شربتی  ** زین مرض خوش‌تر نباشد صحتی 
  • Bu zehirden daha güzel, daha hoş bir şerbet görmedim. Bu hastalıktan daha iyi bir sıhhat olamaz.
  • زین گنه بهتر نباشد طاعتی  ** سالها نسبت بدین دم ساعتی  4600
  • Bu suçtan daha iyi bir ibadet yoktur. Yıllar bile bu ane nispet edilirse bir andan ibarettir.
  • مدتی بد پیش این شه زین نسق  ** دل کباب و جان نهاده بر طبق 
  • Bir müddet padişahın huzurunda gönlü kebap olmuş, canını tabağa koymuş bir halde kaldı.
  • گفت شه از هر کسی یک سر برید  ** من ز شه هر لحظه قربانم جدید 
  • Padişah, herkesin başını bir kere keser. Bense padişaha her an yeniden yeniye kurbanım.
  • من فقیرم از زر از سر محتشم  ** صد هزاران سر خلف دارد سرم 
  • Ben altın cihetinden yoksulum, fakat baş bakımından zenginim. Başım, yüz binlerce başa bedeldir dedi.
  • با دو پا در عشق نتوان تاختن  ** با یکی سر عشق نتوان باختن 
  • Aşk âleminde iki ayakla koşulup gelinmez. Bir başla aşk oyununa girişilmez.
  • هر کسی را خود دو پا و یک‌سرست  ** با هزاران پا و سر تن نادرست  4605
  • Herkesin iki ayağı vardır, bir başı. Binlerce baş ve ayağa sahibolan nadirdir.
  • زین سبب هنگامه‌ها شد کل هدر  ** هست این هنگامه هر دم گرم‌تر 
  • Bu sebeple vakalar, hâdiseler, tamamiyle heder olur gider. Fakat bu aşk; her an biraz daha kızışır.
  • معدن گرمیست اندر لامکان  ** هفت دوزخ از شرارش یک دخان 
  • Aşk mekansızlık âleminde kızgınlık madenidir. cehennem, onun kıvılcımından bir dumandır.
  • در بیان آنک دوزخ گوید کی قنطره‌ی صراط بر سر اوست ای مومن از صراط زودتر بگذر زود بشتاب تا عظمت نور تو آتش ما را نکشد جز یا مومن فان نورک اطفاء ناری 
  • Sırat köprüsü, cehennemin üstüne gerilmiştir. Mümin geçerken cehennem der ki: "Çabuk geç ki nurunun parlaklığı, ateşimizi söndürecek!"
  • زآتش عاشق ازین رو ای صفی  ** می‌شود دوزخ ضعیف و منطقی 
  • Ey temiz adam, bu yüzden cehennem; âşıkın ateşinden zayıflar, söner.
  • گویدش بگذر سبک ای محتشم  ** ورنه ز آتش‌های تو مرد آتشم 
  • Cehennem der ki: Ey ulu er, çabuk geç. Yoksa ateşlerinden ateşim sönecek.
  • کفر که کبریت دوزخ اوست و بس  ** بین که می‌پخساند او را این نفس  4610
  • Cehennemin kükürdü, ancak küfürden hele bak; bu soluk, onu bile söndürmede!
  • زود کبریت بدین سودا سپار  ** تا نه دوزخ بر تو تازد نه شرار 
  • Sen de hemencecik kükürdünü bu sevdaya bırak da ne cehennem sana saldırsın, ne ateş!
  • گویدش جنت گذر کن هم‌چو باد  ** ورنه گردد هر چه من دارم کساد 
  • Cennet de ona, yel gibi geç, yoksa neyim varsa mahvolup gidecek.
  • که تو صاحب‌خرمنی من خوشه‌چین  ** من بتی‌ام تو ولایت‌های چین 
  • Sen harman sahibisin, ben başak toplayıcı. Ben bir putum, sen Çin illeri der.
  • هست لرزان زو جحیم و هم جنان  ** نه مر این را نه مر آن را زو امان 
  • Ondan cehennem de titrer, cennetler de. Ondan ne buna aman vardır, ne ona.
  • رفت عمرش چاره را فرصت نیافت  ** صبر بس سوزان بدت وجان بر نتافت  4615
  • Ömrü geçip gitti de bir fırsat bulamadı gitti. Sabır, pek yakıcıydı, candaysa tahammül yoktu.
  • مدتی دندان‌کنان این می‌کشید  ** نارسیده عمر او آخر رسید 
  • Bir müddettir dişlerini sıkarak bunu bekledi durdu. Fakat ömrü bitti, ona nail olamadı.
  • صورت معشوق زو شد در نهفت  ** رفت و شد با معنی معشوق جفت 
  • Derken sevgilinin sureti, ondan gizlendi, o da sevgilinin rnânasiyle eş oldu.
  • گفت لبسش گر ز شعر و ششترست  ** اعتناق بی‌حجابش خوشترست 
  • Elbise ister şüster kumaşı olsun, ister kıldan örme. Onu çırçıplak koçmak daha hoş.
  • من شدم عریان ز تن او از خیال  ** می‌خرامم در نهایات الوصال 
  • Ben, bedenden soyundum, o hayalden soyundu. Vuslat makamlarının en ilerisinde salınmaktayım dedi.
  • این مباحث تا بدین‌جا گفتنیست  ** هرچه آید زین سپس بنهفتنیست  4620
  • Bu bahisler buraya kadar söylenebilir. Bundan sonra ne zuhura gelirse gizlenmesi gerektir.
  • ور بگویی ور بکوشی صد هزار  ** هست بیگار و نگردد آشکار 
  • Söylersen de faydasız. Yüz binlerce cehtetsen de anlatmaya çalışsan yine açığa çıkmaz.
  • تا به دریا سیر اسپ و زین بود  ** بعد ازینت مرکب چوبین بود 
  • At ve üzengi, deniz kıyısına kadar gider. Ondan sonra sana tahtadan bir at gerek.
  • مرکب چوبین به خشکی ابترست  ** خاص آن دریاییان را رهبرست 
  • Tahtadan at, karada yürümez. Fakat denizdekilere kılavuzdur.
  • این خموشی مرکب چوبین بود  ** بحریان را خامشی تلقین بود 
  • Bu sükût da tahtadan attır. Sükût; denizdekilere telkindir.
  • هر خموشی که ملولت می‌کند  ** نعره‌های عشق آن سو می‌زند  4625
  • Seni usandıran her sükût o âlemin aşk naralarını atmadadır.
  • تو همی‌گویی عجب خامش چراست  ** او همی‌گوید عجب گوشش کجاست 
  • Sen acaba neden susmada dersin ama o, acaba kulağı nerde ki duymuyor?
  • من ز نعره کر شدم او بی‌خبر  ** تیزگوشان زین سمر هستند کر 
  • Ben nâra ata ata sağır oldum, onun haberi bile yok der. Zaten iyi işitenler, kulakları delik olanlar bile bunu duyamazlar, sağırdırlar.
  • آن یکی در خواب نعره می‌زند  ** صد هزاران بحث و تلقین می‌کند 
  • Birisi rüyada nâra atar. Yüz binlerce bahislerde bulunur, sözler söyler.
  • این نشسته پهلوی او بی‌خبر  ** خفته خود آنست و کر زان شور و شر 
  • Yanı başında oturanın haberi bile olmaz. Hakikatte o gürültüden haberi olmayan uyanık yok mu? Asıl uykuda olan odur.
  • وان کسی کش مرکب چوبین شکست  ** غرقه شد در آب او خود ماهیست  4630
  • Tahtadan atı da kırılana gelince: O, tamamiyle denize garkolur, balık kesilir.
  • نه خموشست و نه گویا نادریست  ** حال او را در عبارت نام نیست 
  • Artık o, ne sükût eder, ne söyler. Onun, misli, âdeta yoktur. Hali sözle anlatılamaz.
  • نیست زین دو هر دو هست آن بوالعجب  ** شرح این گفتن برونست از ادب 
  • O, bu iki kısımdan da değildir. Şaşılacak bir şeydir o. Bunu anlatmak edepten dışarıdır
  • این مثال آمد رکیک و بی‌ورود  ** لیک در محسوس ازین بهتر نبود 
  • Bu örnek de sudan oldu, hiç uymadı. Fakat duygu âleminde bundan güzel bir örnek de bulunamaz.
  • متوفی شدن بزرگین از شه‌زادگان و آمدن برادر میانین به جنازه‌ی برادر کی آن کوچکین صاحب‌فراش بود از رنجوری و نواختن پادشاه میانین را تا او هم لنگ احسان شد ماند پیش پادشاه صد هزار از غنایم غیبی و غنی بدو رسید از دولت و نظر آن شاه مع تقریر بعضه 
  • Şehzadelerin büyüğünün ölümü, küçükleri hasta olduğundan ortanca kardeşin, ağabeylerinin cenazesine gelmesi. Padişahın ona da iltifatta bulunması, onun da padişahın ihsanına kapılması ve tapıda kalması, Padişahın devleti ve bakışı sayesinde yüz binlerce görünür ve görünmez nimetler elde etmesi vesaire.
  • کوچکین رنجور بود و آن وسط  ** بر جنازه‌ی آن بزرگ آمد فقط 
  • Küçükleri hastaydı. Yalnız ortanca kardeşleri, ağabeylerinin cenazesine geldi.
  • شاه دیدش گفت قاصد کین کیست  ** که از آن بحرست و این هم ماهیست  4635
  • Padişah, onu gördü, tanıdı. Fakat mahsustan bu kimdir? Bu da o denizden olacak; bu da bir balık dedi.
  • پس معرف گفت پور آن پدر  ** این برادر زان برادر خردتر 
  • Muarrif, dedi ki: Bu da o babanın oğlu. Bu, onun küçük kardeşi.
  • شه نوازیدش که هستی یادگار  ** کرد او را هم بدان پرسش شکار 
  • Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
  • از نواز شاه آن زار حنیذ  ** در تن خود غیر جان جانی بدیذ 
  • O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
  • در دل خود دید عالی غلغله  ** که نیابد صوفی آن در صد چله 
  • Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
  • عرصه و دیوار و کوه سنگ‌بافت  ** پیش او چون نار خندان می‌شکافت  4640
  • Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu.
  • ذره ذره پیش او هم‌چون قباب  ** دم به دم می‌کرد صدگون فتح باب 
  • Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
  • باب گه روزن شدی گاه شعاع  ** خاک گه گندم شدی و گاه صاع 
  • Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
  • در نظرها چرخ بس کهنه و قدید  ** پیش چشمش هر دمی خلق جدید 
  • Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
  • روح زیبا چونک وا رست از جسد  ** از قضا بی شک چنین چشمش رسد 
  • Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
  • صد هزاران غیب پیشش شد پدید  ** آنچ چشم محرمان بیند بدید  4645
  • Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü.
  • آنچ او اندر کتب بر خوانده بود  ** چشم را در صورت آن بر گشود 
  • Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
  • از غبار مرکب آن شاه نر  ** یافت او کحل عزیزی در بصر 
  • O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.