English    Türkçe    فارسی   

6
4628-4677

  • آن یکی در خواب نعره می‌زند  ** صد هزاران بحث و تلقین می‌کند 
  • Birisi rüyada nâra atar. Yüz binlerce bahislerde bulunur, sözler söyler.
  • این نشسته پهلوی او بی‌خبر  ** خفته خود آنست و کر زان شور و شر 
  • Yanı başında oturanın haberi bile olmaz. Hakikatte o gürültüden haberi olmayan uyanık yok mu? Asıl uykuda olan odur.
  • وان کسی کش مرکب چوبین شکست  ** غرقه شد در آب او خود ماهیست  4630
  • Tahtadan atı da kırılana gelince: O, tamamiyle denize garkolur, balık kesilir.
  • نه خموشست و نه گویا نادریست  ** حال او را در عبارت نام نیست 
  • Artık o, ne sükût eder, ne söyler. Onun, misli, âdeta yoktur. Hali sözle anlatılamaz.
  • نیست زین دو هر دو هست آن بوالعجب  ** شرح این گفتن برونست از ادب 
  • O, bu iki kısımdan da değildir. Şaşılacak bir şeydir o. Bunu anlatmak edepten dışarıdır
  • این مثال آمد رکیک و بی‌ورود  ** لیک در محسوس ازین بهتر نبود 
  • Bu örnek de sudan oldu, hiç uymadı. Fakat duygu âleminde bundan güzel bir örnek de bulunamaz.
  • متوفی شدن بزرگین از شه‌زادگان و آمدن برادر میانین به جنازه‌ی برادر کی آن کوچکین صاحب‌فراش بود از رنجوری و نواختن پادشاه میانین را تا او هم لنگ احسان شد ماند پیش پادشاه صد هزار از غنایم غیبی و غنی بدو رسید از دولت و نظر آن شاه مع تقریر بعضه 
  • Şehzadelerin büyüğünün ölümü, küçükleri hasta olduğundan ortanca kardeşin, ağabeylerinin cenazesine gelmesi. Padişahın ona da iltifatta bulunması, onun da padişahın ihsanına kapılması ve tapıda kalması, Padişahın devleti ve bakışı sayesinde yüz binlerce görünür ve görünmez nimetler elde etmesi vesaire.
  • کوچکین رنجور بود و آن وسط  ** بر جنازه‌ی آن بزرگ آمد فقط 
  • Küçükleri hastaydı. Yalnız ortanca kardeşleri, ağabeylerinin cenazesine geldi.
  • شاه دیدش گفت قاصد کین کیست  ** که از آن بحرست و این هم ماهیست  4635
  • Padişah, onu gördü, tanıdı. Fakat mahsustan bu kimdir? Bu da o denizden olacak; bu da bir balık dedi.
  • پس معرف گفت پور آن پدر  ** این برادر زان برادر خردتر 
  • Muarrif, dedi ki: Bu da o babanın oğlu. Bu, onun küçük kardeşi.
  • شه نوازیدش که هستی یادگار  ** کرد او را هم بدان پرسش شکار 
  • Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
  • از نواز شاه آن زار حنیذ  ** در تن خود غیر جان جانی بدیذ 
  • O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
  • در دل خود دید عالی غلغله  ** که نیابد صوفی آن در صد چله 
  • Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
  • عرصه و دیوار و کوه سنگ‌بافت  ** پیش او چون نار خندان می‌شکافت  4640
  • Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu.
  • ذره ذره پیش او هم‌چون قباب  ** دم به دم می‌کرد صدگون فتح باب 
  • Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
  • باب گه روزن شدی گاه شعاع  ** خاک گه گندم شدی و گاه صاع 
  • Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
  • در نظرها چرخ بس کهنه و قدید  ** پیش چشمش هر دمی خلق جدید 
  • Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
  • روح زیبا چونک وا رست از جسد  ** از قضا بی شک چنین چشمش رسد 
  • Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
  • صد هزاران غیب پیشش شد پدید  ** آنچ چشم محرمان بیند بدید  4645
  • Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü.
  • آنچ او اندر کتب بر خوانده بود  ** چشم را در صورت آن بر گشود 
  • Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
  • از غبار مرکب آن شاه نر  ** یافت او کحل عزیزی در بصر 
  • O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.
  • برچنین گلزار دامن می‌کشید  ** جزو جزوش نعره زن هل من مزید 
  • Böyle bir gül bahçesinde eteğini sürmede, her cüzü, daha yok mu diye naralar atmadaydı.
  • گلشنی کز بقل روید یک دمست  ** گلشنی کز عقل روید خرمست 
  • Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe bir an içindir. Fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi, daimî olarak yeşildir, güzeldir, hoştur.
  • گلشنی کز گل دمد گردد تباه  ** گلشنی کز دل دمد وافر حتاه  4650
  • Topraktan biten güller, mahvolur gider. Gönülde biten güller daimîdir ve ne hoştur!
  • علم‌های با مزه‌ی دانسته‌مان  ** زان گلستان یک دو سه گل‌دسته دان 
  • Bizim öğrendiğimiz o tatlı bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir, iki, üç demetten ibarettir.
  • زان زبون این دو سه گل دسته‌ایم  ** که در گلزار بر خود بسته‌ایم 
  • Gül bahçesinin kapısını kendimize kapatmışızdır da onun için bu iki üç demete zebun olmuşuzdur.
  • آن‌چنان مفتاح‌ها هر دم بنان  ** می‌فتد ای جان دریغا از بنان 
  • Yazıklar olsun, öyle bir bahçenin anahtarları, ekmek yüzünden elimizden düşüp gidiyor.
  • ور دمی هم فارغ آرندت ز نان ** گرد چادر گردی و عشق زنان
  • Bir an olsa da seni ekmek derdinden kurtarsalar, o vakit de çarşafların etrafında dönüp dolaşmaya başlar, kadın sevdasına düşersin.
  • باز استسقات چون شد موج‌زن  ** ملک شهری بایدت پر نان و زن  4655
  • Derken birden iştahın açılır, dilek denizin dalgalanmaya başlar. O vakit de ekmekle ve kadınla dolu bir şehir gerek sana.
  • مار بودی اژدها گشتی مگر  ** یک سرت بود این زمانی هفت‌سر 
  • Yılandın, galiba ejderha oldun. Bir başın vardı, şimdi yedi başın var!
  • اژدهای هفت‌سر دوزخ بود  ** حرص تو دانه‌ست و دوزخ فخ بود 
  • Yedi başlı ejderha cehennemdir. Hırsın tanedir, cehennemse tuzak.
  • دام را بدران بسوزان دانه را  ** باز کن درهای نو این خانه را 
  • Tuzağı yırt, taneyi yak. Bu evin kapılarını aç.
  • چون تو عاشق نیستی ای نرگدا  ** هم‌چو کوهی بی‌خبر داری صدا 
  • Mademki ey erkek, yoksun, âşık değilsin; dağ gibi habersizce ses verip durursun.
  • کوه را گفتار کی باشد ز خود  ** عکس غیرست آن صدا ای معتمد  4660
  • Dal, kendiliğinden ses verir mi hiç? Ey inanılır adam, o ses, başkasının sesinin aksidir.
  • گفت تو زان سان که عکس دیگریست  ** جمله احوالت به جز هم عکس نیست 
  • Senin sözün de onun gibi işte; başkalarının sesinin aksi. Bütün işin gücün hep böyle aksine ve aykırı.
  • خشم و ذوقت هر دو عکس دیگران  ** شادی قواده و خشم عوان 
  • Kızgınlığın da başkalarının aksine, zevkin de. Başbuğun zevkiyle çobanın kızgınlığına benziyor.
  • آن عوان را آن ضعیف آخر چه کرد  ** که دهد او را به کینه زجر و درد 
  • O arık koyun, çobana neler etti? Sonunda onu kinlendirdi. eziyete soktu.
  • تا بکی عکس خیال لامعه  ** جهد کن تا گرددت این واقعه 
  • Bir sevinç hayaliyle ne vaktedek oyalanıp duracaksın? Çalış da bu sevinç, tahakkuk etsin.
  • تا که گفتارت ز حال تو بود  ** سیر تو با پر و بال تو بود  4665
  • Sözün, senin halin olursa kendi kanadlarınla uçar, gezersin.
  • صید گیرد تیر هم با پر غیر  ** لاجرم بی‌بهره است از لحم طیر 
  • Ok da başkasının kanadiyle av tutar. O yüzden de kuş etinden nahibi yoktur.
  • باز صید آرد به خود از کوهسار  ** لاجرم شاهش خوراند کبک و سار 
  • Doğan kuşu, dağlıklardan av getirir. Fakat getirdiği ceylanı, çil kuşunu padişaha yedirir.
  • منطقی کز وحی نبود از هواست  ** هم‌چو خاکی در هوا و در هباست 
  • Vahiyden olmayan söz, heva ve hevestendir. Topraktan yaratılanlar gibi havaya, zerre zerre dağılır, biter.
  • گر نماید خواجه را این دم غلط  ** ز اول والنجم بر خوان چند خط 
  • Eğer bu söz, sana yanlış görünürse "Vennecmi" suresinin evvelinden birkaç satır okuyuver.
  • تا که ما ینطق محمد عن هوی  ** ان هو الا بوحی احتوی  4670
  • Oku da Muhammed'in, heva ve hevesinden konuşmadığını, onun her sözünün, ancak vahiy olduğunu anla.
  • احمدا چون نیستت از وحی یاس  ** جسمیان را ده تحری و قیاس 
  • Ey Ahmed, mademki vahiyden meyus değilsin, bu araştırmayı, bu kıyası bedene mensup olanlara bırak.
  • کز ضرورت هست مرداری حلال  ** که تحری نیست در کعبه‌ی وصال 
  • Murdar, zaruret vakti helâl olur. Vuslat kâbesi ortadayken kıble aranmaz.
  • بی‌تحری و اجتهادات هدی  ** هر که بدعت پیشه گیرد از هوی 
  • Fakat araştırmadan, doğru bir ictihatta bulunmadan heva ve hevesine uyarak bid'ate kapılanı,
  • هم‌چو عادش بر برد باد و کشد  ** نه سلیمانست تا تختش کشد 
  • Yel, Ad gibi kapar, öldürür. O, Süleyman değildir ki onun tahtını götürsün!
  • عاد را با دست حمال خذول  ** هم‌چو بره در کف مردی اکول  4675
  • Yel, Ad için alçaltıcı bir hamaldır, obur bir adamın elindeki kuzu gibi hani.
  • هم‌چو فرزندش نهاده بر کنار  ** می‌برد تا بکشدش قصاب‌وار 
  • Obur, kuzuyu oğlu gibi kucağına alır, fakat kasap gibi onu kesmeğe götürmektedir.
  • عاد را آن باد ز استکبار بود  ** یار خود پنداشتند اغیار بود 
  • Yel, Ad kavmine ululanır, onları kahreder. Onlar, yedi dost sanırlar ama düşmandır.