-
عاد را با دست حمال خذول ** همچو بره در کف مردی اکول 4675
- Yel, Ad için alçaltıcı bir hamaldır, obur bir adamın elindeki kuzu gibi hani.
-
همچو فرزندش نهاده بر کنار ** میبرد تا بکشدش قصابوار
- Obur, kuzuyu oğlu gibi kucağına alır, fakat kasap gibi onu kesmeğe götürmektedir.
-
عاد را آن باد ز استکبار بود ** یار خود پنداشتند اغیار بود
- Yel, Ad kavmine ululanır, onları kahreder. Onlar, yedi dost sanırlar ama düşmandır.
-
چون بگردانید ناگه پوستین ** خردشان بشکست آن بس القرین
- Ansızın postunu tersine çevirdi mi o kötü arkadaş onları paramparça eder.
-
باد را بشکن که بس فتنهست باد ** پیش از آن کت بشکند او همچو عاد
- Yel, seni Ad gibi kırıp geçirmeden sen, onu yatıştır. Yel, pek yaman bir sınamadır çünkü.
-
هود دادی پند که ای پر کبر خیل ** بر کند از دستتان این باد ذیل 4680
- Hûd. onlara öğüt verdi. Dedi ki: Ey kibirli kavim, hu yel, yapıştığınız şeyi elinizden alır.
-
لشکر حق است باد و از نفاق ** چند روزی با شما کرد اعتناق
- Yel, Tanrı askeridir. Yalnız nifak yüzünden birkaç gün sizinle uzlaştı, hoş geçindi.
-
او به سر با خالق خود راستست ** چون اجل آید بر آرد باد دست
- O, iç yüzden yaratıcısiyle uzlaşmıştır, onun sözünden çıkmaz. Ecel gibi gelir, size el atar.
-
باد را اندر دهن بین رهگذر ** هر نفس آیان روان در کر و فر
- Bak, nasıl ağıza girmede. Her solukta azametli bir surette girip çıkmada.
-
حلق و دندانها ازو آمن بود ** حق چو فرماید به دندان در فتد
- Boğaz da ondan emin, dişler de. Fakat Tanrı, dişin içine gir demedi miydi?
-
کوه گردد ذرهای باد و ثقیل ** درد دندان داردش زار و علیل 4685
- Bir zerrecik yel, dağ kesilir, dağ kadar ağırlaşır. Diş ağırısı, insanı hasta ve perişan bir hale sokar, ağlatıp inletmeye başlar.
-
این همان بادست که امن میگذشت ** بود جان کشت و گشت او مرگ کشت
- Bu, emin bir surette geçip giden aynı yeldir. Ekinin caniydi, ölümü oldu işte.
-
دست آن کس که بکردت دستبوس ** وقت خشم آن دست میگردد دبوس
- Bir adamın elini öpersin. Fakat kızdı mı o öptüğün el, bir topuz kesilir.
-
یا رب و یا رب بر آرد او ز جان ** که ببر این باد را ای مستعان
- Hâsılı, yelin kötülüğünü gören yarabbi, yarabbi; ey yardımı dilenen Tanrı, sen bu yeli defet; sen bu diş ağrısını dindir demeye koyulur.
-
ای دهان غافل بدی زین باد رو ** از بن دندان در استغفار شو
- Ey ağız, bu geçip giden yelden haberin bile yoktu. Şimdi anladın ya, dişlerini sık da istiğfar et bakalım.
-
چشم سختش اشکها باران کند ** منکران را درد اللهخوان کند 4690
- Dişi ağrıyanın keskin gözlerinden yağmur gibi gözyaşları akar. Dert inkâr edenlere aman Allah dedirtir.
-
چون دم مردان نپذرفتی ز مرد ** وحی حق را هین پذیرا شو ز درد
- Erden, erlerin sözünü kabul etmedin, bari şimdi derde düştün, Tanrı vahyini kabul et.
-
باد گوید پیکم از شاه بشر ** گه خبر خیر آورم گه شوم و شر
- Yel der ki: Ben Tanrı elçisiyim. Gah hayır haber getiririm, gah şer haber.
-
ز آنک مامورم امیر خود نیم ** من چو تو غافل ز شاه خود کیم
- Başıma buyruk değilim, Tanrı emrine tabiim. Ben senin gibi padişahımdan gaafil değilim ki.
-
گر سلیمانوار بودی حال تو ** چون سلیمان گشتمی حمال تو
- Süleyman'a benzersin, onun haliyle hallenirsen seni Süleyman gibi başımda taşırım.
-
عاریهستم گشتمی ملک کفت ** کردمی بر راز خود من واقفت 4695
- Ben sana iğreti olarak gelir, mal olurum; seni kendime, sırlarıma vâkıf ederim.
-
لیک چون تو یاغیی من مستعار ** میکنم خدمت ترا روزی سه چار
- Fakat isyan ettin, düşmanlığa kalkıştın mı sana ancak üç dört günceğiz hizmet ederim.
-
پس چو عادت سرنگونیها دهم ** ز اسپه تو یاغیانه بر جهم
- Sonra seni Ad gibi başaşağı eder, düşmancasına ordunun içine dalar çıkarım.
-
تا به غیب ایمان تو محکم شود ** آن زمان که ایمانت مایهی غم شود
- Bu suretle de iman, gam mayası olduğu zaman, gayba imanın kuvvetleşir.
-
آن زمان خود جملگان مؤمن شوند ** آن زمان خود سرکشان بر سر دوند
- O zaman zaten herkes inanır, mümin olur. Bütün baş çekenler, baş eğerler.
-
آن زمان زاری کنند و افتقار ** همچو دزد و راهزن در زیر دار 4700
- O zaman herkes ağlar, sızlar, yoksulluğunu söyler. Hırsızla yol kesicinin darağacının altında imana gelip sızıldanması gibi hani.
-
لیک گر در غیب گردی مستوی ** مالک دارین و شحنهی خود توی
- Fakat daha önce gayb âlemine iman edersen, o âleme sahibolursan iki cihanı da elde eder, kendi başına buyruk olursun.
-
شحنگی و پادشاهی مقیم ** نه دو روزه و مستعارست و سقیم
- İki günlük iğreti ve bozuk düzen bir surette değil, ebedî olarak şahlık ve padişahlık elde edersin.
-
رستی از بیگار و کار خود کنی ** هم تو شاه و هم تو طبل خود زنی
- Savaştan, gürültüden kurtulur, kendi işine sahibolursun. Padişah kesilir, kendi davulunu döversin.
-
چون گلو تنگ آورد بر ما جهان ** خاک خوردی کاشکی حلق و دهان
- Bize bu âlem, boğaz gibi dar gelmede. Keşke boğaz ve ağız, toprak yeseydi!
-
این دهان خود خاکخواری آمدست ** لیک خاکی را که آن رنگین شدست 4705
- Zaten bu ağız toprak yer. Fakat renklerle bezenmiş, çeşitli suretlere girmiş toprağı yer.
-
این کباب و این شراب و این شکر ** خاک رنگینست و نقشین ای پسر
- Oğul, bu kebap, bu şarap, bu şeker, bezenmiş, boyanmış topraktır.
-
چونک خوردی و شد آن لحم و پوست ** رنگ لحمش داد و این هم خاک کوست
- Onları yedin de onlar et ve deri oldu mu et rengine girerler, fakat onların aslı; topraktır.
-
هم ز خاکی بخیه بر گل میزند ** جمله را هم باز خاکی میکند
- Hem topraktan türlü türlü şeyler yapar, hem de yine hepsini ufalar, toprak haline sokar.
-
هندو و قفچاق و رومی و حبش ** جمله یک رنگاند اندر گور خوش
- Hintli; Kıpçak; Rum ülkesinin halkı ve Habeş... Hepsi de mezarlarında hoş bir halde aynı renktedir.
-
تا بدانی کان همه رنگ و نگار ** جمله روپوشست و مکر و مستعار 4710
- Buna dikkat et de o rengin, o güzelliğin tamamiyle bir yüz örtüsünden ibaret olduğunu, iğreti bir şey bulunduğunu bil.
-
رنگ باقی صبغة الله است و بس ** غیر آن بر بسته دان همچون جرس
- Bâkir renk ancak Tanrı rengidir. Ondan başka renkler, bil ki çan gibi iğreti ve bağlantıdır.
-
رنگ صدق و رنگ تقوی و یقین ** تا ابد باقی بود بر عابدین
- İbadet edenlerdeki doğruluk, takva ve yakîn rengi, ebediyen bakidir.
-
رنگ شک و رنگ کفران و نفاق ** تا ابد باقی بود بر جان عاق
- Şüphe, küfran ve nifak rengi de âsiler için ebedîdir.
-
چون سیهرویی فرعون دغا ** رنگ آن باقی و جسم او فنا
- Asi Firavun' un yüz karası gibi hani. Bedeni geçip gitmiştir ama rengi bakidir.
-
برق و فر روی خوب صادقین ** تن فنا شد وان به جا تو یومن دین 4715
- Doğruların güzel yüzlerindeki nur, bedenleri yok olsa da kıyamet gününe kadar kalır.
-
زشت آن زشتست و خوب آن خوب و بس ** دایم آن ضحاک و این اندر عبس
- İşte ancak güzel o güzeldir, çirkin o çirkin. Daima o günler durur, buysa somurtur kalır.
-
خاک را رنگ و فن و سنگی دهد ** طفلخویان را بر آن جنگی دهد
- Tanrı, toprağa bir renk, bir parlaklık verir, onu mücevher haline getirir. Çocuk tabiatlı olanları da onlara düşürür, savaşa sokar.
-
از خمیری اشتر وشیری پزند ** کودکان از حرص آن کف میگزند
- Hamurdan deve ve aslan şekillerinde çörekler pişirirler. Çocuklar, onları görünce hırslarından ellerini dişlerler.
-
شیر و اشتر نان شود اندر دهان ** در نگیرد این سخن با کودکان
- Fakat ağızda aslan da ekmek olur, deve de. Fakat çocuklara bu söz, tesir etmez ki.
-
کودک اندر جهل و پندار و شکیست ** شکر باری قوت او اندکیست 4720
- Çocuk, bilgisizlik, zan ve şüphe içindedir. Allaha şükürler olsun ki kuvveti azdır yoksa.
-
طفل را استیزه و صد آفتست ** شکر این که بیفن و بیقوتست
- Şükürler olsun ki hilesi ve gücü yoktur. Yoksa çocuğun yüzlerce savaşı ve âfeti vardır.
-
وای ازین پیران طفل ناادیب ** گشته از قوت بلای هر رقیب
- Eyvah bu, kuvvetleriyle her rakibe belâ kesilen edepsiz koca bebeklerden!
-
چون سلاح و جهل جمع آید به هم ** گشت فرعونی جهانسوز از ستم
- Silâhla bilgisizlik bir araya gelince Firavun, sitemle bütün dünyayı yakar yandırır.
-
شکر کن ای مرد درویش از قصور ** که ز فرعونی رهیدی وز کفور
- Ey yoksul, yoksullukla Firavunluktan, kâfirlikten kurtuldun, şükret.