-
ای طبیعی فوق طبع این ملک بین ** یا بیا و محو کن از مصحف این
- Ey tabiata inanan! Ya tabiattan üstün olan şu saltanatı gör, inananlara katıl, yahut da bu âyetleri Kur'an' dan mahvet.
-
مقریان را منع کن بندی بنه ** یا معلم را به مال و سهم ده
- Kur'an okuyanları menet, okumasınlar. Muallime yalvar, para pul ver, bunu okutmasın.
-
عاجزی و خیره کن عجز از کجاست ** عجز تو تابی از آن روز جزاست 4825
- Acizsin, bu aciz nerden diye şaşırmışsın değil mi? Senin aczin, kıyamet gününden meydana gelmededir.
-
عجزها داری تو در پیش ای لجوج ** وقت شد پنهانیان را نک خروج
- A inatçı, senin önünde âcizler var. Gizli olanların meydana çıkması zamanı geldi, işte sana kıyamet.
-
خرم آن کین عجز و حیرت قوت اوست ** در دو عالم خفته اندر ظل دوست
- Bu aciz ve hayret, kendisine gıda olan kişiye ne mutlu. O, iki âlemde de sevgilinin gölgesinde uyumuştur.
-
هم در آخر عجز خود را او بدید ** مرده شد دین عجایز را گزید
- O, nihayet kendi aczini görmüş, ölmüş, kocakarılar dinini seçmiştir.
-
چون زلیخا یوسفش بر وی بتافت ** از عجوزی در جوانی راه یافت
- Zeliha gibi, ona Yusuf' un nuru vurdu mu kocalıktan kurtuldu, gençliğe yol buldu, gençleşti.
-
زندگی در مردن و در محنتست ** آب حیوان در درون ظلمتست 4830
- Hayat, ölümde ve mihnettedir. Abıhayat, karanlıklar içindedir.
-
رجوع کردن به قصهی پروردن حق تعالی نمرود را بیواسطهی مادر و دایه در طفلی
- Ulu Tanrı' nın Nemrud'u anasız ve dadısız olarak yetiştirip büyütmesi
-
حاصل آن روضه چو باغ عارفان ** از سموم صرصر آمد در امان
- Hâsılı o bahçe, arifler bağı gibi sam yellerinden de amandaydı, kasırgadan da.
-
یک پلنگی طفلکان نو زاده بود ** گفتم او را شیر ده طاعت نمود
- Bir kaplan yavrulamıştı. Ona dedim ki: Süt ver bu çocuğa, itaat etti.
-
پس بدادش شیر و خدمتهاش کرد ** تا که بالغ گشت و زفت و شیرمرد
- Ona süt verdi, tapılar kıldı. Nihayet çocuk gelişti, irileşti, aslanlaştı.
-
چون فطامش شد بگفتم با پری ** تا در آموزید نطق و داوری
- Sütten kesilince bir periye, ona söz söylemeyi öğret dedim, öğretti.
-
پرورش دادم مر او را زان چمن ** کی بگفت اندر بگنجد فن من 4835
- Onu, o yeşillikte yetiştirdim, besledim. Benim hünerim, sanatım hiç söze sığar mı?
-
داده من ایوب را مهر پدر ** بهر مهمانی کرمان بیضرر
- Ben, zararsız kurtları Eyüb'e konuk ettim, kendisine de onlara karşı baba sevgisi verdim.
-
داده کرمان را برو مهر ولد ** بر پدر من اینت قدرت اینت ید
- Kurtlar da evlâdın babasını sevmesi gibi onu severlerdi. Onlara da bu sevgiyi verdim, tşte sana kudret, işte sana güç!
-
مادران را داب من آموختم ** چون بود لطفی که من افروختم
- Analara analık edebini ben öğrettim. Artık düşün, benim yakıp aydınlattığım lütuf nasıl olur?
-
صد عنایت کردم و صد رابطه ** تا ببیند لطف من بیواسطه
- Yüzlerce inayetlerde bulundum, yüzlerce alâkalar yarattım, bu suretle benim lûtfumu vasıtasız olarak görsün dedim.
-
تا نباشد از سبب در کشمکش ** تا بود هر استعانت از منش 4840
- Görsün de sebep yüzünden savaşlara, çekişmelere düşmesin; her yardımı, ancak benden beklesin.
-
ورنه تا خود هیچ عذری نبودش ** شکوتی نبود ز هر یار بدش
- Bana karşı hiçbir özrü olmasın, her kötü dosttan şikâyetlenmesin dedim.
-
این حضانه دید با صد رابطه ** که بپروردم ورا بیواسطه
- Bu yüzlerce alâkayla beslenmeyi, yetişmeyi gördü. Onu vasıtasız olarak nasıl besledim, anladı, bildi.
-
شکر او آن بود ای بندهی جلیل ** که شد او نمرود و سوزندهی خلیل
- Ey ulu Tanrı'nın kulu, buna karşılık şükrane olarak Nemrut oldu, Halil'i yakmaya kalkıştı.
-
همچنان کین شاهزاده شکر شاه ** کرد استکبار و استکثار جاه
- Nitekim bu şehzade de padişaha şükran olarak ululandı, mevkiinin daha yücelmesini istedi.
-
که چرا من تابع غیری شوم ** چونک صاحب ملک و اقبال نوم 4845
- Ben neden başkasına tâbi olayım? Benim de bir ülkem var, ben de yeni bir ikbale sahibim dedi.
-
لطفهای شه که ذکر آن گذشت ** از تجبر بر دلش پوشیده گشت
- Evvelce anlattığımız gibi, padişahtan görmüş olduğu lütuf lan, ululandığı için gönlünde örtüldü gitti.
-
همچنان نمرود آن الطاف را ** زیر پا بنهاد از جهل و عمی
- Nemrut da bunun gibi bilgisizlik ve körlük yüzünden o lûtufları ayağının altına aldı.
-
این زمان کافر شد و ره میزند ** کبر و دعوی خدایی میکند
- Şimdi kâfir odu, yol kesmekte. Ululanmada, Tanrılık dâvasına kalkışmada.
-
رفته سوی آسمان با جلال ** با سه کرکس تا کند با من قتال
- Üç gerges kuşuna uymuş, yüce göklere çıkmaya, benimle savaşıp vuruşmaya girişti.
-
صد هزاران طفل بیتلویم را ** کشته تا یابد وی ابراهیم را 4850
- İbrahim'i bulup öldürmek için yüz binlerce suçsuz çocuğu öldürttü.
-
که منجم گفته کاندر حکم سال ** زاد خواهد دشمنی بهر قتال
- Çünkü müneccim, yıl talihine bakmış, seninle savaşacak bir düşman doğacak.
-
هین بکن در دفع آن خصم احتیاط ** هر که میزایید میکشت از خباط
- Kendine gel, o düşmanı defetmek için ihtiyatlı davran demişti. O yalan yanlış, kim olursa olsun her doğanı öldürüyordu.
-
کوری او رست طفل وحی کش ** ماند خونهای دگر در گردنش
- Onun gördüğü, vahyi getirecek çocuğu yetiştirdi. Başkalarının kanları, boynunda kaldı.
-
از پدر یابید آن ملک ای عجب ** تا غرورش داد ظلمات نسب
- Acaba o saltanatı babadan mı bulmuştu da gururu, kendisini soy sop karanlıklarına daldırdı?
-
دیگران را گر ام و اب شد حجاب ** او ز ما یابید گوهرها به جیب 4855
- Başkalarına ana, baba perde kesilir. Fakat o, yeninde, yakasında bulunan mücevherleri bizden buldu.
-
گرگ درندهست نفس بد یقین ** چه بهانه مینهی بر هر قرین
- Şüphe yok ki kötü bir arkadaş olan nafis, yırtıcı bir kurttur. Sen ona bak, ne diye her arkadaşa bahane bulup duruyorsun?
-
در ضلالت هست صد کل را کله ** نفس زشت کفرناک پر سفه
- Sapıklık âleminde her kele bir külah vardır. Çirkin kâfir ve işi gücü pislikten ibaret nefis diyorum ya.
-
زین سبب میگویم این بندهی فقیر ** سلسله از گردن سگ برمگیر
- Ey yoksul, bunun için diyorum işte. Köpeğin boynundan tasmayı çözme.
-
گر معلم گشت این سگ هم سگست ** باش ذلت نفسه کو بدرگست
- Bu köpek, terbiye edilse bile yine köpektir. "Ne mutlu nefsini aşağılayana" hükmüne uy, o, kötü damarlıdır.
-
فرض میآری به جا گر طایفی ** بر سهیلی چون ادیم طایفی 4860
- Taif sahtiyanı gibi bir Süheyl yıldızının etrafında döner dolaşırsan farzı yerine getirmiş olursun,
-
تا سهیلت وا خرد از شر پوست ** تا شوی چون موزهای همپای دوست
- Nihayet Süheyl yıldızı, onu deri şerrinden kurtarır. Bu suretle de sevgilinin ayağına giydiği çediğe dönersin.
-
جمله قرآن شرح خبث نفسهاست ** بنگر اندر مصحف آن چشمت کجاست
- Bütün Kur'an, nefsin kötülüklerini anlatmadadır. Mushafa bak da, gör, fakat sende o göz nerde?
-
ذکر نفس عادیان کالت بیافت ** در قتال انبیا مو میشکافت
- Vesile bulup da peygamberle savaşmada kılı kırka yaran aşağılık kişileri anlatıp durmadadır.
-
قرن قرن از شوم نفس بیادب ** ناگهان اندر جهان میزد لهب
- Zaman zaman edepsiz nefsin kötülüğünden ansızın âleme alevler yayılmıştır.
-
رجوع کردن بدان قصه کی شاهزاده بدان طغیان زخم خورد از خاطر شاه پیش از استکمال فضایل دیگر از دنیا برفت
- Şehzade, padişahın gönlünden bir zahım yedi, faziletlere tamamiyle sahip otamadan dünyadan gitti.
-
قصه کوته کن که رای نفس کور ** برد او را بعد سالی سوی گور 4865
- Hikâyeyi kısa kes. O gayretli padişahın gayreti bir yıl sonra şehzadeyi mezara götürdü.
-
شاه چون از محو شد سوی وجود ** چشم مریخیش آن خون کرده بود
- Padişah, mahiv âleminden varlık âlemine gelinceye kadar Mirrih yıldızı gibi kan dökücü olan gözü, o kanı dökmüş gitmişti.
-
چون به ترکش بنگرید آن بینظیر ** دید کم از ترکشش یک چوبه تیر
- O eşsiz padişah tirkeşine bakınca gördü ki bir ok yok.
-
گفت کو آن تیر و از حق باز جست ** گفت که اندر حلق او کز تیر تست
- Tanrı etrafında fırlayan o ok nerde? dedi. Onun boğazındaki ok, senin attığın ok diye cevap geldi.
-
عفو کرد آن شاه دریادل ولی ** آمده بد تیر اه بر مقتلی
- O deryadil padişah affetti ama ne fayda. Ok, can alacak yerine raslamıştı.
-
کشته شد در نوحهی او میگریست ** اوست جمله هم کشنده و هم ولیست 4870
- Şehzade öldürüldü. Fakat ona padişah yas tutup ağlamaya koyuldu, öldüren de o, öldürülene veli olan da o.
-
ور نباشد هر دو او پس کل نیست ** هم کشندهی خلق و هم ماتمکنیست
- İkisi de o olmasa kül değildir. O, hem halkı öldürür, hem yasını tutar.
-
شکر میکرد آن شهید زردخد ** کان بزد بر جسم و بر معنی نزد
- O benzi sararmış şehit de, bedenimi okladı, mânamı değil ya diye şükretmedeydi.