English    Türkçe    فارسی   

6
799-848

  • سوی شادروان دولت تاختند  ** کنده و زنجیر را انداختند 
  • Devlet saymanına uçup gittiler; tomruğu,zinciri çözüp attılar.
  • روز ملکست و گش و شاهنشهی  ** گر تو یک ذره ازیشان آگهی  800
  • O gün devlet günüdür, güzellik ve saltanat günüdür. Bir zerrecik anlasan, bilsen bunun böyle olduğunu tasdik edersin?
  • ور نه‌ای آگه برو بر خود گری  ** زانک در انکار نقل و حشری 
  • Bilmiyor, anlamıyorsan yürü, kendine ağla. Çünkü göçmeyi mahşeri inkâr ediyorsun.
  • بر دل و دین خرابت نوحه کن  ** که نمی‌بیند جز این خاک کهن 
  • Kendi harap dinine, harap gönlüne ağla ki bu eski topraktan başka bir şey görmüyor.
  • ور همی‌بیند چرا نبود دلیر  ** پشتدار و جانسپار و چشم‌سیر 
  • Görüyorsa neden yiğitleşmiyor, Allah’ya dayanmıyor; neden gözü tok değil?
  • در رخت کو از می دین فرخی  ** گر بدیدی بحر کو کف سخی 
  • Nerede yüzünde din şarabının verdiği nur? Denizi gördüysen hani cömert elin, avucun?
  • آنک جو دید آب را نکند دریغ  ** خاصه آن کو دید آن دریا و میغ  805
  • Irmağı gören suyu esirgemez; hele o denizi, o bulutu görmüşse.
  • تمثیل مرد حریص نابیننده رزاقی حق را و خزاین و رحمت او را به موری کی در خرمنگاه بزرگ با دانه‌ی گندم می‌کوشد و می‌جوشد و می‌لرزد و به تعجیل می‌کشد و سعت آن خرمن را نمی‌بیند 
  • Allah rızk vericiliğini ve rahmet hazinelerini, görmeyen haris ,büyük bir harman yerinde, o geniş harmanı görmeyip de bir tek buğdaya yapışan ,uğraşa çabalaya,titreye,yorula aceleyle onu götürmeye çalışan bir karıncaya benzer.
  • مور بر دانه بدان لرزان شود  ** که ز خرمنهای خوش اعمی بود 
  • Karınca, güzelim harmanları görmez de bir tanecik buğdayın üstüne titrer.
  • می‌کشد آن دانه را با حرص و بیم  ** که نمی‌بیند چنان چاش کریم 
  • O taneyi hırsla, korkuyla çeker durur da onca yığını görmez.
  • صاحب خرمن همی‌گوید که هی  ** ای ز کوری پیش تو معدوم شی 
  • Harman sahibi de ey körlüğünden hiçbir şey görmeyen der;
  • تو ز خرمنهای ما آن دیده‌ای  ** که در آن دانه به جان پیچیده‌ای 
  • Harmanlarımızdan ancak o bir tek taneyi gördün de ona canla başla sarıldın.
  • ای به صورت ذره کیوان را ببین  ** مور لنگی رو سلیمان را ببین  810
  • Ey surette zerre olan, Zuhal yıldızını gör. Sen bir topal karıncasın, yürü, Süleyman’a bak.
  • تو نه‌ای این جسم تو آن دیده‌ای  ** وا رهی از جسم گر جان دیده‌ای 
  • Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin.
  • آدمی دیده‌ست باقی گوشت و پوست  ** هرچه چشمش دیده است آن چیز اوست 
  • İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şey değil. Gözü, neyi görürse değeri o kadardır insanın.
  • کوه را غرقه کند یک خم ز نم  ** منفذش چون باز باشد سوی یم 
  • Bir küp, boyuna deniz suyu ile doldurulsa koca bir dağı sele verir.
  • چون به دریا راه شد از جان خم  ** خم با جیحون برآرد اشتلم 
  • Küpün canından denize bir yol açılırsa küp, ırmaktan üstün olur.
  • زان سبب قل گفته‌ی دریا بود  ** هرچه نطق احمدی گویا بود  815
  • Onun için “Söyle” sözü, denizin sözüdür. Ahmed, neyi söylerse hakikatte o söz hakikat denizinindir.
  • گفته‌ی او جمله در بحر بود  ** که دلش را بود در دریا نفوذ 
  • Onun sözleri denizin incileridir. Çünkü gönlü denizle birdir onun.
  • داد دریا چون ز خم ما بود  ** چه عجب در ماهیی دریا بود 
  • Deniz daima küpümüze yardım edip durursa artık bir balıkta denizin bulunmasına şaşılır mı?
  • چشم حس افسرد بر نقش ممر  ** تش ممر می‌بینی و او مستقر 
  • Duygu gözü şu geçip gidici suretlere düşmüş, donup kalmıştır. Sen, o sureti geçip gidici görürsün ama hakikatte geçip gitmez o.
  • این دوی اوصاف دید احولست  ** ورنه اول آخر آخر اولست 
  • Bu ikilik şaşı gözün görüşüdür. Yoksa evvel, âhirdir, âhir de evvel.
  • هی ز چه معلوم گردد این ز بعث  ** بعث را جو کم کن اندر بعث بحث  820
  • Bu nereden bilinir? Öldükten sonra dirilmeden. Öldükten sonra dirilmeyi ara da bundan az bahset.
  • شرط روز بعث اول مردنست  ** زانک بعث از مرده زنده کردنست 
  • Dirilme gününün gelmesine şart önce ölmektir. Çünkü dirilme, ölümden sonradır.
  • جمله عالم زین غلط کردند راه  ** کز عدم ترسند و آن آمد پناه 
  • Herkes yokluktan korkar, işte bütün âlem, bu yüzden yol sapıtmıştır. Halbuki yokluk, asıl sığınılacak yerdir.
  • از کجا جوییم علم از ترک علم  ** از کجا جوییم سلم از ترک سلم 
  • Bilgiyi nerede arayalım? Bilgiyi terk etmede. Barışı nerede umalım? Barıştan vazgeçmeden.
  • از کجا جوییم هست از ترک هست  ** از کجا جوییم سیب از ترک دست 
  • Varlığı nerede arayalım? Varlığı terk etmede. Elmayı nereden umalım? Elden vazgeçmeden!
  • هم تو تانی کرد یا نعم المعین  ** دیده‌ی معدوم‌بین را هست بین  825
  • Ey güzel yardımcı, yok gören gözü varlığı görür bir hale getirmeye de kaadirsin sen.
  • دیده‌ای کو از عدم آمد پدید  ** ذات هستی را همه معدوم دید 
  • Yokluktan meydana gelen göz, varlığı tamamı ile yok gördü.
  • این جهان منتظم محشر شود  ** گر دو دیده مبدل و انور شود 
  • Fakat şu iki göz, değişti de nurlandı mı bu düzgün cihan mahşer olur.
  • زان نماید این حقایق ناتمام  ** که برین خامان بود فهمش حرام 
  • Bu hamlara anlamak haram oldu da onun için bu hakikatler noksan göründü.
  • نعمت جنات خوش بر دوزخمی  ** شد محرم گرچه حق آمد سخی 
  • Allah cömerttir ama güzelim cennetin nimetleri cehennemliğe haramdır.
  • در دهانش تلخ آید شهد خلد  ** چون نبود از وافیان در عهد خلد  830
  • O, ebedî ahde vefa edenlerden değildir, onun için de cennet balı, ağzına acı gelir.
  • مر شما را نیز در سوداگری  ** دست کی جنبد چو نبود مشتری 
  • Müşteri olmadıkça alış veriş etmeye eliniz oynar mı?
  • کی نظاره اهل بخریدن بود  ** آن نظاره گول گردیدن بود 
  • Birisi gelir, mallara bakar, fakat bakmakla alıcı olmaz ki. O ahmak bakış ancak alay içindir.
  • پرس پرسان کین به چند و آن به چند  ** از پی تعبیر وقت و ریش‌خند 
  • Bu kaça? Şu kaça? Diye sorar, dolaşır. Fakat vakit geçirmek, içinden de gülüp eğlenmek için.
  • از ملولی کاله می‌خواهد ز تو  ** نیست آن کس مشتری و کاله‌جو 
  • Usancından gelir, senden kumaş ister. Fakat ne müşteridir ne de kumaş arar.
  • کاله را صد بار دید و باز داد  ** جامه کی پیمود او پیمود باد  835
  • Kumaşı yüz kere görür, yüz kere geri verir. O nerede kumaş ölçecek? Yel ölçer poyraz biçer!
  • کو قدوم و کر و فر مشتری  ** کو مزاح گنگلی سرسری 
  • Nerede müşterinin gelişi, alışverişi, nerede bir serserinin alayı, gönül eğleyişi?
  • چونک در ملکش نباشد حبه‌ای  ** جز پی گنگل چه جوید جبه‌ای 
  • Cebinde bir habbe bile yoktur. Ancak gevezelik eder, yoksa nereden cüppe alacak?
  • در تجارت نیستش سرمایه‌ای  ** پس چه شخص زشت او چه سایه‌ای 
  • Alışveriş için sermaye yoktur; artık onun çirkin suratı nedir, alayı, gevezeliği ne oluyor?
  • مایه در بازار این دنیا زرست  ** مایه آنجا عشق و دو چشم ترست 
  • Bu dünya pazarında sermaye altındır, orada da aşk ve iki ıslak göz.
  • هر که او بی‌مایه‌ی بازار رفت  ** عمر رفت و بازگشت او خام تفت  840
  • Kim eli boş pazara giderse ömrü geçer, tamamı ile ham ve eli boş olarak geri döner.
  • هی کجا بودی برادر هیچ جا  ** هی چه پختی بهر خوردن هیچ با 
  • Kardeş neredeydin? Hiçbir yerde. Ne pişirdin? Hiçbir şey!
  • مشتری شو تا بجنبد دست من  ** لعل زاید معدن آبست من 
  • Müşteri ol da elim oynasın, gebe olan madenimden lâl doğsun.
  • مشتری گرچه که سست و باردست  ** دعوت دین کن که دعوت واردست 
  • Fakat müşteri, gevşek ve soğuk bile olsa yine sen onu çağır. Çünkü böyle emredilmiştir.
  • باز پران کن حمام روح گیر  ** در ره دعوت طریق نوح گیر 
  • Doğan kuşunu uçur, ruh güvercinini tut. Dâvet yolunda Nuh’un yolunda yürü.
  • خدمتی می‌کن برای کردگار  ** با قبول و رد خلقانت چه کار  845
  • Allah için hizmette bulun. Halkın kabul etmesiyle, ret etmesiyle ne işin var senin.
  • داستان آن شخص کی بر در سرایی نیم‌شب سحوری می‌زد همسایه او را گفت کی آخر نیم‌شبست سحر نیست و دیگر آنک درین سرا کسی نیست بهر کی می‌زنی و جواب گفتن مطرب او را 
  • Birisinin , gece yarısı bir evin kapısı önünde sahur davulu çalması, komşunun “ Daha gece yarısı, sahur vakti değil. Bir de bu evde kimse yok, kimin için davul çalıyorsun” demesi, davulcunun cevabı
  • آن یکی می‌زد سحوری بر دری  ** درگهی بود و رواق مهتری 
  • Birisi, büyük bir zatın evinin kapısında sahur davulu çalmakta idi.
  • نیم‌شب می‌زد سحوری را به جد  ** گفت او را قایلی کای مستمد 
  • Gece yarısı aşk ile şevk ile davul çalıyordu. Ona kabiliyetli birisi dedi ki:
  • اولا وقت سحر زن این سحور  ** نیم‌شب نبود گه این شر و شور 
  • Evvelâ bu davulu, seher vakti çal, gece yarısı bu kepazelik olmaz.