- 
		    باز احد بشنید و ضرب زخم خار  ** برفروزید از دلش سوز و شرار 
- Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
- 
		    باز پندش داد باز او توبه کرد  ** عشق آمد توبهی او را بخورد 
- Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
- 
		    توبه کردن زین نمط بسیار شد  ** عاقبت از توبه او بیزار شد 
- Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
- 
		    فاش کرد اسپرد تن را در بلا  ** کای محمد ای عدو توبهها 
- İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
- 
		   ای تن من وی رگ من پر ز تو  ** توبه را گنجا کجا باشد درو    900
- Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar?
- 
		    توبه را زین پس ز دل بیرون کنم  ** از حیات خلد توبه چون کنم 
- Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
- 
		    عشق قهارست و من مقهور عشق  ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق 
- Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
- 
		    برگ کاهم پیش تو ای تند باد  ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد 
- Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
- 
		    گر هلالم گر بلالم میدوم  ** مقتدی آفتابت میشوم 
- Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
- 
		   ماه را با زفتی و زاری چه کار  ** در پی خورشید پوید سایهوار    905
- Ayın bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilâl haline gelişle ne işi var? O, güneşin ardına düşmüş gölge gibi koşar durur.
- 
		    با قضا هر کو قراری میدهد  ** ریشخند سبلت خود میکند 
- Kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya kalkışan kendi sakalına güler.
- 
		    کاهبرگی پیش باد آنگه قرار  ** رستخیزی وانگهانی عزمکار 
- Hem bir saman çöpü olup rüzgârın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak. Hem kıyamet, hem de sonra işe güce girişmeye kalkmak!
- 
		    گربه در انبانم اندر دست عشق  ** یکدمی بالا و یکدم پست عشق 
- Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede.
- 
		    او همیگرداندم بر گرد سر  ** نه به زیر آرام دارم نه زبر 
- O, beni başının üstünde döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda.
- 
		   عاشقان در سیل تند افتادهاند  ** بر قضای عشق دل بنهادهاند    910
- Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır.
- 
		    همچو سنگ آسیا اندر مدار  ** روز و شب گردان و نالان بیقرار 
- Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar.
- 
		    گردشش بر جوی جویان شاهدست  ** تا نگوید کس که آن جو راکدست 
- Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur.
- 
		    گر نمیبینی تو جو را در کمین  ** گردش دولاب گردونی ببین 
- Arktaki suyu görmüyorsan gel de değirmen taşının dönüşünü gör der.
- 
		    چون قراری نیست گردون را ازو  ** ای دل اختروار آرامی مجو 
- Feleğin, o dönüp durmadan usandığı, bir karara bağlandığı yok. Sen de ey gönül, yıldız gibi ol, durup dinlenmeyi dileme.
- 
		   گر زنی در شاخ دستی کی هلد  ** هر کجا پیوند سازی بسکلد    915
- Hangi dala el atsan, nereye ulaşıp yapışsan, aşk, o dalı kırar, o şeyi koparır.
- 
		    گر نمیبینی تو تدویر قدر  ** در عناصر جوشش و گردش نگر 
- Kaderin dönüp duruşunu görmüyorsan unsurların coşuşunu, dönüşünü seyret.
- 
		    زانک گردشهای آن خاشاک و کف  ** باشد از غلیان بحر با شرف 
- Denizin üstündeki çöplerle köpüklerin dönüp akışı, şerefli denizin köpürüp coşmasındandır.
- 
		    باد سرگردان ببین اندر خروش  ** پیش امرش موج دریا بین بجوش 
- Başı dönmüş rüzgârın dönüşünü seyret de onun emrine uymuş olan deniz dalgalarının coşup köpürüşünü gör.
- 
		    آفتاب و ماه دو گاو خراس  ** گرد میگردند و میدارند پاس 
- Güneşle ay, iki değirmen öküzüdür. Dönüp dururlar ve etrafı korurlar.
- 
		   اختران هم خانه خانه میدوند  ** مرکب هر سعد و نحسی میشوند    920
- Yıldızlar da konak konak koşarlar. Her kutlu ve kutsuz şeyin bineği olurlar.
- 
		    اختران چرخ گر دورند هی  ** وین حواست کاهلاند و سستپی 
- Felekteki yıldızlar, uzak olduklarından, duyguların da tembel ve gevşek olup iz izleyemediklerinden onların hakikatini bilemezsin.
- 
		    اختران چشم و گوش و هوش ما  ** شب کجااند و به بیداری کجا 
- Bizim göz, kulak ve akıl yıldızlarımız, gece nerededir, uyanıkken nerede?
- 
		    گاه در سعد و وصال و دلخوشی  ** گاه در نحس فراق و بیهشی 
- Gâh kutlulukla, vuslatta, gönülleri hoş. Gâh kutsuzlukla, ayrılıkta kendilerinden geçmişlerdir.
- 
		    ماه گردون چون درین گردیدنست  ** گاه تاریک و زمانی روشنست 
- Felekteki ay, böyle dönüp durdukça bazen kapkaranlıktır bir zamanda apaydınlık.
- 
		   گه بهار و صیف همچون شهد و شیر  ** گه سیاستگاه برف و زمهریر    925
- Gâh balla süt gibi bahar ve yaz olur, gâh, bir ölüm yerine benzeyen kış, zemheri gelir çatar, karlar yağar.
- 
		    چونک کلیات پیش او چو گوست  ** سخره و سجده کن چوگان اوست 
- Külli olan şeyler bile onun önünde top gibi yuvarlanıp durur, çevgânına tâbi olur, secde eder.
- 
		    تو که یک جزوی دلا زین صدهزار  ** چون نباشی پیش حکمش بیقرار 
- Sen ey gönül, bu yüz binlerce varlık içinden bir cüzüsün, nasıl olur da onun hükmüne karşı kararsız bir hale gelmezsin?
- 
		    چون ستوری باش در حکم امیر  ** گه در آخر حبس گاهی در مسیر 
- Beyin emrindeki ata dön, at gâh ahırda mahpustur, gâh gezer dolaşır.
- 
		    چونک بر میخت ببندد بسته باش  ** چونک بگشاید برو بر جسته باش 
- Seni de bir mıha bağladı mı sabret, çözdü mü yürü sıçra.
- 
		   آفتاب اندر فلک کژ میجهد  ** در سیهروزی خسوفش میدهد    930
- Güneş gökyüzünde eğri büğrü gitti mi yüzü kararır, Allah onu bir tutulmaya uğratır.
- 
		    کز ذنب پرهیز کن هین هوشدار  ** تا نگردی تو سیهرو دیگوار 
- Sen de aklını başına devşir de tutulma yerine düşmemeye savaş, bu suretle de tencere gibi yüzü kara bir hale gelme.
- 
		    ابر را هم تازیانهی آتشین  ** میزنندش کانچنان رو نه چنین 
- Buluta da öyle yürüme, böyle yürü diye ateşten kırbaç vururlar.
- 
		    بر فلان وادی ببار این سو مبار  ** گوشمالش میدهد که گوش دار 
- Filân ovaya yağmur yağdır, buraya değil, kulağını aç diye kulağını bururlar.
- 
		    عقل تو از آفتابی بیش نیست  ** اندر آن فکری که نهی آمد مهایست 
- Senin aklın, güneşten artık değildir ya. Nehyedilen fikirde kakılıp kalma.
- 
		   کژ منه ای عقل تو هم گام خویش  ** تا نیاید آن خسوف رو به پیش    935
- Ey akıl, sen de dizginini eğriltme de tutulup nursuz bir hale gelmeyesin.
- 
		    چون گنه کمتر بود نیم آفتاب  ** منکسف بینی و نیمی نورتاب 
- Güneşin suçu az oldu mu az tutulur, yarısını tutulmuş görürsün, yarısını nurlu.
- 
		    که به قدر جرم میگیرم ترا  ** این بود تقریر در داد و جزا 
- Allah, bu suretle seni suçun ne kadarsa o kadar tutarım. Suça verilen ceza suç miktarıncadır.
- 
		    خواه نیک و خواه بد فاش و ستیر  ** بر همه اشیا سمیعیم و بصیر 
- İster iyi olsun ister kötü... İster âşikar olsun, ister gizli... Biz her şeyi duyarız, her şeyi görürüz der.
- 
		    زین گذر کن ای پدر نوروز شد  ** خلق از خلاق خوش پدفوز شد 
- Babacığım, bundan geç, nevruz oldu, halk, Allah lütfuna ulaştı, herkesin ağzına tat geldi.
- 
		   باز آمد آب جان در جوی ما  ** باز آمد شاه ما در کوی ما    940
- Yine ırmağımıza can suyu geldi. Yine padişahımız köyümüze kondu.
- 
		    میخرامد بخت و دامن میکشد  ** نوبت توبه شکستن میزند 
- Baht, salınıp gezmede, eteğini sürmede, tövbeyi bozma zamanı geldi diye naralar atmadadır.
- 
		    توبه را بار دگر سیلاب برد  ** فرصت آمد پاسبان را خواب برد 
- Yine sel geldi, tövbeyi silip süpürdü. Bekçi uykuya daldı, fırsat vakti gelip çattı.
- 
		    هر خماری مست گشت و باده خورد  ** رخت را امشب گرو خواهیم کرد 
- Her mahmur, şarap içti, sarhoş oldu. Bu gece varımızı, yoğumuzu rehine koyacağız.
- 
		    زان شراب لعل جان جانفزا  ** لعل اندر لعل اندر لعل ما 
- O canlara canlar katan lâl şarapla, lâl içinde lâl olduk, lâl içinde lâl kesildik.
- 
		   باز خرم گشت مجلس دلفروز  ** خیز دفع چشم بد اسپند سوز    945
- Yine meclis şenlendi, gönülleri parlattı. Kalk, kem göz değmesin diye mangala çörekotu at.