-
اسب خود را یاوه داند آن جواد ** و اسب خود او را کشان کرده چو باد
- O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla koşturmuştur!
-
در فغان و جستجو آن خیرهسر ** هر طرف پرسان و جویان دربدر
- O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar, sorar:
-
کان که دزدید اسب ما را کو و کیست ** این که زیر ران تست ای خواجه چیست
- “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk ne?
-
آری این اسب است لیک این اسب کو ** با خود آ ای شهسوار اسب جو
- Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!
-
جان ز پیدایی و نزدیکی است گم ** چون شکم پر آب و لب خشکی چو خم 1120
- Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir.
-
کی ببینی سرخ و سبز و فور را ** تا نبینی پیش از این سه نور را
- Kırmızı, yeşil ve sarı… Bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
-
لیک چون در رنگ گم شد هوش تو ** شد ز نور آن رنگها رو پوش تو
- Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
-
چون که شب آن رنگها مستور بود ** پس بدیدی دید رنگ از نور بود
- Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.
-
نیست دید رنگ بینور برون ** همچنین رنگ خیال اندرون
- Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir.
-
این برون از آفتاب و از سها ** و اندرون از عکس انوار علی 1125
- Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür.