-
پس علیکش گفت و او را پیش خواند ** ایمنش کرد و به پیش خود نشاند
- Ömer, selâmını alıp onu yanına çağırdı, onu teskin etti, karşısına oturdu.
-
لا تخافوا هست نزل خایفان ** هست در خور از برای خایف آن
- Korkanı, emin ederler, gönlünü yatıştırırlar.
-
هر که ترسد مر و را ایمن کنند ** مر دل ترسنده را ساکن کنند 1430
- “Korkmayın” sözü, korkanlara sunulan hazır yemektir. Ve bu yemek tam onlara lâyıktır.
-
آن که خوفش نیست چون گویی مترس ** درس چه دهی نیست او محتاج درس
- Korkusu olmayana nasıl ”korkma” dersin? Niye ona ders veriyorsun? O, derse muhtaç değil ki!
-
آن دل از جا رفته را دل شاد کرد ** خاطر ویرانش را آباد کرد
- Ömer, o yüreği oynayan kimseyi sevindirdi, yıkılmış gönlünü yaptı.
-
بعد از آن گفتش سخنهای دقیق ** وز صفات پاک حق نعم الرفیق
- Ondan sonra en güzel bir yoldaş olan Tanrı’nın tertemiz sıfatlarına dair ince bahislere daldı;
-
وز نوازشهای حق ابدال را ** تا بداند او مقام و حال را
- Elçiye, makam nedir? Hâl neye derler? Anlasın, bilsin diye Tanrı’nın Abdallara gönderdiği lûtuf ve ihsanları nakletti.
-
حال چون جلوه ست ز آن زیبا عروس ** وین مقام آن خلوت آمد با عروس 1435
- Hâl güzel bir gelinin cilvesidir; makam ise o gelinle halvet olup vuslatına erişmektir.
-
جلوه بیند شاه و غیر شاه نیز ** وقت خلوت نیست جز شاه عزیز
- Gelinin cilvesini padişahta görür, başkaları da. Fakat onunla vuslat, ancak aziz padişaha mahsustur.
-
جلوه کرده خاص و عامان را عروس ** خلوت اندر شاه باشد با عروس
- Gelin, havassa da cilve eder, avama da. Ama onunla halvete giren ancak padişahtır.