-
بر عدمها کان ندارد چشم و گوش ** چون فسون خواند همیآید به جوش
- Tanrı; gözü kulağı olmayan yokluklara afsun okuyunca onlar, coşmaya başlarlar; varlık âlemine konarlar.
-
از فسون او عدمها زود زود ** خوش معلق میزند سوی وجود
- Yok olanlar, onun afsuniyle varlık diyarına takla atarak ve derhal gelirler.
-
باز بر موجود افسونی چو خواند ** زو دو اسبه در عدم موجود راند 1450
- Sonra var olana yine bir afsun okuyunca onu yokluğa derhal ve iki çifte atla sürer.
-
گفت در گوش گل و خندانش کرد ** گفت با سنگ و عقیق کانش کرد
- Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akik ve maden haline getirdi.
-
گفت با جسم آیتی تا جان شد او ** گفت با خورشید تا رخشان شد او
- Cisme bir ayet okudu, can oldu. Güneşe bir şey söyledi, parladı.
-
باز در گوشش دمد نکتهی مخوف ** در رخ خورشید افتد صد کسوف
- Sonra yine güneşin kulağına korkunç bir şey üfler, yüzüne yüzlerce perde iner.
-
تا به گوش ابر آن گویا چه خواند ** کاو چو مشک از دیدهی خود اشک راند
- O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur; gözünden misk gibi yaşlar akıtır.
-
تا به گوش خاک حق چه خوانده است ** کاو مراقب گشت و خامش مانده است 1455
- Toprağın kulağına ne söyledi ki murakebeye vardı, dalgın bir halde kaldı!
-
در تردد هر که او آشفته است ** حق به گوش او معما گفته است
- Tereddüt içinde kalan, hayretlere düşen kişinin kulağına da Hak, bir muamma söylemiştir.
-
تا کند محبوسش اندر دو گمان ** آن کنم کاو گفت یا خود ضد آن
- Bu suretle onu iki şüphe arasında hapseder. “Ey yardımı istenen Tanrı! Şunu mu yapayım, bunu mu?” der.