-
تا به گوش ابر آن گویا چه خواند ** کاو چو مشک از دیدهی خود اشک راند
- O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur; gözünden misk gibi yaşlar akıtır.
-
تا به گوش خاک حق چه خوانده است ** کاو مراقب گشت و خامش مانده است 1455
- Toprağın kulağına ne söyledi ki murakebeye vardı, dalgın bir halde kaldı!
-
در تردد هر که او آشفته است ** حق به گوش او معما گفته است
- Tereddüt içinde kalan, hayretlere düşen kişinin kulağına da Hak, bir muamma söylemiştir.
-
تا کند محبوسش اندر دو گمان ** آن کنم کاو گفت یا خود ضد آن
- Bu suretle onu iki şüphe arasında hapseder. “Ey yardımı istenen Tanrı! Şunu mu yapayım, bunu mu?” der.
-
هم ز حق ترجیح یابد یک طرف ** ز آن دو یک را بر گزیند ز آن کنف
- İki şıktan birini üstün tutar, üstün tuttuğunu yaparsa o da yine Hak’tandır.
-
گر نخواهی در تردد هوش جان ** کم فشار این پنبه اندر گوش جان
- Can aklının tereddüt içinde bocalamasını istemezsen o pamuğu can kulağına tıkma,
-
تا کنی فهم آن معماهاش را ** تا کنی ادراک رمز و فاش را 1460
- Ki Tanrı’nın o muammalarını anlayasın, gizlice ve açıkça söylenen sözleri idrak edesin.
-
پس محل وحی گردد گوش جان ** وحی چه بود گفتنی از حس نهان
- Böyle yaparsan can kulağı vahiy yeri olur. Vahiy nedir? Zahiri duygudan gizli söz.
-
گوش جان و چشم جان جز این حس است ** گوش عقل و گوش ظن زین مفلس است
- Can kulağı ile can gözü, zahirî duyguya yabancıdır; o duygu, bu duygudan bambaşkadır. Akıl ve duygu kulağı, bu hususta müflistir.
-
لفظ جبرم عشق را بیصبر کرد ** و آن که عاشق نیست حبس جبر کرد
- Cebir meselesi, aşkımı ihtiyarsız bir hale getirdi, sabrımı elden aldı. Âşık olmayansa cebri hapsetti, onu inkâr yahut takyit eyledi.