-
سر از آن خواب مبارک بر نداشت ** تا نماز صبحدم آمد به چاشت 1990
- O mübarek uykudan başkaldırmadı; sabah namazının vakti geçip kuşluk çağı geldi.
-
در شب تعریس پیش آن عروس ** یافت جان پاک ایشان دستبوس
- Ta’rîs gecesi, o gelinin huzurunda tertemiz canları, el öpme devletine erişti.
-
عشق و جان هر دو نهانند و ستیر ** گر عروسش خواندهام عیبی مگیر
- Aşk ve can... her ikisi de gizli ve örtülüdür. Tanrıya gelin dediğim için beni ayıplama.
-
از ملولی یار خامش کردمی ** گر همو مهلت بدادی یک دمی
- Sevgili, benim sözüme darılsaydı susardım; bana bir lâhzacık mühlet verseydi sükût ederdim.
-
لیک میگوید بگو هین عیب نیست ** جز تقاضای قضای غیب نیست
- Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan başka bir şey değildir” demekte.
-
عیب باشد کاو نبیند جز که عیب ** عیب کی بیند روان پاک غیب 1995
- Ayıptan başka bir şey görmeyene ayıptır. Fakat gayb âleminin pâk ruhu, hiç ayıp görür mü?
-
عیب شد نسبت به مخلوق جهول ** نی به نسبت با خداوند قبول
- Ayıp cahil mahlûka nispetle ayıptır; makbul Tanrıya nispetle değil.
-
کفر هم نسبت به خالق حکمت است ** چون به ما نسبت کنی کفر آفت است
- Küfür bile yaratana nispetle bir hikmettir. Fakat bize nispet edecek olursan bir âfet, bir felâkettir.
-
ور یکی عیبی بود با صد حیات ** بر مثال چوب باشد در نبات
- Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa o ayıp nebatatın sapı mesabesindedir.
-
در ترازو هر دو را یکسان کشند ** ز آن که آن هر دو چو جسم و جان خوشند
- Terazide her ikisini de birlikte tartarlar. Çünkü nebatat ve sap… İkisi de bedenle can gibi bağdaşmıştır.