-
یک خلیفه بود در ایام پیش ** کرده حاتم را غلام جود خویش
- Eski zamanda bir halife vardı ki, Hâtem’i cömertliğine köle etmişti.
-
رایت اکرام و داد افراشته ** فقر و حاجت از جهان برداشته 2245
- İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı.
-
بحر و کان از بخششاش صاف آمده ** داد او از قاف تا قاف آمده
- Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş lûtuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıştı.
-
در جهان خاک ابر و آب بود ** مظهر بخشایش وهاب بود
- O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu. İn’am ve ihsan sahibi Tanrı’nın vericiliğine mazhardı.
-
از عطایش بحر و کان در زلزله ** سوی جودش قافله بر قافله
- Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu.
-
قبلهی حاجت در و دروازهاش ** رفته در عالم به جود آوازهاش
- Kapısı, hacet kıblesiydi. Şöhreti, cömertlikle bütün âleme yayılmıştı.
-
هم عجم هم روم هم ترک و عرب ** مانده از جود و سخایش در عجب 2250
- Onun vergisinden, onun cömertliğinden Acem de şaşırmıştı,Rum da. Türk de hayrete dalmıştı, Arap da.
-
آب حیوان بود و دریای کرم ** زنده گشته هم عرب زو هم عجم
- Hayat suyu, kerem deniziydi. Onun yüzünden Arap da dirilmişti. Acem de!
-
قصهی اعرابی درویش و ماجرای زن با او به سبب قلت و درویشی
- Yoksul Arap bedevisinin hikâyesi ve yoksulluk yüzünden karısıyla arasında geçen şey
-
یک شب اعرابی زنی مر شوی را ** گفت و از حد برد گفتوگوی را
- Bir gece bir bedevi karısı, dedikoduyu hadden aşırarak kocasına dedi ki:
-
کاین همه فقر و جفا ما میکشیم ** جمله عالم در خوشی ما ناخوشیم
- “Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz. Âlemin ömrü hoşlukla geçiyor. Sade biz kötü bir haldeyiz.