-
گر ندیدی سود او در قهر او ** کی شدی آن لطف مطلق قهر جو
- Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf, nasıl olur da kahretmeyi isterdi?
-
بچه میلرزد از آن نیش حجام ** مادر مشفق در آن غم شاد کام
- Çocuk hacamatçının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir.
-
نیم جان بستاند و صد جان دهد ** آن چه در وهمت نیاید آن دهد 245
- Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir.
-
تو قیاس از خویش میگیری و لیک ** دور دور افتادهای بنگر تو نیک
- Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!
-
حکایت بقال و طوطی و روغن ریختن طوطی در دکان
- Bakkal ve dudunun hikâyesi, dudunun dükkândaki gülyağlarını dökmesi
-
بود بقالی و وی را طوطیی ** خوش نوایی سبز و گویا طوطیی
- Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu.
-
بر دکان بودی نگهبان دکان ** نکته گفتی با همه سوداگران
- Dükkânda dükkân bekçiliği yapar; bütün alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, lâtifeler ederdi.
-
در خطاب آدمی ناطق بدی ** در نوای طوطیان حاذق بدی
- İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı.
-
جست از سوی دکان سویی گریخت ** شیشههای روغن گل را بریخت 250
- Dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü.
-
از سوی خانه بیامد خواجهاش ** بر دکان بنشست فارغ خواجهوش
- Sahibi, evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.
-
دید پر روغن دکان و جامه چرب ** بر سرش زد گشت طوطی کل ز ضرب
- Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu.