English    Türkçe    فارسی   

1
2650-2659

  • تا ملک بی‌‌خود شد از تدریس او ** قدس دیگر یافت از تقدیس او 2650
  • Bu suretle melekler, onun ders vermesine hayran oldular, kendilerinden geçtiler. Onun takdisiyle başka bir mukaddesliğe eriştiler.
  • آن گشادی‌‌شان کز آدم رو نمود ** در گشاد آسمانهاشان نبود
  • Âdem’in yüzünden nail oldukları fütuhata, göklerde bile erişememişlerdir.
  • در فراخی عرصه‌‌ی آن پاک جان ** تنگ آمد عرصه‌‌ی هفت آسمان‌‌
  • Âdem’in o pak ruhunun fezasına nispetle yedi gök sahası bile dardı.
  • گفت پیغمبر که حق فرموده است ** من نگنجم هیچ در بالا و پست‌‌
  • Peygamber dedi ki “Tanrı; 'Ben yücelere, aşağılara sığmam.
  • در زمین و آسمان و عرش نیز ** من نگنجم این یقین دان ای عزیز
  • Yere, göğe, hatta arşa sığmam' buyurdu." Bunu, ey aziz, yakînen bil.
  • در دل مومن بگنجم ای عجب ** گر مرا جویی در آن دلها طلب‌‌ 2655
  • Fakat şaşılacak şeydir ki inanan kişinin kalbine sığarım. Beni ararsan inanan gönüllerde ara buyurdu” dedi.
  • گفت ادخل فی عبادی تلتقی ** جنة من رؤیتی یا متقی‌‌
  • Tanrı dedi ki: “Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”
  • عرش با آن نور با پهنای خویش ** چون بدید آن را برفت از جای خویش‌‌
  • Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Âdem’ görünce yerinden kalktı.
  • خود بزرگی عرش باشد بس مدید ** لیک صورت کیست چون معنی رسید
  • Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat mânaya karşı suret nedir ki?
  • هر ملک می‌‌گفت ما را پیش از این ** الفتی می‌‌بود بر گرد زمین‌‌
  • Her melek diyordu ki: Bizim bundan önce yeryüzüyle üfletimiz vardı.