-
عرش با آن نور با پهنای خویش ** چون بدید آن را برفت از جای خویش
- Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Âdem’ görünce yerinden kalktı.
-
خود بزرگی عرش باشد بس مدید ** لیک صورت کیست چون معنی رسید
- Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat mânaya karşı suret nedir ki?
-
هر ملک میگفت ما را پیش از این ** الفتی میبود بر گرد زمین
- Her melek diyordu ki: Bizim bundan önce yeryüzüyle üfletimiz vardı.
-
تخم خدمت بر زمین میکاشتیم ** ز آن تعلق ما عجب میداشتیم 2660
- Hizmet ve ibadet tohumunu yere ekiyorduk. Yere olan bu meylimize, bu alâkamıza da şaşmaktaydık.
-
کاین تعلق چیست با این خاکمان ** چون سرشت ما بده ست از آسمان
- Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alâkamız nedir?
-
الف ما انوار با ظلمات چیست ** چون تواند نور با ظلمات زیست
- Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle yaşayabilir mi?
-
آدما آن الف از بوی تو بود ** ز آن که جسمت را زمین بد تار و پود
- Ey Âdem! O ülfet, senin kokundanmış. Çünkü cisminin nesci yeryüzü.
-
جسم خاکت را از اینجا بافتند ** نور پاکت را در اینجا یافتند
- Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada buldular.
-
این که جان ما ز روحت یافته ست ** پیش پیش از خاک آن میتافته ست 2665
- Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin yoğrulduğu topraktan parlıyordu.
-
در زمین بودیم و غافل از زمین ** غافل از گنجی که در وی بد دفین
- Yeryüzündeydik ama yerden gafildik, orada gömülü olan defineden haberimiz yoktu.